15 Mayıs 2009 Cuma
Kuantum teorisi , felsefe ve Tanrı- Caner Taslaman
" Bilim de din gibi yoruma açıktır "
Gelişi güzel notlar :
Belli noktalarda kesişen bilimin ve dinin , bu noktalarında çelişmediği bir anlayış oluşturmak insan psikolojisinin bir gereğidir, teoloji de bu ihtiyacı görmezden gelemez.
Modern bilimin makro düzeydeki en önemli teorisi izafiyet teorisi , mikro dünyanın en önemli teorisi ise quantum'dur.
" Quantum teorisi ile şok olmayan kişi , bu teoriyi anlamamıştır " - Niels Bohr ( Bu söz kendi şokumu sevecenlikle kucaklamama yol açtı : ) ..
Eski Yunanlıların "atom" u biliyor olması da beni aynı ölçüde şaşırtıyor .
İlk çağ felsefesinde atomculuk ; Varolan her şey boşluğa dağılmış atomlardan ibarettir. Değişim denen şey yalnızca atomların ayrılması ve birleşmeleridir.
Ortaçağ ve sonrasında bilimsel yaklaşımların "realist " olması ortak epistemolojik özelliktir. ( Fiziksel teorilerden dünyadaki gerçekliğin olduğu gibi tarif edilmesinin beklenmesi ) - ta ki Quantuma kadar .
Aristotales'e göre değişim varlıklarda olan doğal potansiyelin gerçekleşmesidir. Gayesel nedeni bilmek bilimin işidir. Gelileo ise değişimin, maddenin uzay ve mekandaki , kütle ve hızı ile ilgili olduğunu düşünüyordu. Newton da Galileo gibi evrendeki değişimin parçacıkların hareketlerine indirgenebileceğini öngördü.
Quantum teorisi determinizme , indirgemeciliğe ve realizme , matematiksel ve deneysel ispatlar ile karşı çıkar.
Heisenberg'e göre , ışığın aynı anda hem tanecik hem de dalga olarak hareket etmesi , mantığın 3. halin imkansızlığı ilkesinin değişmesi gerektirir.
Bilimsel realizm ; bilimsel teorilerin bize çizdiği dünyanın ontolojik bir gerçeklik olduğunu savunur.
Quantum teorisinin ispatlamış olduğu belirsizlikler ve kendinde şey 'e müdahale edilmeksizin gözlem yapmanın imkansızlığı , realistlerce bilgimizin henüz sınırlı olduğu ve gelecekte teorinin eksiklerinin giderilmesi ile sorunun çözüleceği şeklinde yorumlanıyor.
Aynı belirsizlik Yeni Berkeleyciler tarafından zihinden ayrı bir maddenin bulunmadığı tezlerine destek olarak alınıyor .
Yazar pek çok sonuçlar ve yorumlara neden olan kuantum teorisine ve doğal teolojilere sağlıklı bakış açısı olarak , bilime mutlak otorite veren ile mutlak izafi kabul eden yaklaşımlar arasında bir orta yol olan , kritikçi realizmi önermiş ; Tanrı'nın gönderdiği din ve Tanrı'nın yarattığı doğa çatışmaz , ikisi arasında bir çatışma görünüyorsa bu insanın vahyi , ya da doğayı ya da her ikisini birden yanlış veya eksik algılamasından kaynaklanır.
Newton bildiklerinden yola çıkarak "ontolojik determinist " bir evrenin varlığına inanmıştır . Heisenberg ise bilmediklerinden ( belirsizliklerden ) yola çıkarak indeterminist bir evreni öngörmüştür.
Klasik fizikte herhangi bir maddenin konumunu ve hızını bilirsek , daha sonra nerede olacağını rahatlıkla hesaplayabiliriz. Atom seviyesindeki parçacıkların ise Heisenberg'in ispatladığı üzere
konum ve hızını aynı anda tam olarak hesaplamamız imkansızdır. Heisenbergin belirsizlik ilkesi , cehaletimizden kaynaklı , deneysel ve kavramsal sınırlılıklarımızdan kaynaklı ve ontolojik indeterminizm kaynaklı olarak farklı yorumlara tabii. Kritikçi realist bakışa göre belirsizliklerin epistomolojik ya da ontolojik olduğu konusunda bir yargıya varamayız.
