30 Haziran 2009 Salı

Aklındakini okuyabilirim-David J.Lieberman

Hiç bir şey okuyamayacak kadar yoğun olduğum zaman , hiçbir şeyden se "hafif" bir şeyleri yeğ tutuyorum. Bu da öyle bir şey. Psikoloji ilminden süzme pragmatik sonuçların bayağılığı ile eğlenir miyim , yoksa bundan dahi kendime bir pay mı biçerim belli olmaz.

Netice : Burada anlatılan testleri hiçbir zaman uygulamayacağımı düşünerek kendimi zorlaya zorlaya kitabın yarısına geldiğimde ego, ruh ve beden hakkında harikulade bir sayfa buldum..bilginin evrenselliği , adı ister "ego" ister "nefs" olsun temel dinamiklerin anlatılışı ile bir kez daha gözüme çarptı.

Lieberman diyor ki ;

İnsanların içinde , genellikle birbirleri ile çatışma halinde olan üç güç vardır ; Ruh (bilincimiz),ego ve beden .Ruh doğru olanı yapmaya çalışır , ego haklı olmak ister , beden ise hepsinden kaçmaya çalışır. Kolay veya rahat olanı yapmak bedenin istediği şeylerdir.Egomuzun etkisinde kaldığımızda doğru imajı yansıttığını düşündüğümüz şeyi yaparız.Bu tercihler iyi olana değil bizi iyi gösterene dayanır.Bir ruhun tercihi ise kendimizi nasıl hissettiğimize bağlı olmaksızın doğru olanı yapmaktır.

Gerçek özgürlük canımızın istediği herşeyi yapabilmek değildir , daha ziyade canımız ne isterse istesin gerçekte yapmak istediğimizi yapabilmektir.

Eğilimlerimize üzerinde yükselip, direnebildiğimizde içsel kontrolümüzü ele almış oluruz.Ancak sorumluluğu seçebildiğimizde ve seçtiğimizde özgüvenimiz güçlenir.Kendimizi kontrol edemez ve anlık zevklere kapılırsak veya bir imaj çizmek ve onu korumak için yaşarsak kendimizi zayıf hissederiz. Kontrol dışı dürtülerimizin kaprislerine bağlı halde veya başkalarının öz-imajımızı beslemelerine muhtaç halde yaşamak durumunda kalırız .Böyle bir kişi iradesini kullanamadığı için sürekli olarak hayata karşı öfkelidir.Beklentileri asla karşılanmaz. Sürekli bir arayış içindedir çünkü aradığını asla bulamaz.

Kendine odaklanmış bir kişinin psikolojisi , arzularıyla , uçucu dürtüleri ile , ve düşüncesini büküp çekiştiren şeylerle doludur. Tek başına iken "kendimden hoşlanmıyorum " deyip duran bilinçaltı sesini susturmak için , kendini iyi hissettiren herşeyi yapar.

Bu döngü sürekli olarak aşağı iner , çünkü kendinden hoşlanmayan kişi genellikle geçici, anlık tatminlere yönelir , dürtüleri üzerinde yükselmek yerine onlara teslim olur.

Kendimizi sevmediğimizde kendimize yatırım yapmak yerine aşaırı yeme, alkol, madde bağımlılığı gibi zevk görüntüsündeki yöntemlerle cezalandırır, sürekli olarak hayatlarımızı incelemekten kaçınırız. Kendimizi sevmek isteriz ama bunun yerine kendimizi kaybederiz. Bu yüzden sevginin yerine alacak illüzyonlara kapılırız.

Kendine odaklanmış kişi dönüştüğü kimliği sevmez , bu yüzden hayatta herşey ona zor gelir.Bu çaba tahammül edemediğiniz bir patron için çalışmaya benzer. Amaçsız şeylerle , sonsuz eğlencelerle onu susturmaya çalışabilir , sizi onunla yüzleşmekten kurtaracak herşeye evet dersiniz.

