21 Temmuz 2012 Cumartesi

Çile - Necip Fazıl Kısakürek

KARINCA

Ruhum kelle şekeri , vehimlerse karınca
Kömürden kara rengim onlar beni sarınca ..


HASRET
..
Allahım, eşyanın hicabındasın!

Sensin suda, kuşta, telde ses veren.

Nice hasret varsa gıyabındasın;

Aynalarda sensin, seni gösteren...

İŞARET

O ki, pınar başında çeker suya hasreti;
Kadınında kadına, yurdunda yurda hasret.
Yalan dünyada bütün görünüşler iğreti;
Her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret.

Var olan yoklukların ömrünü soruyorum!
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret!
Yalnız, “Rakip” ismiyle Allah’ı görüyorum!
Bir yokluk ki bu dünya, var olandan işaret…

TAM OTUZ YIL

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

SANAT

Anladım işi; sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.

YAKINLIK

Neye yaklaşsam , sonu uzaklık ve kırgınlık;
Anla ki , yok Allah ‘ tan başkasıyla yakınlık…

AŞK

Rabbim, Rabbim, bu işin, bildim neymiş Türkçesi;
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.

EMANET

Bir anlık emanetle ne türlü övünelim;
Gel , rahmet kapısında ağlaşıp dövünelim !….

KARA TAHTA

Dünyayı yererken de yine onunla ilgim;
Nefse el süremiyor kara tahtada silgim…

ŞAİR

Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir ;
Canlı cenazelerin başında Münker-Nekir ..

KAVANOZ


Bir cümbüştür kopsa da, gece, yakamozlarda;
Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda...

MÜSLÜMAN YÜZÜ

O yüz, her hattı tevhid kaleminden bir satır;
O yüz ki, göz değince Allah'ı hatırlatır...

SUAL-CEVAP

Sual: Ey veli, insan nasıl olmalı, söyle!
Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle...

YAĞIZ AT
İşaret bekliyorum, yağız atım eyerli;
yanarım sorarlarsa ne getirdin değerli?


13 Temmuz 2012 Cuma

Aşk köpekliktir - Ahmet Ümit

Kitap ( önsözü de dahil edersek ) 10 kısa hikayeden oluşuyor ;

Aşk rüzgarın söylediği bir şarkıdır
Aşk bir mucizedir
Kafi delildir aşk
Aşk çözümsüz bir problemdir
Aşk bir cinayettir
Aşk bir düellodur
Aşk bir yanılsamadır
Aşk bir özentidir
Aşk bir ütopyadır
Aşk köpekliktir

( bir artı tanım :  Aşk imkansızı ümit etmektir )

Önsözdeki hikayeciğe ( Aşk rüzgarın söylediği bir şarkıdır ) bayıldım. Hikayenin müziği vardı , müzik de Vivaldi'nin 4 mevsimiydi.

Diğer hikayelerde kişilere, mekana, olup bitene tam alışıyor , hikayenin bir parçası haline geliyordum ki, hikaye ansızın bitiveriyordu . Kısa öykünün nahoş tarafı bu. Bir rüya görürken aniden uyanmak gibi ,  hayalkırıklığı yaratarak bitiveriyorlar . Olan o dünyayı zihnimde inşa edene kadar verdiğim emeğe oluyor , inşaat tamam olunca oyun bitiyor . İsraf ...

En vasat bulduğum ve okurken sıkıldığım öykü , kitaba adını veren ve görece uzun tutulmuş olan : Aşk köpekliktir .Bu kez çabucak bitsin diye gözünün içine baktım ama bitmek bilmedi : ) Yine de iki alıntımdan birini bu öyküden yapacağım :

"-Kötüydü ama bilirsin aşkı aşk yapan budur.
 -Hangi duygu ? 
 -Hangi duygu olacak ,o derin düş kırıklığı . Sen onu deli gibi severken onun seni umursamaması .Ya da yasak savma kabilinden umursuyormuş gibi görünmesi. Sen onun üzerine titrerken onun bahanelerle senden uzak durması . Senin sevgi dolu ataklarına içtenlikle karşılık verecek yerde , sudan bahanelerle geçiştirmesi. Ama ilişkiyi ayakta tutan da bu karşıtlık değil mi ? 
Acılar, sancılar , kıskançlıklar , kendini yemeler , boş umutlar, boş hayaller ..işte aşk tam olarak bu ."
                                                                                                             ( Aşk köpekliktir )  