Evrenin yapısını bilemediğimiz bir durumda , bu bilememe durumunu kabul etmenin , sanki biliyormuşçasına temkinsiz bir şekilde Tanrı-Evren ilişkisi hakkında yargılara varmaktan daha doğru olduğunu düşünüyoruz diyor Taslaman.
Yerellik ilkesi : Yerellik ilkesi fiziksel olayların önce yakın çevresini etkilediğini söyler. Örnek bir orman yangınında ateşin sadece hemen yanıbaşındaki ağaçlara sıçrayarak dağılıp , büyümesi. Fizikte karşılaşılan hemen bütün kanunlar yerellik ilkesine uygundur. ( Quantum hariç : )
Yerel olmayan nedensellik : Uzaktan etki
EPR deneyleri : Einstein , Podolsky ve Rosenin birlikte yayınladıkları bir makale üzerine , ispat için kurgulanmış hayali deneylerdir. Bu deneylerde iki parçacığın birbirinden ayrıldığını düşünmemiz istenir. Kuantum teorisine göre bu parçacıklar ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsınlar ayrılmanın izlerini taşır. Örneğin bunlardan birinin spini ( eksen etrafında dönüş ) saat yönüne ise diğerinin ki tersine olmalıdır. Kopenhagen yorumuna göre A parçacığı ile ilgili yapacağımız ölçüm uzakta olsa da B parçacığını etkiler. Einstein yerel olmayan nedenselliği uzaktan hayalet etki tabir ederek reddetmiş. Yerel olmayan nedenselliğin fiziksel gerçekliği betimleyemeyeceği , dolayısı ile kuantum teorisinin eksik olduğunu göstermek için Epr deneylerini kurgulamış . Eisntein'ın teorisine göre hiç bir şey ışıktan hızlı hareket edemeyeceğine göre iki parçacığın arasında bundan hızlı bir iletişim olduğuna dair bir iddia fizik ile örtüşemez.
Kopenhag yorumunun babası Bohr ise Einstein'ın fiziksel gerçeklik ile ilgili yaklaşımını eleştirmiş.
Epr deneyini daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki bilgileri popüler fizik sitesinden aldım :
Kuantum kuramının üstüste gelme ilkesine göre herhangi bir fiziksel sistem olası durumlardan sadece birinde değil, birçoğunda birden aynı anda bulunabilir. Örneğin hidrojen atomu çevresinde dolaşan bir elektron aynı anda her yerde bulu-nur. Bu gibi garip durumları, bizim günlük hayatımızda tanıdık olduğumuz kavramlarla bağdaştırmak için başta Niels Bohr olmak üzere fizikçiler kuantum kuramının ölçme postülasını ortaya attılar. Bohr’a göre bu elektronun nerede olduğunu bulmak istediğimiz zaman ölçme aletimiz “bu elektron her yerdedir” gibi garip cevap vermez, aksine elektronun bulunduğu yerlerden bir tanesini rastgele seçer. Bu olaya kısaca çökme (collapse) denir. Başta Albert Einstein olmak üzere bir çok kişi, kuantum kuramının bu garip ölçme postülasından dolayı rahatsızlık duyuyorlardı. Özellikle ölçüm sonucunun rastlantısallık içermesi, ölçmeden önce parçacık hakkında tüm bilmemiz gereken şeyi bilsek bile, ölçmenin hangi sonucu vereceğini, ve ölçümden sonra parçacığın hangi durumda bulunacağını bilemememiz bu rahatsızlığı yaratıyordu. Ölçüm sonucu, tam ölçme anında doğal olarak takip edilemiyecek bir süreç sonunda ortaya çıkıyordu. Ölçme postülasının bu şekilde belirlenimciliğe (determinizm, gerekircilik) aykırı durumu, Einstein’a “Tanrı zar atmaz” dedirtmiş ve kuantum kuramı içinde çelişkiler bulmaya yöneltmişti.
Epr deneyinde , ölçümden önce her iki parçacık bir çok farklı momentumda birden bulunur. Bu anlamda momentum belirsizdir. Birinci parçacığın momentumu ölçüldüğünde olası sonuçlardan birisi rastgele seçilir (Tanrı zarını atar) , çökme dediğimiz olay gerçekleşir ve belirsizlik ortadan kalkar. Artık her iki parçacığın momentumu bellidir. Bundan sonra ikinci parçacığın momentumu ölçüldüğünde birinci ölçümle uyumlu bir sonuç verecektir. Ölçümün sonucu ilk ölçüm yapıldığı anda belli olduğu için (daha önce değil), ve ikinci parçacık bunu o anda öğrendiği için iki parçacık arasında sonsuz hızla bir mesaj gidiyor olmalı. Bu olaya kuantum telepatisi deniyor.
