Okuduğum kitapları satın alıyor olsaydım acaba aylar, günler içinde buraya not düştüğüm isimler hangileri olurdu ? Örnek Elif Şafak'tan okumak isteyeceğim kitap Bit Palas yerine Pinhan olacaktı şüphesiz. Bit Palas'ın kapağındaki beyaz danteller üzerinde yürüyen hamamböceği ne kadar ilginç dursa da ben tercihimi iki hecelik Pinhan kelimesinde bulduğum derinlikten yana kullanacaktım. Ve kimbilir geçmiş aylar boyunca okumuş olduğum diğer kitapların yerine başka neler tercih ederdim. Sınırlı seçenekler arasındaki seçimlerin zoraki bir yanı olsa da , okumayı aklıma dahi getirmeyeceğim kitaplarla tanıştırdığı ve onlardan pek çok bilgi ve estetik süzebildiğim için güzel.
Bit Palas'ı okurken bir değil on roman okumuş kadar oluyor insan. Çünkü öykü dıştan bir nar gibi derli toplu görünse de içinde onlarca tanenin benzerlik ve farklılıkları ile biçimleniyor. Bir roman okumak bir yaşam kesitine ortak olmak ise , bu romanda ortak olunacak birden fazla hikaye , içlerinden biri ya da ta kendisi olabildiğimiz karakterlerden yine birden fazla ( bolca ) var.
Bambaşka kişilerin bambaşka yaşamlarını ortak bir mekan ve koku ile bir araya toplayan "apartman roman" aslında hiç bir mekanın , hiç bir kokunun ve hiç bir şeyin farklılıklarımızı eritmeye yetmeyeceğini haykırdı bana . Hepimiz aynı suya farklı renk veren tabletler gibiyiz ve belki de görünürde farklı olan renklerimiz özünde aynılıktan başka bir şey değildir ama dışarıdan bakmak istersek bu renk karmaşasını görmezden gelmek olmaz.
Şafak'ın öykülerinde en sevdiğim özellikler hayalgücü ve felsefe. Satır aralarına sıkıştırdığı örtülü anlamları , herkesin kendince anlayacağı "sır"ları seviyorum.
İnsan olmaya dair hallerin bir çoğunu güzellikle anlatmış. Ellerine sağlık ..
27 Ağustos 2009 Perşembe
16 Ağustos 2009 Pazar
Genç matematikçiye mektuplar - Ian Stewart
Dünya eğer en derinlerinde matematik ise o zaman matematik hiç bir zaman parçalanamayan bir analojidir ( John Barrow )
Bunun doğru olması hoş olurdu diyor , Ian Steward ; fakat daha az mistik , daha az tutucu , ve muhtemelen daha az ikna edici farklı bir açıklama daha var ; Differansiyel denklemler de saatler de "aletler"dir. Doğa her zaman senin düşündüğünden daha derin , daha zengin ,daha ilginçtir ve matematik sana bunu anlaman için çok güçlü bir yol sunar.
Stweard bilinemezci tutumunu açıklamak adına dahi olsa Tanrı'yı matematik bilimini anlattığı kitabının dışında tutmamış.
Matematiğin felsefe ile , fizik ile, biyoloji ile , aslında hemen her şey ile ilgilerini bulabiliyoruz sayfalar içinde. Bazı teoremleri anlamak için altyapım yeterli olmasa da genel hatları anlamak için gayret sarf ettim ve bana yabancı olan kavramları ders çalışırcasına araştırdım .
Algoritma, atarca , dört renk önermesi , notasyon , anoloji, topoloji , belit, okurken tanıştığım kelimelerden sadece bir kaçı .
Bunun dışında gök kuşaklarının kişiye özel olduğunu öğrendim. Gördüğümüz gökkuşakları farklı yağmur damlalarından oluşur ( muş ) Gözlerimiz farklı yerlerde olduğu için farklı damlaların oluşturduğu farklı konileri görürüyor ( muşuz ) .