Kişinin özsaygısı olmadığında kendini gerçekten sevmesi mümkün değildir.Duygusal boşluğunu doldurmak amacı ile , onay almak için dünyaya döner.Açlığını çektiği takdir ve kabulllenme saygı paketi içinde gelir.Dünya ona saygı duyuyorsa o da kendine saygı duyabilir ve başkalarının hayranlık ve sevgilerini öz-sevgiye çevirir. Özdeğeri başkalarının onunla ilgili görüşlerinin doğrudan bir yansıması haline gelir. Daima başkalarının ilgi ve takdirini arar. Ama başkalarına dayanarak yaptığımız herşey bizi duygusal olarak tüketir.
Bu durumda nevrotik, endişeli, evhamlı , hatta bunalımlı olmamız hiç zor değildir.

Dünyayı bozuk bir objektiften görürüz, çok az gerçeklik algılarız ve gördüklerimizi alıkoyamayız çünkü içinde tutacağımız sağlam bir kabımız yoktur.

Saygı görmediğini hisseden bir kişide , özsaygı eksikliği herhangi bir duruma abartılı tepki vermeyi gerektirir.Öfke kırılganlık duygusuna bir savunma mekanizması olarak harekete geçer.Bazı insanlar öfkelerini dışa vurup sert,gürültücü, sevimsiz tiple rolurken , bazıları içe dönerek , sevgi ve takdir alma çabası ile dünyayı memnun etmeye çalışan kapı paspasları olurlar.

Düşünce olarak kabul edilen şey , genellikle aslında duygusal olarak önceden programlanmış tercihlere dayalı tepkilerdir. (Burada söz edilen mantıklı bir karar verme süreci değildir. ) Bu sebeple bir kişi duygusal olarak doğru programlandığında ona istediğiniz şeyi yaptırmanız kolaydır. Örnek : Bir dilekçe imzalamasını istediğimiz birine öncelikle , her zaman haksızlıklara karşı mücadele eden biri olduğu için kendisini takdir ettiğimizi söylersek , o teşekkür edip kendini bu imajla yeniden programlayacak ve istediğimiz dilekçeyi imzalamakta tereddüt göstermeyecektir.

Doktor Ernest Dichter insan davranışlarının yüzdedoksandokuzu mantıksızdır der. Yani bilinç ile düşünülmüş , özgür irade ile alınmış kararlar değildirler.

Geçici sonuçları olan durumlarda , kişinin davranışları öz-imajını ego yolu ile yeniden ve aniden biçimlendiren bir önerme ile kontrol edilebilir.

Ego mantıksızdır. Ama mantıksız olan tahmin edilemez değildir.

Kolay olanı yapma dürtümüzü aşabildiğimizde ve doğru olanı yapabildiğimizde , kendimizi iyi hissederiz. Dolayısı ile özgüven ve özsaygı kazanırız.

Ego ve özgüven genel olarak terstir. Özgüven ne kadar güçlü ise ego da o kadar küçüktür. Gerçekliği daha net görürüz çünkü ego bakış açımızı bozar. Dünya görüşümüzü filtreler , ziyanı dışarıda tutar ve hatta kendimizi görme şeklimizi , başkalarının bizi görmesini istediğimiz şekli belirler.

Kişinin özgüveni zayıfsa kendine bakmaz. Duygusal açıdan yanılmayı , kendini yetersiz görmeyi istemez. Bu sebeple bir hata yaptığında , müsebbibi "dünya"dır. "Dünya adil değildir , kendisine sürekli haksızlık yapılmaktadır. " Başına gelen sevimsiz işlerde , kişi kim olduğunu değiştirmek yerine , dünya görüşünü yeniden şekillendirir.

Özgüveni güçlü biri bilgiyi daha net değerlendirebilir. Zayıf biri ise dirençle karşılaşacağı biçimde düşünce sistemini büker.

Deneyimlediğimiz her şey bizi biçimlendirir. Bunu yaparken ya özgüvenimizi güçlendirir , ya da zayıflatır.