Konu ile ilgili bir diğer yaklaşım yerel nedenselliği koruyan bir gizli değişken ihtimalini göz önünde tutar. Yani parçacıkların arasındaki etkileşimi bir gizli değişkene bağlar.
Hangi kuramın doğru olduğu konusunda deneysel testler 1970′lerden itibaren yapılmaya başlandı. Epr hayali deneylerini labaratuvar ortamında gerçekleştiren Aspect parçacıkların uzaktan etkileşimini doğruladı.
Deneylerin gösterdiği sonuç kuantum kuramının zaferi anlamına geliyor. Yani parçacıklar hile değil telepati yapıyorlar!
İndirgemeci anlayış : Bütünün parçaların özelliklerininin toplamından oluşması . Maddenin kendisine indirgenmesi ile fenomenlerin açıklanabileceği sanılan atomun , kendi parçacıkları ile açıklanmasının mümkün olmadığı kuantum teorisi ile anlaşılmış. Atomun yasaları elektron , proton ve nötronları betimleyen yasalardan çıkarsanamıyor . Atom altı dünyada bütünsellikler önemli.
Kuantum teorisi ile ilgili yapılan deneyler ve teorinin matematik yapısı , indirgemeci fizikalizmin , evrenin ontolojisi ile çelişkili olduğu ve evrende parçaların ilişki içinde bulunduğu "ilişkili bütünselliğin " ontolojik bir gerçeklik olarak bulunduğunu gösterir.
Bilim buraya kadar , ontolojik indeterminizme kadar getiriyor konuyu , bu denkleme Tanrı'yı dahil etmek , Tanrı'nın bu ontolojik olasılıklardan birini seçmek sureti ile evrene etkide bulunduğunu savunmak ya da indeterminizmi kendi haline bırakmak..bundan sonrası kişilerin inançları ile ilgili tercihler.
Kitapta kaos teorisinden de söz ediliyor kısaca . Kaos teorisinin ortaya konmasında meteoroloji konusundaki çalışmaların özel yeri olmuş. 1960 yılında Edward Lorenz , eğer hava durumunu belirleyen tüm fenomenleri ayrıntılı şekilde bilebilirsek mükemmel hava tahmini yapılabilir düşüncesini bir bilgisayar modeli ile sınadı. Bilgisayara girdi olarak verilen sayısal değerlerin küsurlarındaki ufak bir yuvarlama dahi çıktılarda büyük değişikliklere yol açıyordu .
Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık başka deyişle "kelebek etkisi " , kaos teorisinin en önemli özelliklerindendir.Buna göre Şam'da kanat çırpan bir kelebeğin yapacağı değişiklik bile İstanbul'da bir fırtınaya sebep olabilir. Kaos teorisi ile ortaya yeni bir formül konmamışsa da "periyodik olmayan davranışlar" fizik biliminin ilgi alanına girmiş.Kaos teorisi determinist yasalar çervesinde hareket eden sistemlerin periyodik olmayan ve öngörülemeyen davranışlarını inceleyen teori olarak tarif ediliyor. Kaos teorisi deterministik denklemler sonucunda kaotik süreçler oluştuğunu söyler ( uzun süreçte tek bir atomun bile konum ve hızını yüzde yüz doğru belirleyemezsek geleceği tahmin etmek imkansızdır ) buradaki determinizmi Tanrısal etkinliğe izin verecek ölçüde esneten fikirler olmuştur , örnek Polkinghorne , Tanrının sisteme bilgi dahil ederek fakat enerji dahil etmeyerek etkinlikte bulunduğunu savunur. Kaos sürecinde olası bir çok alternatif olmalıdır ki bilgi eklenmesi bir değişiklik oluştursun . Yazar Caner Taslaman , kuantum teorisinin ispatladığı ontolojik indeterminizm ile doğa yasalarında görünen kaotik determinizmin birbirleri ile çatışmak zorunda olmadıkları sonucuna geliyor. Atomun mikro dünyası ile atomlardan oluşan makro dünya arasında bir duvar olmadığına göre , kuantum teorisi ile kaos teorisini birleştiren yaklaşımların ortaya konmasını beklemek safça bir ümitten çok sağduyuya uygun bir beklentinin gereğidir demiş.