Bilgilerin elektrik aracılığı ile taşınması çoktandır alıştığımız bir fikirdi ama bu verilerin ancak küçük bir kısmının gerçekten iletildiğini okumak ilgimi çekti. Steward bu konuda , " telekominikasyon hatlarındaki yoğunluk sebebi ile her görüşme binlerce küçük parçalara ayrılır, ve aslında her yüz parçadan sadece biri gerçekte iletililir. Diğer uçta , kaybolan 99 parça boşluklar mümkün olduğunca düzgün bir biçimde tamamlanarak yeniden oluşturulur. " diyor.
Pioneer ve Voyager uzay araçları herhangi bir yabancı ırkla bir gün karşılaşırlarsa diye , insanların oluşturduğu şifreli mesajları taşıyormuş. Pioneer aracı, hidrojen atomunun şeması , güneşimizin yerini gösteren yakındaki atarcaların bir şeması , ölçek olması açısından uzay aracının taslağının önünde duran çıplak bir erkek ve kadın ve yaşadığımız gezegeni göstermek için güneş sisteminin bulunduğu bir levha taşımış. İki voyager aracı ise , ses , müzik ve bilimsel görüntülerin bulunduğu kayıtları taşıyormuş.
Kitabın matematik felsefesi bölümünde Platon’a rastlamak mümkün. Yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış birinin fikirlerinin hala böyle canlı olabilmesi ve bütün bilim dallarında kendinden söz ettirmesi ne ilginç ve ne güzel bir başarıdır.
Aşka dahi isim veren Platon’un adının anlamı hayli ilginç ; geniş göğüslü demekmiş Platon , geniş omuzları ve atletik yapısı nedeni ile Platon olarak tanınmış. Bizim bildiğimiz Eflatun ismi ise Arapça’dan geliyor. Eflatun rengi Roma/Bizans dünyasında soyluluk ve otorite simgesi olduğu için Arapça'da filozof Eflatun'a atfedilmiş.
Platonun adı ile ilgili detayları Stewart'tan değil onun yazılarının çağrıştırdığı araştırma okumalarımı yaparken buldum . İyi bir öğretmen insana kendi yazmadıklarını da okutan kişi olmalı : ) ..
Bunun doğru olması hoş olurdu diyor , Ian Steward ; fakat daha az mistik , daha az tutucu , ve muhtemelen daha az ikna edici farklı bir açıklama daha var ; Differansiyel denklemler de saatler de "aletler"dir. Doğa her zaman senin düşündüğünden daha derin , daha zengin ,daha ilginçtir ve matematik sana bunu anlaman için çok güçlü bir yol sunar.
Stweard bilinemezci tutumunu açıklamak adına dahi olsa Tanrı'yı matematik bilimini anlattığı kitabının dışında tutmamış.
Matematiğin felsefe ile , fizik ile, biyoloji ile , aslında hemen her şey ile ilgilerini bulabiliyoruz sayfalar içinde. Bazı teoremleri anlamak için altyapım yeterli olmasa da genel hatları anlamak için gayret sarf ettim ve bana yabancı olan kavramları ders çalışırcasına araştırdım .
Algoritma, atarca , dört renk önermesi , notasyon , anoloji, topoloji , belit, okurken tanıştığım kelimelerden sadece bir kaçı .
Bunun dışında gök kuşaklarının kişiye özel olduğunu öğrendim. Gördüğümüz gökkuşakları farklı yağmur damlalarından oluşur ( muş ) Gözlerimiz farklı yerlerde olduğu için farklı damlaların oluşturduğu farklı konileri görürüyor ( muşuz ) .