Özgüven zayıf olduğunda ilgi tipi şimdiye kayar. Kişi ihtiyaçlarına odaklanan ve hızlı tatmin sağlayan şeylere yönelir.Uzun vadede iyiliğini tehlikeye atsa daha şimdiye ve buraya odaklanır.Özgüven güçlendiğinde ilgi seviyesi uzun vadeli tatminlere yönelir. Uzun vadede yarar sağlayan şeylerden daha fazla zevk alır , bunun için anlık zevklerinden vazgeçebilir.

Özgüveni güçlü insanlar , zayıf olanların aksine doğru olanı yaparken acı veya çaba hissetmezler. Özgüven bize sınırsız bir enerji ve ilham kaynağı sunar.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Babil'de ölüm , İstanbul'da aşk -İskender Pala

Bu kitap bir tevafuk sonucu elime geçti..doğrusu İskender Pala'nın aşkla haşır neşirliğini işitmiş ve bir eserini okumak istemiştim. Ama bu kitabından haberim yoktu. Elime geçti , okuyorum.

Biraz şaşırdım ilk başlıkta ; Leyla ile Mecnun L&M olarak kısaltılmış...ampersand adı ile bildiğimiz "&" sembolünü hep ingilizce "and" sözcüğü yerine okumaya alışığım ben de .. yazar "ile" yerine "and" kullanmış hem de Leyla ile Mecnun'un arasında diye pek hayıflandım , sonra sonra ampersand'ın zaten latin alfabesine ait olan bir sembol olduğunu idrak ettim ..araştırdım da ; M.S.1. yy 'dam beri kullanılagelmiş..latin alfabesi varyasyonlarını kullanan uluslarca kullanılmış , biz Türkçe'de kullanmıyoruz o ayrı...

Bu öyküden beklentim , vaad ettiği üzre "Aşkın derinliklerinde uzaya açılan yüksek kapının sırrını" vermesi..Oldukça yüksek bir beklenti : ) ..

Pala 'nın konuya ilişkin ilk ipucunu aşağıdaki cümlede buluyoruz;
"Aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır. Ona sahip olan dünyaya hakim olur "

Bazı satır araları çok hoşuma gitti , serpilen manalardan birazcığını anlayabildiğim için ..aşkta ilerlesem manalar sarhoş edecek denli güzel..şifreyi okuyacak ilim , güneşi görecek göz gerek..

Çileğin ilk öyküsü çok hoşuma gitti , kısaltarak da olsa birazını buraya almak istiyorum..aşık meyvenin güzel kokusu biraz da olsa benim kelimelerime karışsın diye.

"Dicle'nin serin yamaçlarında bir çilek idim ben.Bir gün kara kaşlı, kara gözlü bir arap kızı nazik elleri ile kopardı beni.Umuyordum ki al dudaklarına dokunacaktım.Hatta tam dudaklarına yaklaşmışken ..Olmadı..Olamadı..Olamadım, yarım kaldım "

İşte bu yarım kalmışlık aşk olup çileğimizi yakıyor ..Leyla'nın ellerinden bir kazana düşüp , kaynıyor , kağıt oluyor..çileğin serüveninin her anlamı aşkı çağrıştırdı.