Kuantum teorisi ve Tanrısal etkinlik konusuna geriş dönecek olursak , kitapta George Elllis'in ilginç bir tezi var. Ellis beyinde olan kuantum olayları ile düşünce ve duyguların etkilendiği , vahiy ve dinsel tecrübenin de bu vasıta ile gerçekleştiğini savunuyor. Ellis'e göre zihin aracılığı ile bedende , beden aracılığı ile evrende makro değişiklikler meydana gelir.
Kuantum olayları ile zihin arasında bir kaç şekilde ilinti kurulabiliyor , Ellis gibi kuantum boşluklarını Tanrının doldurduğu , ya da insanın zihindeki objektif olasılıklar içinden özgür bir seçim yaptığı , ya da zihnin indirgemenezliği gibi tezler var .
Mucizeler ile ilgili bölümde Arkeoloji biliminin gelişmesinde dini metinlerde geçen şehir ve kalıntıları bulma arzusunun itici güç olduğundan bahsediliyor , bu bana ilginç geldi .
Mucize konusunda Taslaman'ın görüşü ; eğer doğa yasaları ihlal edilmeksizin mucizelerin gerçekleşeceği gösterilebilirse dinin bilimle çeliştiği tezleri son bulur . Taslaman bu" imkanı " işaret etmekle gerçeğin böyle "olduğunu iddia etmek "arasındaki farka da dikkat çekiyor.
Doğa yasalarını çözmüş olduğumuz yanılgısı kuantum teorisi ile bozulmuştur. Tanrı yasaları ise doğa yasalarından daha geniş yasalardır ve hakkında bilgimiz yoktur.
Taslaman gerek mucizeler ( baştan müdahale , doğa yasalarını ihlal ya da kuantum boşlukları ile ihlalsiz müdahale ) gerekse evrim ve insanın iki ya da tek cevherden oluşup oluşmadığı konularında teolojik agnostik bir tavır takınmayı tavsiye ediyor.
Bunun sebebi gerek bilimsel gerekse teolojik olarak elimizde bir seçeneğin daha rasyonel olduğuna dair bir kanıt bulunmaması. Tanrı mucizeyi baştan müdahale ile de gerçekleştiriyor da olabilir , doğa yasalarını ihlal ederek de . Tanrısal hikmetin bu alternatiflerden hangisini gerektirdiğini bilemiyoruz ve bildiğini iddia edenlerim argümanlarını da tatmin edici bulmuyoruz diyor Taslaman . Ve bu kitapta yapılan da halihazırda konu ile ilgili mevcut bulunan tezleri inceleyerek yetersizliklerini ortaya koymak ve bunu yaparken de kuantum'dan faydalanmak.
Natüralistlerin ve bilimcilerin , bilimi doğa yasaları ile eşitlemesini
Teologların Newtoncu yasalar ile Tanrı yasalarını eşitlemesini ( mucize doğa yasalarını ihlaldir tezi )
Spinoza gibi pantesitlerin ise mekanik yasalar ile Tnarının doğasını eşitlemelerini eleştiriyor Taslaman.
Bilimin içinde insan unsuru bulunmaktadır ve insanların toplumsal şartlanmalar , ön yargılar , apriori kabuller , kavramsal ve kapasite yetersizlikleri gibi sınırlılıkları vardır . Din de Tanrısal vahyin bir ürünü olsa da vahiyden sonuçlar çıkaran teolojiler insanların ürünüdür. Bilim için sözkonusu sınırlılıklar teoloji adına da geçerlidir. Bunları göz önüne alan Taslaman hem dine hem de teolojiye kritikçi realist bir bakış açısı öneriyor. Kanıtları bulunmamış , bulunabileceği de belirsiz olan dini ve bilimsel konular hakkında agnostik tutum sergilenmesini ben de mantıklı buldum.
6 Mayıs 2009 Çarşamba
Empati - Adam Fawer
İlk eleştirim Olasılıksız'ın çevirmeni ile bu kitapta birlikte çalışılmaması olacak. Şirin Okyayüz gerçekten nefis bir tercüme yapmıştı . Onun eksikliği hemen ve çok fazla hissediliyor. Genel olarak Empati'nin ilk kitaptan daha az beğenilmesinin sırlarından biri bu olabilir.