" Başka bir insanın bedenine bakarak , nasıl büyük bir mutluluk duyulabilir ki ? Zaten bütün yaşamınızı tek bir insana bağlamanızı , o size güldüğünde mutlu olmanızı , sizi görmezden geldiğinde kahrolmanızı da anlayabilmiş değilim . Yaşam o kadar zengin ,o kadar güzel ,o kadar fazla ilgi alanı ile dolu ki , bir insanın mutluluğunu , bir başka insanın davranışlarıyla sınırlandırması bana çok saçma geliyor . " ( Cuma isimli robot - Aşk bir ütopyadır )

10 Temmuz 2012 Salı

A'mak-ı Hayal - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Aylar sonra yeniden buradayım. Açılışı Amak-ı Hayal ile yapalım.

Kitabın ön sözünden bir alıntı  : Tasavvuf  , "bazı oryantalistlerin iddia ettiği gibi " İslam düşüncesine sonradan ilave edilmiş olmayıp aksine Hz. Peygamber tarafından bazı münevver ashaba telkin ve hediye edilmiştir .

Bu ifadeyi okuyunca yazarın bu tip iddilara karşı ne deliller ortaya koyabileceğini göz önüne getirmeye çalışmıştım. Tasavvufun İslam'a Budizmden , Zerdüştlükten , Brahmanizmden ,vs vs şundan bundan aktarımlar getirdiği  , bu düşünce akımlarını islama yamamaya çalıştığı iddiasına karşı duracağı ön sözünden belli olan bu kitap beni hemen bir kaç sayfa sonra hayretlere düşürdü . Çünkü henüz hikmet yolculuğundaki hayallerin ilkinde baş kahramanımız hiçlik zirvesine "Buda Gotama Sakyamuni" rehberliğinde tırmanıyor , yolun bir yerinde imtihanı veremeyip "hazreti" Buddha 'dan sıkı bir azar işiterek kös kös geri geliyordu . Hemen peşinden gelen diğer hikayecik ise Zerdüştlük dininden alıntılar ile doluydu ."Bazı oryantalistler " doğru söylemişler sanki.

İkinci hikaye bir zerdüşt masalı . Ehrimen ve Hürmüz liderliğinde iki topluluk var , Hürmüz Nuru , Ehrimen Zulmeti yani karanlığı temsil ediyor . İkisinin tahtı arasında , semada asılı duran bir  taht daha var , bu tahtta bir elinde bir küre olan bir peri yüzlü (?) dikiliyor , kürenin yarısı siyah yarısı nur, muharabe meydanındaki duruma göre kürede nur yada karanlık geçici olarak ağır basıyor . Dünya kadar geniş olan meydanın ( adalet ve imtihan meydanı ) yarısı Hürmüz yarısı Ehrimen taraftarlarına ait. Muharebe ediyorlar. Pehlivanlar çıkıyor meydana . Nifak cadısını Muhabbet pehlivanı yeniyor.Muhabbet pehlivanını Gazap yeniyor. Gazabı Hikmet yeniyor . ( Hikmetin silahları : yumuşak huyluluk , ilim, kanaat, ihtiyatlı olma, tevazu , sabur , hile , kuvvetli azim ) Son silahını denese de Hikmet , Nefs-i emmare pehlivanına esir düşüyor . En sonunda Aşk pehlivanı geliyor  , Nefsi emmare onun karşısında diz çöküyor . Aşkın meydana gelmesi ile muharebe bitiyor , kürede karanlık ve nur eskisi gibi eşitleniyor . Küreyi tutan peri yüzlü ( hikayede Allahın emri olarak nitelenmiş ) bundan memnun olup gülümsüyor . Küreyi tutanın eşitlikten memnun olmasına şaşırdım , çünkü Hürmüz'ün de söylediği gibi asıl amaç nurun hakim olması değilmiydi ? Aşk pehlivanı meydana çıkınca her şey kendince bir çözüm buldu ise ilk o pehlivanı niye sürmediler sahaya onu da merak ettim :) onca insan telef oldu , aşk herkesi bir yürüşte teslim alana dek.

Hikmet 'in ve Hürmüzün dilinden yaratılış hakkında sözler :

"Allah nur ile karanlıkları ayırmak , nuruyla adil, karanlıklarıyla  kahir olmak istedi . Nuruna "ben" dedi, karanlıklarına "gayrım" . Şimdi her ikisi eşittir , ne Hürmüz Ehrimene , ne Ehrimen Hürmüze üstünlük sağlayabilir. En sonunda Hürmüz Ehrimene galip gelecek . Alem hep Nur olacak. Allah hep ben , hep ben diyecek, Gayrım demeyecek..."