" Yanıyordum , gül dudaklar umarken çöl dikenleri battı yüreğime , yanışım ateştenmiydi , aşktan mı anlamadım .Rengim solarken canıma batan liflerin ve dikenlerin hesabını soramadım kimselerden.Bir kaç gün sonraydı , yaralarım iyilişmeye , kaynayan kabarcıklarım kurumaya yüz tutmuştu.Leylanın ellerine değen mühreler , melankoli hastalarının başını okşar gibi okşamaya başladı bağrımı bir bahar ikindisinde.Parşömen oluyordum görünüşte , ama içimdeki kıpırdanışlardan haberi yoktu yüzümü okşayan ellerin.Ölüyor muydum yoksa diriliyor mu , kestiremiyordum.Varolmanın ayrımındaydım , nefes alıyor gibiydim. Leyla'nın elleri beni tutsun ve bırakmasın istiyordum.Ellerinin sıcaklığı ile her gün yanabilir , götürdüğü yere her gün gidebilirdim. Var idim ama ne idim , anlayamıyordum. İlk dadım , ilk aşkımın adı idi Leyla.Biliyor ama bildiremiyordum, fark ettiğimin fark edilmesini istiyordum , olmuyordu.Bunun "eşyanın ruhu" olduğunu ve doğulu uluslarda eşya'ya bakmanın gerçeği görmek ile eşdeğer tutulduğunu sonra öğrenecektim. Tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi , cansız varlıklarda birer hayat sürüyor , yerküre topyekün nefes alıyor , yaşıyor ve yaşatıyordu.Benki toprağın ve suyun çocuğu , ateşte nefes almış , serin esintilerden gıdalanmıştım.Varlığım bilgi ile yoğrulmuş gibiydi.Biliyordum, bildiğimi bilmenin bilinci ile biliyordum."

Gönül gözü ile gören ,hal dili ile okuyan, aşık çileğimiz parşömen olarak satılır , bu ayrılık çileği yani Kays'ı öyle üzer ki " keskin bıçaklarla yontulmuş çift dilli kalemler bağrını kanatsa "gözünde bile değildir .Yeterki bağrına Leyla yazılsın...

"Beni aşkın yağmur olup yağdığı , zamanın aşka kurulduğu , aşkın zekat olarak verildiği coğrafyalara götürsünler istiyordum.Aşk ile yoğrulmak , aşktan yorulmak istiyordum.Leylanın hasreti,hicranı,firkati içimi yaksın , yaksın ve ahımın kıvılcımından gökler tutuşsun istiyordum .İçimdeki aşk ateşini söndürmeye gözümden su serpeyim istiyordum , ama yangınım çok büyümüştü , gözyaşlarım söndürmeye yetmiyor , bilakis alevlerini çoğaltıyordu.Bir mum gibiydim .Başımda sevda ateşi , gözlerimde yaş bedenim durmadan eriyor , can ipliğim durmadan yanıyordu..."

Okurken kendimce bulduğum aşk sırlarını buraya not düşeceğim..yüzlerce kelime içinden benim çekip aldıklarım bunlar :

1.Sır: Aşk ile kınanmışlık bir arada bulunur ( Aşk ve sır gibi )
2.Sır: Emel ile elem arasında yalnız bir dizge fark vardır
3.Sır : Bir aşka ancak aşk olduğu için aşık olunabilir ( önemli olan sevgili değil bizzat aşkın kendisidir )
Mecnun Leyla'nın aşkında kaybolmuştur , Leyla ile karşılaşınca onu tanımaz ;
"Ger ben ben isem nesin sen ey yar / Ver sen sen isen neyim ben-i zar '
4.Sır :Bütün aşklar gizli olduğu gibi belalıdır da..belayı aramak , derdi zevk edinmek gerekir. Azab a-z-b kökünen türemiş bu da lezzet demektir. Aşkın azabında lezzet bulan aşık kavuşmayı ve mutluluğu dilemez.
5.Sır: Aklın olduğu yerde aşk olmaz . Fuzuli Sevda siyah etti rüzigarım/Aşk aldı inanı ihtiyarım ( Sevda günümü kararttı , aşk bilinç dizginlerimi elimden aldı ) dedirtmiş Mecnuna.
İyileşmesi için Kabe'ye dua etmeye götürüldüğünde ise duası ;
Endişe-i akıldan cüda kıl / Aşk ile hemişe aşina kıl ( Tanrım beni akıl endişesinden uzak eyle , her an aşk ile içli dışlı yap ) olmuş.
6.sır : Leylanın hayali iki gözüm arasında idi ve ben ilahi güzelliği bu hayalin içinde bulmuştum ( Mecazi aşkın ilahiye köprü olması şeklinde yorumladığım bu cümle üzerinde biraz daha düşünmeliyim )