Dün ilk 140 sayfayı okudum . Doğrusu Fawer'in bu ikinci kitabını ticari bir proje olarak yazdığına kanaat getirdim. İlkinin o çok düşünülmüş , farklılık arzeden , amatör güzelliği ikincide sistemli , zorlama bir öyküye dönüşmüş. Satır aralarına da "embedded " ( gömülü ) reklamlar almış ki insanın sinirlerini bozmaya yetip artıyor.
Mac Donalds'ın okkalı bir reklamı var mesela , isim vermekle yetinilmemiş , menülerin detayına giriliyor ..başka lokantalar da geçiyor tek tük isimlerle ..Kit kat reklamı var ..Pepsi , popüler tv dizisi reklamları ..kitabın Amerika'dan önce Türkiye'de çıkması da bir mantığa oturdu kafamda , hem çok nüfuslu bir pazar , hem de Amerika'ya göre oldukça uzak..bakın orada dahi şu kadar adet sattım , şimdi reklam ücretimi konuşalım , McDonalds her an King Burger'e , Pepsi kola , Coca cola'ya dönüşebilir diyecek sanırım. Öyle de çok firma var ki Fawer'in görüşeceği herhalde bu kitapla köşe olmayı planlıyor.
1. bölüm zaman git- gelleri ile dolu , farklı karakterler için ayrılan 2-3 sayfalık kısa bölümler bir de zaman olarak farklılık gösterince yorucu olmuş , bu kadar sık aralıklarla zaman değiştiren bir roman daha okumamıştım ..neyseki ikinci bölüm ve sonrası daha normal ..
İkinci bölümde sevdiğim bilimsel dersler de başladı , kadın sesinin 165-255 Hz , erkek sesinin ise 85-155 Hz arasında oluşu , sesin fotonların havayı titreştirmesi ile algılanması ( lisede öğrendiysem de unutmuşum ) , fotonların elekromanyetik salınımlarının düşük frekansta elektirik , daha sonra ses ve frekans yükseldikçe ışığı oluşturması ..Am ( genlik modülasyonu ) , Fm ( Frekans modülasyonu ) Uhf ( Ultra high frekans ) Vhf , gibi teknik tanımların ardı asılını okumak çok hoşuma gitti.
Ayna nöronlar , empati ve sinestezi..hepsi ilginç bilimsel konular ..
14 Mayıs - Kitap bitti notları :
Uzun zaman önce bir arkadaşım empati için 500. sayfaya geldim , emeğime yazık demişti , kitabı okurken çoğunlukla "o kadar da fena değil ama "diyordum..kitap bitti ve hikayenin üzerine oturtulduğu komik yanlışlar iyice yüzeye çıkıp beni de olumsuz etkiledi..her hali ile gnostik fikirler olan ilahi kıvılcım , hakikate yönelmek , bütünlükte erimek düşünceleri kitapta her nasılsa agnostik fikirler olarak takdim ediliyor ..( esasen bilinemezci ) agnostikler kusurlu ve kusursuz olmak üzere iki Tanrı'ya inanan ve kusursuza ulaşmak için kusurluyu öldürmeye çalışan çılgın bir grup olarak karşımıza çıkıyor . Kusurlu Tanrı'yı masiva'nın sembolü olarak kabul edebilir miyiz diye şöyle bir durup düşündüm ama kitaptaki hayali tarikatın izahı çok daha farklı ;
"Başta ilahi bir töz , evren varolmadan evreni dolduran mükemmel bir ruh vardı diyor , bu ruh kendi içinden yaşam özünü yaydı , bu bütünlük diyarında tanrısal varlıkları doğurdu, sophia /bilgelik bunlardan biriydi ve sophia kusurlu bilinci oluşturdu , kusurlu bilinç evrenin yaratıcısı oldu , dünya üzerindeki acı ve üzüntüler kusurlu Tanrının ürünü , beden de böyledir .. ruh ise gerçek tanrının ilahi kıvılcımını barındırır , kişi içindeki kıvılcıma ulaşmalı , böylece gerçek tanrı ile bütünleşir "
Hayali agnostik tarikat kurgu ürünü olarak hikayeye doku veriyor ..ancak Fawer'ın , sayıp döktüğü bilimsel tezler ile öyküsünü ispatlamaya çalışır gibi de bir hali var .. Elijah, kitabın son bölümünde evren birliğini ve hepimizin Tanrı olduğunu görüyor. Bu fikir Olasılıksız 'da da temel alt yapı idi. Tesla'nın icatlarından , kuantum fiziğine , descartes'dan russel 'a onca şeyi incelemiş olan Fawer'in naısl olupta agnostizmi bilemediği noktasında hala takılıyorum.