Ey İnsanoğlu İzid ( hayır ve nur tanrısı )  sizi kendi gibi nur olmanız için vücuda getirdi .Sizi bütün varlıklara üstün kıldı . Size her türlü nimeti ihsan etti. Lakin sizi nur iken karanlıklarla karıştırdı . Ruh iken cesetle harmanladı .Ta ki hoşlanmadığı zulumatı sevdiği nur ile ortadan kaldırasınız.  Ey İnsanoğlu ,nur benim , bana gelin, benim olun, ben olun ! Nurun gereği olan güzellikler ile ahlaklanınız. Kötülüklerden sakınınız , hemcinsinizi nefsinize tercih ediniz. Kin ve haset, nifak ve öfke , zulüm ve düşmanlık, hırs ve kıskançlık gibi karanlığın kötü vasıflarını nefsinizden uzaklaştrınız. Mutlaka İzid'e , şükrediniz , her ne verdi ise kanaat ediniz. Velhasıl bu imtihan dünyasından nur alarak gidiniz ki , ebeden nurlar alemi karargahınız olsun .

İzid konusuna özellikle değinmek istiyorum , "hayır ve nur tanrısı" imiş, bir yerde parantez içinde Allah yazıyordu , müslüman bir insanın bilhassa da "islam" felsefesini hikayeleştirerek anlatmayı amaçladığı romanında çok tanrıcılığın böyle açık izlerini görmek üzücü diye düşünüyorum. Yoksa sevindirici mi ? açıkça ne olduklarını ifade etmeleri belki daha iyi , kendini sakınmak isteyenler için.

Bir sonraki öykücükte hakikat rehberi bu kez brahman bir rahip , bir tavsiyesi güzelmiş ama  :

"Oğlum,  ilim ve hikmetin kıymetini öğrenmek için yaya gideceksin , bir şey pahalı alınmazsa kıymeti anlaşılmaz . "

Öyküde, şeytan : nefisteki gurur sıfatı olarak tanımlanmış. Cehennem anlayışı için ise kitabın başlarından bir cümle alıntılıyorum  : Şu halde hayat levhalarını fikrin dış aleme aksedişleri olarak kabul edersek müthiş bir azapta , kabul edilmez bir cehennem içinde kaldığım anlaşılır .


Vesselam hayatta yaşanmış ne varsa hepsi fikirlerimizin dış aleme aksedişidir diyor yazar, cennette fikir aleminden doğuyor buna göre cehennemde .Aynı anlayışı Cemali Nur Sargut hanımın "Dinle" isimli kitabında da okumuştum . Cehennemin düşünsel ve bu dünyaya ait olması , Kur'an 'daki cehennem anlayışı ile bence hiç uyuşmuyor. Cennet ve Cehennem kavramlarının içini boşaltmak , kimse yanmayacak , sadece bu dünyadaki manevi sıkıntılardır , onu da zaten hepimiz çektik , çekiyoruz demek ahiret inancını iptal eder , Amentuyu bozar. Bu düşünce akımının en büyük tehlikesi insana Allah yolunda yürümeyi vaat edip , sonra fark etttirmeden imanını elinden almak olsa gerek .


Kitabın baş kahramanı Raci sürekli derin bir bunalım ve merak içinde , nice bilgelere gidiyor, nice ilim ve marifet ediniyor ancak nereden gelip nereye gittiği ile ilgili sorular peşini bırakmıyor. Aynalı dedenin ikram ettiği kahveyi içip hayal diyarlarında geziyor. Aynalı dede bu adamın kahvesine ne koyuyor diye düşünmeden edemedim .Ah be Raci, onca yılını güya hakikat ilmine verdin , eline bir Kur'an meali alıp okumak aklının ucuna da mı   gelmedi ? Kah Buda elinden tuttun ,  kah Brahman rahiplere yalvardın, Zerdüşt dininden medet umdun , Hintte , Çinde , Kaf dağında yolculuklara çıktın.Simurg'un sırtında gezdin.  Ama bir satır meal okumadın şu öykülerde Raci. İki rekat namaz kılmadın. Allah'ın adını sadece zerdüştlerin nur tanrısı İzid'in karşılığı olarak kullandın. Sen çıldırma da kimler çıldırsın ? Oysa cevaplar ne kadar basitti , ihtiyacın olan bütün bilgi , Rabbin kelamı ile tek tek anlatılıyor Kuran içinde . Kim olduğun, ne amaçla yaratıldığın, ölümden sonra seni nelerin bekleyeceği bir bir söyleniyor. Sen gerçek bilgiye sırtını dön , sonra tımarhanelerde gez Raci. 