7.sır:Aşk gibi iman da gizlidir.

bu arada yazarın tespit niteliğindeki bazı cümleleri de sepetime koymadan geçmedim , mesela diyor ki;

"mavera ile göbek bağı bulunmayanlar bilgiyi hazmedemiyordu"
"şeref bir örümcek ağı gibiydi. Büyük sinekler geçip, küçükler takılırdı"

"hatıraları unutmak olanaksızsa , hatıralarda unutulmak kader olur "
"tanıklık gerçeği , bilgi acıyı çoğaltır "

bir de edebi yönden lezzetli cümleleri var ;
"Günün yorgunluğunun karları karartması ", Güneşin batışını "karlar üzerine altın tozları serperek erimesi"ne benzetmesi , "Gün ışığının toz zerrelerini elemesi " gibi.. kitaba dönüşmüş çilek herhali ile her konuşması ile pek şeker , tereddütü dahi öyle ; "olacak olan olur diyordum ama olacak olan olmasın da istiyordum "..:)

Kendimize öykü içinden soracağımız çok şey var , galata mevlevihanesinde geçen bölümde soruyor;

dönmek mi atlamak mı ? atlamak mı düşmek mi ? kanatlanıp geçmek mi ?

ve.."benim için en gerçek Leyla idi, onlar için Buam "cümlesini okuyunca ya benim hayatımda en gerçek nedir diye sormadan edemedim. Hayatımın merkezine oturttuğum "en gerçeğim" ?

Mecnunun kalbi ile sorduğu; Ger ben ben isem nesin sen ey yar / Ver sen sen isen neyim ben-i zar ' sorusu çok düşünmek gerek..

Hüsn ile aşk arasındaki ilişkiyi , aşk ile varolmanın anlamını da ..


Bu düşündüren ve dinlendiren sözler , aşk ile şiir , tarih ile bugün, hayal ile gerçek , divan edebiyatı ile roman örgüsünde birleşmiş.Kitap bittiğinde daha önce hiç duymadığım bir şarkının ezgisi vardı zihnimde, sözleri de şöyle ; 'heves geçer sevda değil '.

12 Haziran 2009 Cuma

Bir çift yürek - Marlo Morgan

Bir çift yürek'i daha önce okudum sanıyorum gönlün bir kitaptan diğerine hoyratça gezdiği günlerde : ) adı hatırlanmayan sevgililer kitaplar ..niceleri geçti zihinden ..

Kitaplar bizi ne kadar biz yapar , emeklerini kesitiremiyorum..ama artık daha dikkatle yoğuruyorum gözümün önünden akan sözcükleri. Buraya da ödevimi yapıyorum işte..unutsam da onları bana hatırlatacak ifadeler ile.

Bir çift yürek kızılderili sözleri ile başlıyor :

" Yaşamının örümcek ağını ören insan kendi değildir . O ağda sadece bir teldir. Bu ağa yaptığı her katkıyı , aslında kendi kendine yapmıştır "

Kızılderili reisi Seattle yukarıdaki sözleri ile külli ve cüz-i iradeyi ne güzel örneklemiş : ) !

Aborjinler de "daima" nın öneminden bahsediyor. Tasavvuftaki her an'a benzettim. Yazar aborjinlerin ağzından şunları söylüyor : Birlik içinde her şeyin bir amacı vardır. Yanılgılar, yanlışlar ya da kazalar yoktur. Sadece yanlış anlamalar ve ölümlü insana henüz açıklanmamış sırlar vardır .

Kitapta sık sık birlik vurgusu var. Morgan tevhid fikrini gerçekten Aborjinlerde mi gördü , yoksa mistik fikirler ile önceden ilgili olup , fikirlerini ütopik Aborjin ülkesi üzerinden mi anlatıyor bilemedim.

Mesela çölde kendi etrafında dönerken kendini bir dervişe benzetmesinde mistikler ile ilgili bilgi görünüyor..