Sıradan Amerikalını ilgisini çekecek süsler ile dopdolu kitap , yine sıradan bir holywood filmi gibi empati 2 'nin yolda olduğuna işaret eden bir sonla bitti..
4 Mayıs 2009 Pazartesi
Teorik ve pratik açıdan Tasavvuf ve İslam - İbrahim Sarmış
İbrahim Sarmış Hoca , hak ve adalet hiç bir ekol ve kişi için feda edilemez diyerek başlamış, İslam ile Tasavvufu birbirinden ayırt etme gayretinde olan çalışmasına .
Henüz bir kaç sayfa okudum ama dizinden de göz attığım kadarı ile biliyorum ki Hoca , İslama sonradan eklemlenmiş felsefi öğeleri , neden ve nasılları ile anlatmaya çalışacak. Ayrık otlarını temizleyip , güle sağlık vermek çabasında .
Daha şimdiden biliyorum söyleyeceklerini.
Bana kalsa İslamın özü olarak sunulan tasavvuf ile klasik islam arasındaki en büyük uzlaşmazlık " kelime -i tevhid " konusunda . La ilahe illallah ! Sufiler Allah'ın birliğinin mutlak olması için insan ve diğer varlıklar Allah'tan ayrı görülemez der. Diğer görüş ise insanı ya da mevcudu Allah'a ortak etmenin şirk olduğunu söyler. Bu bilmecenin içinden çıkmak zordur .
Kitapta yazılanlara gelecek olursak ;
İlk önerme : İslam ümmeti vasat ümmettir. Hayata karşı bir tavır alma olan zühd anlayışı islamın dengeli yapısından mana lehine bir sapmadır.
Rabbimiz insandaki maddi ve manevi eğilimleri dengede tutmak için kesin ölçüler ve açık hükümler koymuştur. Kişinin heva ve hevesinin kölesi olmasının kabul edilemeyeceğini Furkan suresi 43. ayette okuyoruz.
Sarmış zühde kapılmayı da heva ve heves olarak görmüş gibi .
( Açıkça ifade edilmese de heva konusunun hemen devamında ibadette aşırıya gidenlerin durumu anlatılıyor . Heva ve hevese kapılmamanın nefs terbiyesi ile ilgili olduğunu bir karşı eleştiri olarak not edip önermelere devam edeyim )
2. Önerme : Hidayetin sadece ve sadece Kuran'da aranması imanın gereğidir.
"Şüphesiz ki Kuran insanları en doğru olana iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir mükafat olduğunu müjdeler ( İsra 9 ) "
Tasavvufta genel fikir, ilimi ve okumayı kil-u kal bilip yaşamayı esas almaktır. Kuran'ın okunarak anlaşılamayacağı , dolayısı ile tek başına bizi doğruya iletemeyeceği savunulur.
( Bu fikir ayet ile çelişkili görünüyor..Kuranı anlamak için aracı kişilere ihtiyacımız olduğu ifadesi de bulunmuyor bildiğim kadarı ile Kur'anda . Bilakis şöyle bir ayet var :
" Bu Kuran çok mübarek bir kitaptır. Onu sana indirdik ki , ayetlerini düşünsünler ve aklıselim sahipleri öğüt alsınlar. " Sad 29 )
3. Önerme : Tevessül konusu. Sarmış Allah' a melekler ve salih kişiler gibi sevdiği varsayılan varlıklarla tevessül edilmesinin cahiliyye dönemi Arabistan'ında da görüldüğünü söylüyor. Yunus suresi 18. de anlatıldığı üzere taptıklarını Allah yanında şefaatçiler olarak gören cahil araplara siz Allah'a bilmediği bir şeyimi haber veriyorsunuz denmiş.
Zumer suresi 44. ayette de Şefaat tümüyle Allah'a aittir deniyor.
Salih kişilere tevessül ederek şefaat beklenmemesi gerektiği konusunda güzel kanıtlar.