Ulular meclisi adındaki dokuzuncu hikayede bakalım meclise kimleri koymuş yazar ; Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Adem (a.s.) , Konfüçyüs, Eflatun, Aristo, Zerdüşt , Brahma , Hz.İsa (a.s.), Lokman hekim, Hızır (a.s.) , Buda ve Hz. Muhammed (s.a.v.) .Zerdüştün , Budanın ,Brahma'nın , Konfüçyüsün, hak Peygamberler yanında , ulular meclisinde yeri nedir ? Allah (c.c.) dinini Hz. Peygamberimiz ile tamam etmişken, diğer dinlere ve düşünürlere kimin ne ihtiyacı olabilir ? Yazarın küstahlığına bakınız , ulular meclisinde Peygamberimizin yanına Brahmayı yakıştırmış. O'nun olduğu mecliste Zerdüşte söz  vermiş. Bana kalsa sevgili peygamberimizin sadece adını kullanıyor bu düşünce akım sahipleri. Ne dinine ne de sünnetine sahip çıkıyor değiller. İyi olmuş Raci tımarhaneye düşmüş, layık olduğu yeri bulmuş . İnş. yazarı da layık olduğu yeri bulmuştur. 


27 Kasım 2011 Pazar

Son durum

Bloguma girmeyeli uzun zaman oldu , artık kitaplar hakkındaki notlarımı el yazısı ile defterime kaydediyorum. Bunda evde eskisi gibi zaman geçirememenin, bilgisayarımın taşınır olmamasının , ve biraz da bana verdiği teknik sıkıntıların rolü var . Yokluğumda blogum 3 izleyici edinmiş , ilginiz için teşekkür ederim . Belki bir süre sonra yine bloguma döner , kitap notlarımı buraya bırakırım . Şimdilik eski usul devam ediyorum. Saygı ve sevgi ile..

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Beynine bir kez hava değmeye görsün - Frank Vertosick

Alıntılar :

"Matematikçi J. Bronowski bilimin ana ilkesinin , Oliver Cromwell'in şu sözlerinde bulunduğuna inanır ; " Size bütün inancımla yalvarıyorum , bir an olsun yanılmış olabileceğinizi düşünün . "

"Acı çekmek ister fiziksel olsun , ister duygusal hayvanlar aleminin en büyük eğiticisidir. "

"Uyku sırasında vücut her saat başı pozisyon değiştirir . Bu şekilde vücudumuzun bölümlerinin uzun süreli basınç almasını önleriz . "

" Göz sinirleri göğüsten çıkar "

" Sinir sistemi 25 yaşından sonra tam yetkinliğine ulaşır . "

" Dönüşüm reaksiyonu deyimi histerik tepki anlamına gelen yumuşatılmış bir deyimdir . Bu durumdaki hasta duygusal bir travmanın etkisini körlük , kolda veya bacakta felç gibi fizyolojik bir travmaya dönüştürmektedir. Aslında bulguların organik bir nedeni olmamakla birlikte , hasta rol yapmamakta , bu sıkıntıları gerçekten yaşamaktadır. Belirgin ruhsal sorunları olmayan kişilerde histeriye kapılabilirler . "

"Yetişkin bir insanın , yaklaşık 60 cm boyunda ve ortalama küçük parmağımız kalınlığındaki omuriliği sırt ortasından omurganın koruyucu zırhının içinden geçer . Beyni vücudun diğer bölümlerine bağlayan ana sinir olmakla birlikte omur ilik yalnızca bir sinir olmaktan çok ileridedir. Omur ilik kendine göre zekası olan karmaşık bir organdır. Ayakta durmak , yürümek gibi sıradan eylemler , doğrudan omuriliğin kendi gri maddesi içinde programlanır . Böylece beyin loblarımız sonat yazmak veya bira kampanyaları düzenlemek gibi en iyi yapabileceği işleri yapmak için serbest olur . Basit yaratıklarda beyin o kadar ilkeldir ki , karmaşık motor davranışlar zorunluluktan omurilikten kaynaklanır . Primatların dışındaki zayıf beyinlerde bütün yüzgeçleri , kanatları ve ayakları işletecek olan yazılımları yükleyecek yeterince nöron yoktur . Nörofizyoloji bölümümüz beyinsiz duruma getirilmiş bir kaç kediyi durumdan habersiz kedi severlere verdiğinde , insanlar aradaki farkı hiç anlamamış hatta kedilerinin çok zeki olduğunu iddia etmişlerdi. "