Bilgilerin elektrik aracılığı ile taşınması çoktandır alıştığımız bir fikirdi ama bu verilerin ancak küçük bir kısmının gerçekten iletildiğini okumak ilgimi çekti. Steward bu konuda , " telekominikasyon hatlarındaki yoğunluk sebebi ile her görüşme binlerce küçük parçalara ayrılır, ve aslında her yüz parçadan sadece biri gerçekte iletililir. Diğer uçta , kaybolan 99 parça boşluklar mümkün olduğunca düzgün bir biçimde tamamlanarak yeniden oluşturulur. " diyor.
Pioneer ve Voyager uzay araçları herhangi bir yabancı ırkla bir gün karşılaşırlarsa diye , insanların oluşturduğu şifreli mesajları taşıyormuş. Pioneer aracı, hidrojen atomunun şeması , güneşimizin yerini gösteren yakındaki atarcaların bir şeması , ölçek olması açısından uzay aracının taslağının önünde duran çıplak bir erkek ve kadın ve yaşadığımız gezegeni göstermek için güneş sisteminin bulunduğu bir levha taşımış. İki voyager aracı ise , ses , müzik ve bilimsel görüntülerin bulunduğu kayıtları taşıyormuş.
Kitabın matematik felsefesi bölümünde Platon’a rastlamak mümkün. Yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış birinin fikirlerinin hala böyle canlı olabilmesi ve bütün bilim dallarında kendinden söz ettirmesi ne ilginç ve ne güzel bir başarıdır.
Aşka dahi isim veren Platon’un adının anlamı hayli ilginç ; geniş göğüslü demekmiş Platon , geniş omuzları ve atletik yapısı nedeni ile Platon olarak tanınmış. Bizim bildiğimiz Eflatun ismi ise Arapça’dan geliyor. Eflatun rengi Roma/Bizans dünyasında soyluluk ve otorite simgesi olduğu için Arapça'da filozof Eflatun'a atfedilmiş.
Platonun adı ile ilgili detayları Stewart'tan değil onun yazılarının çağrıştırdığı araştırma okumalarımı yaparken buldum . İyi bir öğretmen insana kendi yazmadıklarını da okutan kişi olmalı : ) ..
8 Ağustos 2009 Cumartesi
Dalgalar- Demir Özlü
"O büyük dalgaları taşıyan yersarsıntısının yaklaştığından habersiz yüzbinlerce insanı, kendileri için yaratıldığını sandıkları dünyada ölüm bekliyordu" diyor Demir. Doğanın insan karşısındaki gücünü Allah'ın yokluğuna delil saymakta .
Böyle düşünenler tabiata dahi öfkeyi, intikamı ve iradeyi yakıştırır da , bir yaratıcıya yakıştıramaz bu sıfatları. Çok yüce gördükleri akılları , bileklerini büken her fizik güç karşısında eğilir de sonsuz kudreti bilmezler.
Bu Demir Özlü'den okuduğum ilk kitap. Sanırım aslı Türkçe değil. 3. tekil şahıs zamirlerinin cinsiyet belirttiği bir avrupa dili ile yazmış olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bir paragraf içinde 3,4 ayrı kişiden 3. tekil şahıs olarak söz edilmiş, bu Türkçe bir karmaşaya sebep oluyor. Gitti, baktı, yaptı..kimin neyi yaptığını anlamak kolay değil..Türkçeye de kendi çevirdi sanırım ( öyküye fazlaca aşinalığından, cümleler içinde kimin kim olduğu konusuna dikkat etmemiş )
Hikayede haddinden fazla detay var , önceleri öykü içinde bir yer tutacağını , bir anlama karşılık geleceğini düşünerek , aklıma kazıyarak okudum bu detayları ..baktım fuzuli bir çabaymış..ayrıntılı fotoğraflar öykü içinde birleşmiyor..sıradan görüntülere gözlerimizi belerterek aşırı bir dikkatle bakmamızı istiyor sanki : ) yapmak istediği şeyi yazı ile değil , görsellik ile daha iyi gerçekleştirebileceğini düşündüm. Uzakdoğuda ( muhtemelen gezip görmüş olduğu yerleri ) bir belgesel tadında izleyebilirdik ve o zaman dilediği ayrıntıya zoom yapabilirdi. Bunlar niteliksiz bir otel koridoru, bir istasyon görevlisinin( yine sıradan) bir kostümü dahi olsa...ama bizi okuma zahmetine soktuğunda , onca kelimenin bir yere varmasını istiyor insan..cümleler bittiğinde eee ? dedirtecek bir tatminsizlik duygusu veriyor kitap baştanbaşa..