( Benim duyup gördüğüm bir çok tarikatta mürşid-i kamile tevessül edildiğidir. Doğruyu bilmeyi Allah'a bırakmakla birlikte Sarmış'ın eleştirisinde haklılık payı yok diyemeyeceğim )
4.önerme : Gayb Allah'ın yanındadır. Gaybın Allahtan başkası tarafından bilinebileceğini düşünmek imana zarar verir.
( Tasavvuf yolu ile gaybın bilgisine ulaşmak , sırlara ermek , ricaül gayb benzeri sıfatlar kazanmak bunlar dine aykırı bulunuyor diye yorumladım )
5.önerme : Sünnete uymak gereği.
"Sizin Allahtan en çok korkan ve korunanınızım. Bazen oruç tutar bazen tutmam. Gece hem namaz kılar , hem uyurum , kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetim bu dur. Kim yoluman yüz çevirirse benden değildir. " ( Buhari )
Tasavvuf adı altında yapılan fazladan ibadet ve ritüeller'e sünnetten ayrılma anlamında bir itiraz sözkonusu.
Kuran' da Peygamberimize : "Deki benim namazım , ibadetlerim , hayatım ve ölümüm , hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir .Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim " buyruluyor .
( Konuya biraz kafa yorulduğunda İslam'ı, peygamberine uyarak yaşamanın güzelliği ve doğruluğu kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Haddim olmayarak düşündüm mesela Peygamber sema etmedi ise ..semayı Allah'a yakınlaşma saymak ne kadar doğrudur ? )
Allaha ibadet etmek ve yakınlaşmak amacı ile uydural her amel merduttur ve sahibinin aleyhine olur ( Muslim )
Allaha ibadet ve ona yakınlaşmak sadece ve sadece Allah'ın teşri buyurduğu ve Resulullah'ın öğrettiği ile olur , bunun dışına çıkmak , artırmak , eksiltmek veya değiştirmek bidattır ve sapıklıktır demiş yazar.
Hayrı isteyen nice kişiler vardır ki hayra ulaşmaz. Amelin sahih ve geçerli olabilmesi için iyi niyet yeterli değildir . Şeriatin ölçü ve sınırlarına bağlı kalmak da şarttır.
6.Önerme : Eski din ve felsefelerin tasavvufa etkisi.
Sarmış eski Yunan'dan başlayarak pek çok mistik felsefeyi Tasavvufla ilişkilendirmiş ve bu ilişkiyi batıllığına başlı başına bir kanıt saymış. Oysa dünya üzerinde dinlerin tarihinin İslamla başlamadığını iyi biliyoruz. Eski felsefe ve dinlerdeki bazı argümanların varlığını ateistler de İslama karşı kullanıyor . Yani bu güçlü ya da anlamlı bir delil değil.
7.Önerme : Emevi ve Abbasi devletleri döneminde topluma hakim olan ekonomik ve siyasi koasun bazı çevrelerde zühd anlayışına sebebiyet vermesi ve bunun yeni fethedilen topraklardaki kültür ile sentezleşerek tasavvufun oluşması.
Sarmış toplumdaki yozlaşmadan söz etmeye musiki konusu ile başlıyor . Müziğe çok düşkün olup bu konuda ilerlemeler kaydettiler diye şikayet ediyor. Ahlaki yozlaşmanın ilk nüvesi olarak müziğe işaret etmesini tuhaf buluyorum.
İslam öncesi dinlerin etkisi bölümü olduğu gibi başka yazardan alınmış. Alınmakla kalsa iyi, harflerde bu alıntıyı vurgulamak ya da hacmini küçük göstermek için ufaltılmış , o hali ile bile 10 sayfayı aşıyor. Minik harfleri okumak tam bir eziyet. Hoca ya ufaltmasaydı , daha da iyisi o yazarın eserini okuyup kendi kelimeleri ile kaynak göstererek ifade etseydi diyorum . Bu onlarca sayfalık alıntılar lise dönem ödevlerimizde kalmıştı sanki .
8.önerme : Ana konuların çoğunda tasavvuf ve gulat şiilik arasında aynilik vardır.
( Buna yorum yapamıyorum. Okurken anlamlandırma ve sonuca varma çabası beni oldukça yordu. Bilgimi aşan konular ..hatta belki inancın kendisi gibi bizzat tercihlerdir. Şimdilik ara veriyorum. Bu kitabı gelecekte okuyacağım. Muhakeme ve mukayese yetisini kendimde gördüğümde . )