" Tekrarlanan hareketlere dayanan sporlarda fazla düşünmek performansı olumsuz etkiler . Yüksek beyin teniste rakete vurma hareketini süslemeye çalışır , oysa vuruşu tamamen omuriliğe bırakmak çok daha iyi sonuç verir. İnsanlarda omuriliğin beyinsi davranışları bazen ürkütücü sonuçlar doğurur . Beyinleri silahla vurularak veya başka yaralanmalarla ölmüş olan hastalar bazen aile bireylerini , dostlarını , hatta hemşireleri uyanık olduklarına inandıracak hareketler yaparlar . Bir kol uzanır bir yakayı kavrar , bir el uzanır sevdiği birinin elini tutar vs bunların hepsi önceden programlanmış omurilik refleksleridir . Bilinen nedenlerle Lazarus hareketleri denilen bu hareketler yasal olarak ölmüş olan bir hastanın , yaşam desteğinden ayrılmasına yakınların ikna edilmesinde güçlükler doğurur . "

"Normal olarak tanımlanmış boyut sınırlarının üzerindeki büyüklüklere ulaşacak şekilde büyüyen hücrelere neoplastik hücreler adı verilir , dokuları işgal edip yok eden veya yerlerinden ayrılıp vücudun diğer bölümlerine atlayan neoplastik hücrelere ise kanserli hücreler denir. Bütün kanserler neoplasia olmakla birlikte her türlü neoplasia kanser değildir . Örneğin bildiğimiz siğiller neoplasia olmakla birlikte kanser değildir.

Yaşlı insanlarda oluşan lekeler neoplasiadan kaynaklanır . Kanserin dışında ( erkeklerde ) prostat büyümesi , göz kataraktları , dejeneratif artrit ve damar sertliği hastalığı , normal dokunun kontrolsüz çoğalması sonucudur . Hatta alzheimer hastalığı gibi bunaklığa yol açan beyin hastalıkları da beyin hücrelerinin neoplastik aşırı büyümesi sonucudur. Yaşlı insanlarda kaçınılmaz bir süreç olan neoplasia bir hastalıktan öte planlanmış bir süreçtir.

"Kanserin evrimleşmedeki rolünü anlayabilmek için bizim ölmek için yapıldığımızı kabul etmek gerekir. Otomobiller montaj hattından belirlenmiş bir yaşam süresi ile çıktığı gibi , döllenmiş yumurta da bizleri önü alınamayacak bir süreç içinde çürüyüp ölmek için baştan programlar .

Gezegenimizdeki çok hücreli organizmaların uzun vadede varlıklarını sürdürebilmesi , onların güneşin altındaki son günlerini yaşadıktan sonra yaşam sahnesinden çekilerek yerlerini yeni oyunculara bırakmasını şart koşar. Her yeni kuşakta genlerin sürekli karışımı ve mutasyonu ile oluşan yeni organizma yapıları , yaşama geniş çaplı iklim değişiklikleri karşısında türünü sürdürebilecek esnekliği sağlar. Aslında , bizlerin ölümsüz olmamamız için hiçbir biyolojik sebep yoktur. İşin esasında bizler , beş milyar yıldır yaşayıp giden kopmamış bir protoplazma zincirinin uç ürünleriyiz. Ancak diğer taraftan ( var olabilseydiler ) ölümsüzlük niteliğine sahip türler de , kendilerini boğup yok etmemek için çoğalmaktan vazgeçmek zorunda kalacaktılar.