Böyle bir seyahati , aile ilişkilerini ya da anılarını "balla" anlatacak bir çok kişi biliyorum. Demek ki "yazmak" ile iyi bir anlatıcı, iyi bir öykücü olmak aynı şey değil. Bu sebep yazar etiketine sıkıca yapışmamalı kişiler , kendilerini müstağni görmemeye de faydası olur belki.
Böyle düşünenler tabiata dahi öfkeyi, intikamı ve iradeyi yakıştırır da , bir yaratıcıya yakıştıramaz bu sıfatları. Çok yüce gördükleri akılları , bileklerini büken her fizik güç karşısında eğilir de sonsuz kudreti bilmezler.
Bu Demir Özlü'den okuduğum ilk kitap. Sanırım aslı Türkçe değil. 3. tekil şahıs zamirlerinin cinsiyet belirttiği bir avrupa dili ile yazmış olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bir paragraf içinde 3,4 ayrı kişiden 3. tekil şahıs olarak söz edilmiş, bu Türkçe bir karmaşaya sebep oluyor. Gitti, baktı, yaptı..kimin neyi yaptığını anlamak kolay değil..Türkçeye de kendi çevirdi sanırım ( öyküye fazlaca aşinalığından, cümleler içinde kimin kim olduğu konusuna dikkat etmemiş )
Hikayede haddinden fazla detay var , önceleri öykü içinde bir yer tutacağını , bir anlama karşılık geleceğini düşünerek , aklıma kazıyarak okudum bu detayları ..baktım fuzuli bir çabaymış..ayrıntılı fotoğraflar öykü içinde birleşmiyor..sıradan görüntülere gözlerimizi belerterek aşırı bir dikkatle bakmamızı istiyor sanki : ) yapmak istediği şeyi yazı ile değil , görsellik ile daha iyi gerçekleştirebileceğini düşündüm. Uzakdoğuda ( muhtemelen gezip görmüş olduğu yerleri ) bir belgesel tadında izleyebilirdik ve o zaman dilediği ayrıntıya zoom yapabilirdi. Bunlar niteliksiz bir otel koridoru, bir istasyon görevlisinin( yine sıradan) bir kostümü dahi olsa...ama bizi okuma zahmetine soktuğunda , onca kelimenin bir yere varmasını istiyor insan..cümleler bittiğinde eee ? dedirtecek bir tatminsizlik duygusu veriyor kitap baştanbaşa..
Böyle bir seyahati , aile ilişkilerini ya da anılarını "balla" anlatacak bir çok kişi biliyorum. Demek ki "yazmak" ile iyi bir anlatıcı, iyi bir öykücü olmak aynı şey değil. Bu sebep yazar etiketine sıkıca yapışmamalı kişiler , kendilerini müstağni görmemeye de faydası olur belki.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Kavim - Ahmet Ümit
Ümit'in masal kitabında "kerevete çıkma" bölümünde yazdığı bir içten bir temenni ilgimi çekmişti ; " Yasalardan sevgi , saygı ve adaleti dışlayan tüm maddeler çıkarılmış. Hapishaneler kapanmış , bütün cezalar kaldırılmış " ...
Bu aykırı fikri samimi bir hayal içinde savunabilmek için nasıl bir sebebi var diye düşünüyordum ki , Kavim'in ilk bölümünde aradığım yanıtı buldum . Yazara göre "insan denen yaratığı kötülükten uzak tutabilecek ne bir güç vardır ne de bir yasa " .