Morgan önsözünde mesajın tadını çıkartmamızı, iyi geleni yudumlayıp gerisini tükürmemizi söylüyor , dünyanın yasası dediği bu eylemi bazı cümleleri seçerek gerçekleştirdim ;

Öncelikle seçtiğim kelime "birlik" ..Aborjinler nimetler için evrensel birliğe ( bunun adı her millette değişir deniyor , yalın bir Tanrı algısı ) teşekkür ediyor..Morgan gibi teslis inancı ortamında büyümüş birinin hayal gücü birlik fikrine vardığı için mi..yoksa ilkel çöl insanlarının birlik düşüncesi ile gerçekten haşır neşir olabileceği mi hoşuma giden bilmiyorum. Beğendim , aldım : )

Bir yerde şöyle diyor : " Gerçek insanlar ( aborjinler ) sesin varoluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak yürek ve akılla yapılır. Ses konuşma amacı ile kullanıldığı zaman ortaya çıkan boş sözlerdir , ruhsal içerikli olamazlar. "

Telepati ile anlaşmak için ise açık zihinli olmak gerekliymiş ve zihnini saklamaya ihtiyaç duymamak için en küçük yalana dahi alan bırakmamak..doğrusu Morgan'ın bu hayali güzel ve ütopik..

Bir başka sayfada , Aborjinler başkalarının inandıklarını yolu yaşamalarını kutsar deniyor . Yönlendirmemeyi kazanılması gereken bir haslet olarak düşünüyordum ben de son zamanda. Bu saygının edinimi bir gereklilikten ziyade bilgelik gibi..

Morgan modern yaşamı halı silker gibi çırpıyor her sayfada ..eleştirileri çok açık : ) ..haklı olarak diyor ki : Mutant ( yani modern insan ) gerçeği yaşamak yerine , koşulların ve durumların , evrensel yasayı , konfor , maddecilik ve güvensizlik karışımı altına gömmelerine izin verir.

Mutant kelimesine de zaten kadim anılarını ve evrensel gerçeklikleri yitirmiş ya da kapatmış kişi anlamı yüklenmiş.

Aborjinler yaş almayı kutlamıyor , bilgeleşmelerini kutluyor, bunun zamanını da kendileri biliyorlar..gözlerini kendi içine çevirebilmek ne iyi bir alışkanlık olurdu .

Kitaptan ilginç bir başka başlık doğum kontrolü..yerliler bitkisel formülünü biliyor..doğum dost ruha beden sağlamaktır ,buna hazır değilken yapılmamalı , o ruh nasılsa başka bir anne ve babayı araç edinecektir gibi bir fikir var.

Beden ve can her ruhun yakından tanıdığı, ilerlemek ve daha iyi olmak olarak açıklanan o plana uyum sağlamalı deniyor.

Şifa bölümünde olumlu imgelemeye vurgu var ; Kişinin iyileşeceğine inancı tam olunca iyileşir ..

Çember : Eğer yüreğinde başka insanlara karşı kötü duygularla yürüyüp gidersen ve çember tamamlanmamışsa bu yaşamın başka alanında yinelenecektir. Bir kez değil dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek , öğrenmek onlardan ders alarak bilgelik kazanmak iyidir.

Nesnelere karşı duyduğumuz heyecanlar onlar üzerinde etki yapar. Bedenin her hücresinde , kişiliğin özünde , zihinde ve sonsuza kadar yaşayan ben'de bu heyecanın izleri kayıtlıdır. İnsanoğlu bu varoluş düzeninden ayrılırken heyecanlarını an be an nasıl yaşadığının kayıtlarını da yanında götürür. Görünmez duygular bizlerin o sonsuz parçasını oluştururlar ve iyi ile iyi olmayan arasındaki farkı belirlerler. Eylem , duygunun niyetin dile getirilip , deneyimlenmesi için kullanılan bir kanaldan başka bir şey değildir.

Duygu izlerinin ruhumuzda dövme misali kalıyor olması bana levhi mahfuzu düşündürdü. Aborjinler İslama dair çok şey biliyor gibi : ) ..