Doğa , dünyayı durağan , ölümsüz yaratıklarla doldurmamayı seçmiştir. Böyle yapmamış olsaydı yaşamın bütün genetik yumurtaları tek bir sepete konmuş olacak ve ortaya çıkabilecek şiddetli bir jeolojik olay dünyadaki bütün yaşamı sona erdirebilecekti . Bunun önünü alabilmek için , gen havuzumuz sürekli hareket içinde olmak ve ortaya çıkabilecek her türlü çevresel düzensizliklerle başa çıkabilecek hızda değişebilmek zorundadır. Bu durumda yaşayan her şeyin ölmesi gerekir.
Ölüm bir hata , biyolojinin eksik bir yanı değildir , aksine koşulları sürekli olmayan bir dünyada varlığımızı sürekli kılabilmek için oluşturulmuş temel bir tasarım öğesidir. Bizim gençlikten yaşlılığa doğru inen döngümüz , aynen döllenmiş yumurtadan çocukluğa doğru çıkan döngümüz gibi , sağlamca genetik şifrelerin içine yerleştirilmiştir.

Bu süreç başlangıcı belli olmayan bir zamanda kurulmuş ve ezelden beri sürüp giden bir genetik mekanizmanın işleyişidir. Bütün incelikleri ve sonsuz güzelliğine karşın yaşamın tek bir amacı vardır ; döngüyü sürdürmek . Bu döngü, bireylere , türlere , ekosistemlere en küçük bir umursama göstermeden sürer gider .

Yırtıcı hayvanlar eli ile veya kazalar sonucu ölümden kaçabilen şanslı varlıklar için neoplazi çeşitli biçimler altında ; kanser , bunama , kalp krizi , ..gelip yaşama son verir. Bu ne kadar değerli olurlarsa olsunlar her varlığa verilen, gelecek kuşaklar için yer açmaları gerektiği anlamını taşıyan bir mesajdır. Biyoloji bu hastalıkları düşman olarak görmez , aynen General Motors firmasının paslanmayı bir hata olarak görmediği gibi. Çürüyüp tükenmek , "yeniden yapılabilir" mallar üreten her girişim için gerekli bir süreçtir.

Bu süreç içinde kendi harcanabilirliğimizi biz kabul edemeyiz . Kanser , birey olarak bizler için bir tehdittir belki , fakat türümüz açısından hiç bir tehdit oluşturmaz . Neoplasia etkisine girmiş insanların büyük çoğunluğu çocuk doğurma , hatta çocuk yetiştirme çağını çoktan geçmiş bireylerdir . Ayrıca kanser özel olarak insanları etkileyen bir hastalıktır . Doğal yaşam içindeki hayvanların , yaşlanma sonucu ortaya çıkan neoplastic hastalıklardan etkilenecekleri kadar yaşadıkları pek görülmez .

Biyoloji kanseri yenmemi sağlayacak, hata yapmayan bir mekanizmayı kolaylıkla bünyeme yerleştirebilirdi . Aynı mantığa göre otomobil lastiği yapan bir firma da bir milyon kilometre dayanacak bir lastik yapabilirdi . Acı gerçek şudur ki ne doğa ne de lastik firması mantıksız ölçüde uzun bir ömür sağlama çabası içinde değildir. Buna karşı bizlerinde elimizden geldiğince aklımızı kullanarak bu kaderi yenmeye çalışmamız mantıklı bir davranış olur . Doktorluk sanatının başlıca amacı da zaten budur . "

"Kanser hastalığın adı bazı habis tümörlerin şeklinin yengeçe benzemesi nedeni ile latince yengeç sözcüğünden gelir. "

" Kanserler ile embriyolar doğaları açısından benzerlik gösterirler , her ikisi de tam gaz büyüyen hareketli hücrelerden oluşurlar. Döllenmiş yumurta haftalar gibi kısa bir sürede tek bir hücreden başlayarak minyatür bir insan vücudu oluşturacak şekilde büyür. Bu yüksek hızlı yapım aşamasında hücreler şekilsiz hücre kümelerinden kompleks organları oluştururken , embriyonun bir bölgesinden diğerine engellenmeden hareket ederler . Kanserli hücrelerin vücudun uzak bölgelerine metastaz yeteneği embriyo hücrelerinin bu hareket yeteneğine benzer şekilde gelişmiştir.

"Kanser hücreleri ile embriyonik hücreler arasındaki benzerlik yalnızca bu hareket yeteneğinden daha derinlere uzanır. Cenin dokularında görülen bazı protein ve hormonlar aynı şekilde kanserli hücrelerde de ortaya çıkar. Mekanik olarak kanserler , yetişkin hücrelerin sapkınlığa uğrayarak biçim değiştirmesinden değil , aslında onların çocukluk aşaması hücrelerine geri dönüşünden kaynaklanmaktadır.