O halde bırakalım gönüllerince, doyasıya suç işlesinler , vakitlerini çalmayalım mı diyor Ümit ? onun ütopyası toplum için büyük ihtimal bir kabus olurdu ...ve sırf bunu farzederek bile onun kitaplarından daha sürükleyici ve zengin suç hikayeleri hayal edilebilir..
Kavim'e gelince Sezarın hakkını Sezara , Ümitin hakkını Ümite verelim , fena roman olmamış. Anadolu kültüründen faydalanması güzel.Kendinin de satır aralarında kabul ettiği üzere bu topraklar bir yazara kullanmakla bitiremeyeceği denli zengin malzeme veriyor .Kullanmamak israf olur.
Kurgu da fena sayılmaz . Öykülere ben gibi alışkın zihinleri şaşırtabilmek artık çok güçleşti ,okurken ya da film izlerken şaşırmamaya alıştığım gibi , sonunu bilerek okumaya da devam ediyorum , sanırım genel durum bu ki kurguları ile insanları şaşırtabilmek isteyen yazarlar bunu başarabilmek için bütün illiyet bağlarını ve mantık örgüsünü paramparça ediyorlar. Zihinlerin istediği bilmece çözmek , onların yaptığı ise kuramadıkları ilginç bilmeceyi oyuncağını kıran bir çocuk gibi parçalayarak işte sürpriz demek. Neyse ki Ümit için bunu söylemek mümkün değil. Her ne kadar tahmin edilemez değilse de eli yüzü düzgün bir öykü.
İnsana ne verirsen ver fazlasını istermiş , ben de hem böyle düzgün mantık bağları olsa hem de sonunda çok şaşırsam ne güzel olur demekten alıkoyamadım kendimi : ) ..
Bu aykırı fikri samimi bir hayal içinde savunabilmek için nasıl bir sebebi var diye düşünüyordum ki , Kavim'in ilk bölümünde aradığım yanıtı buldum . Yazara göre "insan denen yaratığı kötülükten uzak tutabilecek ne bir güç vardır ne de bir yasa " .
O halde bırakalım gönüllerince, doyasıya suç işlesinler , vakitlerini çalmayalım mı diyor Ümit ? onun ütopyası toplum için büyük ihtimal bir kabus olurdu ...ve sırf bunu farzederek bile onun kitaplarından daha sürükleyici ve zengin suç hikayeleri hayal edilebilir..
Kavim'e gelince Sezarın hakkını Sezara , Ümitin hakkını Ümite verelim , fena roman olmamış. Anadolu kültüründen faydalanması güzel.Kendinin de satır aralarında kabul ettiği üzere bu topraklar bir yazara kullanmakla bitiremeyeceği denli zengin malzeme veriyor .Kullanmamak israf olur.
Kurgu da fena sayılmaz . Öykülere ben gibi alışkın zihinleri şaşırtabilmek artık çok güçleşti ,okurken ya da film izlerken şaşırmamaya alıştığım gibi , sonunu bilerek okumaya da devam ediyorum , sanırım genel durum bu ki kurguları ile insanları şaşırtabilmek isteyen yazarlar bunu başarabilmek için bütün illiyet bağlarını ve mantık örgüsünü paramparça ediyorlar. Zihinlerin istediği bilmece çözmek , onların yaptığı ise kuramadıkları ilginç bilmeceyi oyuncağını kıran bir çocuk gibi parçalayarak işte sürpriz demek. Neyse ki Ümit için bunu söylemek mümkün değil. Her ne kadar tahmin edilemez değilse de eli yüzü düzgün bir öykü.
İnsana ne verirsen ver fazlasını istermiş , ben de hem böyle düzgün mantık bağları olsa hem de sonunda çok şaşırsam ne güzel olur demekten alıkoyamadım kendimi : ) ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)