Tabii ne kadarı Morgan ..ne kadarı Aborjin fikirleri bilmiyorum. İslama yaklaşan fikirler olduğu gibi uzaklaşanları da var .

Evren hala tasarlanmakta olan bir projedir fikri var mesela .

Tanrısal birlik bizi görüp yargılamaz , ne yaptığımızla neden yaptığımızla ilgilenmez..o niyetlerimizi hisseder demesi de bir örnek..belki de bu Morgan'ın kötülük sorununa bulduğu kendince bir çözümdür.

Sonuç olarak birlik özdür , yaratıcılıktır , saflıktır , sevgidir , enerjidir ve sınırsızdır deniyor. İnsan yaratılmıştır ama bedeni sadece bir sonsuzluk parçasını barındırmaya yarar. Ruhlar saf sevgi ve barışla doludurlar , bu gezegen bizlere heyecanlarımızı sınamamız için verilmiştir...

Hayvanlar dünyasına bakışları ; " hepimiz bir bütünüz , güçsüzlükten güç dersi alıyoruz !"

İnsana bakışları :

"Karşımızdaki insan bizim yansımamızdır. Onda gördüğümüz iyi nitelikler bizde de olan ve daha gelişmesini istediklerimizdir.Hoşlanmadığımız tavırları da bizim üzerinde durmamız gereken yönlerimizdir. Kendi varlığımızda aynı gücü ya da güçsüzlüğü hissetmezsek karşıdaki kişinin iyi veya kötü niteliklerini yargılamamız olanaksızdır.Farkeden sadece öz disiplin ve öz ifadelendirme derecesidir "

Bir başkası üzerinde etki yapmanın tek yolu kendi davranışlarımızdan ve eylemlerimizden geçer.
Herkese özel bir nitelik verilmiştir ve bunu geliştirerek ömür boyu işe yarayacak yetenekler oluşturur. Aborjinler yeteneklerini kendileri farkedip sevdikleri ve becerili oldukları konuyu meslek ediniyor..hatta isimleri de bu yenekleri ile eş anlamlı. Biz bebekken aldığımız isimle bir ömrü deviriyor , gerçek yeteneklerimizi farketme imkanı bulamadığımız telaşlı bir hayat koşusu içinde "gereklilik"lerimiz ile uğraşıp duruyoruz. Şöyle bir durup düşündüm , benim hayata anlam katacak hangi yeteneğim var ? ?

İleriki sayfalarda tevhid fikri bir de yaprak örneği ile verilmiş..vahdeti vucud'a benziyor..yaprağı minik parçalara ayırıp yap boz oyunuyor ve oyuna yaratılış diyorlar..hepimiz ayrı gözüksek de bir bütünüz mesajın özeti..

Bir olmak hepimizin aynı olması anlamına gelmez. Her varlık biriciktir ve özgündür. İki varlık asla aynı mekanı kaplamaz. Yaprağın bir bütüne varabilmek için tüm parçalarına ihtiyacı olması gibi her ruhun varacağı özel bir yeri vardır. İnsanlar çeşitli hileler yapabilirler ama sonunda her şey doğru yerine gelecektir. Bazılarımız düz , bazılarımız dolambaçlı yolları tercih eder.

Bizler birlik içinde düz bir yolda yürüyoruz. Mutantlar pek çok değişik inançlara sahiptir. Senin yolun benimkinden değişik derler , senin kurtarıcın benim kurtarıcım değildir , senin daiman benimkinden farklıdır derler. Oysa gerçek şudur ki yaşam tek bir yaşamdır. İlerleme yolunda sadece bir tek oyun vardır. Sadece tek bir ırk , değişik gölgeler vardır. Sen birinin canını acıtırsan kendi canını acıtırsın , birine yardım edersen kendine yardım edersin . Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur . Farklı olan yürek ve niyettir. Atalarımız , doğmamış torunlarımız , her yerdeki tüm yaşam , bunların tümü birdir.