Bu biçimi ile kanser hücreleri yaşamın simetrisini yansıtır . Topraktan geldik ve toprağa gideceğiz. Kanserli hasta da hayata geldiği şekilde veda eder , durmadan göç eden biçimsiz bir hücreler yığını olarak..."

5 Temmuz 2011 Salı

Cahillikler Kitabı - John Lloyd / John Mitchinson

Hakikatin yolu cehaletten geçer .
Henry Suso ( Küçük hakikat kitabı )

Giriş

Bu kitap çok fazla şey bilmediklerini bilen insanlar içindir. Sıradan insanların bilmedikleri yüzlerce şey içermektedir. Ama insanın cahilliğini yüzeysel olarak ele almakla başlamaz , çünkü bu durum cevapları içeren bir şeydir. Gerçekten ilginç sorular böyle olmaz . Hayat nedir ? kimse bilmiyor ..Işık nedir ? Ya da aşk ? Ya da kahkaha ?

Bu o kadar iyi tutulmuş bir sırdır ki , kimsenin yerçekimi kuvvetinin ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktur. Ya da bilinç, elektrik veya virüsler hakkında . Neden bir hiçlik değil de bir şeyler olduğunu bilmiyoruz .. Daha da kötüsü muhtemelen evrenin yüzde 96'sı kayıptır. Dünya katı değildir , boş alandan ve enerjiden oluşur . Ancak kimse enerjinin ne olduğunu bilmiyor ve boşluk diye bir şeyin olmadığından şüphe etmeye başlıyorlar .
..

Biyologlar birincil dürtülerimizin yemek , cinsellik ve barınma olduğunu ( bu hali ile hayvanlarınkinden bir farkı yoktur ) söylüyorlar . Biz de bizi eşsiz bir şekilde insan yapan dördüncü bir dürtü olduğunu söylüyoruz : Merak. Oklu kirpiler varoluşun anlamı hakkında endişe duymaz. Pervaneler ve karınca yiyenler gece gökyüzüne bakıp parıldayan şeylerin ne olduğunu merak etmez . Ama insanlar merak eder.
..

İhtiyacımız olan şey bir hazine dairesidir. Bilginin değil cehaletin hazine dairesi. Cevapları değil soruları veren bir şey . Zaten gösterişli olan olgular üzerine değil , cehaletin karanlık ve buğulu köşelerine ışık tutan bir şey . Bu kitabı akıllıca oku küçük insan , zira cehaletin gücü çok büyüktür.

5 Haziran 2011 Pazar

Semerkant - Amin Maalouf

Alıntılar :

"Bu kentten nefret etmeyeceğim . Suya giren kadın serap bile olsa . Gerçeğin yüzü ,Kesik Yüz'ün ki gibi olsa bile. Bu serin gece, benim son gecem olsa bile. "

"Nasıl mı dua ederim ? Güle bakarım, yıldızlara bakarım , yaratılışın güzeliğine hayran kalırım , Yaradan'ın en büyük en güzel eseri olan insana , bilgiye açlık duyan beynine , sevgiye susamış olsan yüreğine , duyularına , hayranlık duyarım . "

" Beni sana getiren yoksulluk muydu ?
İstekleri basitse , kimse yoksul değil
Dürüstü ve özgürü onurlandırabiliyorsan
Beklediğim onur vermen , başka bir şey değil. " ( Ömer Hayyam )

" Hiç şaşma . Gerçek iki yüzlüdür. İnsanlar da öyle . "

" Her sığınmacı elçiliğe nargilesini ve düşlerini getirmişti. "

" Bu ülkeye geldiğim zaman , koca koca sakallıların bin iki yüz yıl önce işlenmiş bir cinayete ağlayıp sızlanmalarını anlayamıyordum . Şimdi ise anlıyorum . İranlılar geçmişte yaşıyorlarsa , o geçmiş vatanları olduğu içindir. Bugün buralar yabancı bir diyar olduğu ve bu diyarda onlara ait hiç bir şey bulunmadığı içindir. Bizler için çağdaş yaşam , özgürlük simgesi olan herşeydir , onlar için ise yabancı egemenlik .."

Kitap , Alamaut konusunda yazılan diğer kitaplar kadar kaleye can vermiyor , ama Ömer Hayyam karakteri ve İranın anayasa mücadelesini anlatan bölüm ilginçti.