Birlik fikri içinde Tanrıyı da O herşeydir diye tanımlıyorlar .

Öfke , üzüntü ve korku yaşama dahil sayılmıyor bu felsefeye göre , soluk almak canlı olmayı belirlemiyor ... yaşam hareket, ilerleme ve değişimdir. Olumsuz heyecanları deneyimlemek de iyidir ama bu hal bilge bir insanın içinde kalmak istemeyeceği bir durumdur .

Fiziksel sağlığı iyileştirmek için de içimizdeki kanayan , yaralı sonsuz varlığı iyileştirmek gerekir.

Almaya ve vermeye açık olup , izin verirsek yaşamlarımızı bize dayanak olacak insanlar ( ruhsal rehberler ) ile paylaşabiliriz diyor Morgan.

Kaygı , hırs , şehvet ve güç gibi duyguları geliştirmeye çalışmak boşa zaman harcamaktır. Bunun kanıtı olarak ilk insanlar yok oldular. Onların yerini bir kaya kütlesi , bir şelale , ve herneyse benzeri bir şey aldı . Bunlar dünyada hala yerlerini korumaktadırlar ve onlardan öğrenmeyi bilebilen bilge kişile riçin birer tefekkür yeridirler. Bu bana Neml suresi 69. ayeti hatırlattı.

Aborjinlerin gökkuşağı yılanı , mutlak barış olarak başlayan , titreşim değiştirip ses , renk ve form halini alan enerji ya da bilinç çizgisinin dokunmasının sembolüymüş. Bu da bana kuantum bilgisi ile hayatın açıklanmasını anımsattı .

"Gerçekliğe formunu veren biçimsizliktir "ifadesini anlamadım , rüya zamanının 3. bölümü şimdidir , düşler hala sürmektedir , bilinçsizlik dünyayı yaratmayı sürdürmektedir deniyor.
Hakim hayat tarzı mı acaba kast edilen ?

Korkudan da söz ediliyor kitapta , hayvanlar dünyasına ait bir duygu olduğundan ..İnsanlar Tanrısal birliği tanısa korku duymaz deniyor.Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar , insanlar ne kadar fazla nesneye sahipse o kadar çok korkar. Ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.

Gerçek insanlar kabilesinin yenidoğan bebeklerine ilk sözleri : seni seviyoruz ve yolculuğunda sana destek olacağız ..ölüme hazırlanan kişiye de aynını söylüyorlar..( kişinin dünyadan kendi arzusu ile ayrılmasını doğal buluyorlar )

Dua'ya yaklaşımları çok ilginç. Mutant dua ederken konuşur , biz dinleriz..zihnimize boşaltıp evrensel mesajı bekleriz diyor Aborjin roman kahramanları. Kayda değer bir fikir olduğuna kuşku yok . Doğrusu tefekkür ya da meditasyon hangi isim ile anılıyorsa denemek gibi bir arzum var . Eğer hayrıma ise : ) ..

Aborjinlere isnat edilen en hoş dualardan biri de bu..her işten önce evrenden izin alıp ..kendileri ve diğer yaşam formlarının hayrına ise bu işin gerçekleşmesini diliyorlar..bizim inşaallahımızdan pek farkı yok ..hatta fazlası var .

Kitap bitti .. kendimiz ( sonsuz varlığımız ) ve doğaya karşı sorumluluklarımızın hatırlatılmasını temel mesaj olarak aldım ben. Diğer okuyanlar neler düşünmüş diye de bakındım internette ..beğenenler olduğu gibi "Morgan üfürmüş" diyen mutant torunları da var ..ha biz mutant değil miyiz , tabiki öyleyiz .. ama bunca yapıp ettiklerimizden birazcık mahcubiyet gösterenlerimiz daha latif..Morgan hayal kurmuş olabilir ..kitabı edebi yönden bir sanat eseri olmayabilir ..ama mesajı üzerine alınmayan kişi herhangi bir şeye değer atfedemeyecek kadar öz-değer yoksunudur derim ben .