27 Eylül 2009 Pazar

Uçurtma avcısı - Halit Hüseyni

İlginç bir diyalog tekrarlanıyor kitapçılar ile aramda son zamanda , hangisine İhsan Oktay Anar’dan Kitab-ül Hiyel’i sorsam şu yanıtı duyuyorum o yok ama , Uçurtma avcısı var ..sanki muadil bir ilaç adı verir gibi : ) kitaba bakıyorum hiç de muadili değil ama madem bu kadar satmak istiyorlar , alayım dedim ..

Afganistana uzandık bu öykü ile..fillerin tepiştiği yerde ezilen karıncaların öyküsü ..satır araları çınlıyor ; " yapan kadar bilip de susan da suçludur " diye.. iyi susmayalım o zaman , diyelim bu kitabın Amerikanın Afgan işgalini meşrulaştırma öyküsü olduğunu ..evet Taliban iyi bir şey değil..ama onu da kitapta kurtarıcı rolüne bürünmüş Abd yaratmamış mı idi ?

Kitabı elime tutuşturduklarında Abd'de yaşayan bir Afgan ne yazar diye sormuştum kendime..ve daha kapağından okumuştum diyeceklerini .

Dilerim bu acı dolu öykü insanlarda bilip de susmamanın bilincini uyandırır..büyük ülkelerin oyun sahası olan yerde minik çocukların ezildiğini hatırlatır..dilerim siyaseti filan boş geçip de gözünü zulme diker insanlar ..Sohrablar için hakiki bir şey yapma arzusu duyarlar.

17 Eylül 2009 Perşembe

Siyah Süt -Elif Şafak

Siyah süt ‘te Elif Şafak'tan okumaya alıştığımız başdöndürücü hikayeler, tılsımlar, kapı içre kapılar yok.

Samimi bir dost beller gibi, çaya gelmiş , derdini döker gibi anlatıyor Elif.

Hayatı yazmak olan birinin sırdaşı da okurlarıdır elbette. Sevecenlikle karşılıyorum sözlerini. Onca öyküden sonra ruhuna , düşlerine bir parça yakın olmanın verdiği samimiyet ile dinliyorum.

İsmin siyahlığından ve depresyonun karanlığından çok azını buldum şimdilik kitapta. Gördüm ki kendini karabasanlara kaptırmamış , depresyonu bile bir tür sağ duyu ile yaşamış ve bize derdini anlatırken , hala akademik bir inceleme yapmaya çalışıyor kadın yazarlar , onların çocuk ve hayatla ilişkisi hakkında . Onu paramparça ve verimsiz bulamıyoruz..nice üzgün olsa da saçlarını toparlamaya ve bize bilgi , öykü derlemeleri ile ikramlar yapmaya çalışır buluyoruz. Ve ikramları sade ve samimi ve yine güzel.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Mahrem-Elif Şafak

“Elmas bir gözdür yürek. ve çizilmeye görsün bir kere artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle aleme..”

''İnsan ait olduğu resimde ya güçlü ya da zayıf, ya çirkin ya da güzel, ya biricik ya da sıradandır. Ama ait olmadığı bir resim içinde sıfatlarını kaybediverir.Bir de bakarsın ki,aslında o kadar güçlü değilmiş ya da o kadar zayıf .Ne o kadar çirkin ne de o kadar güzelmiş.Sen de dene .İnsanları en son ait olabilecekleri fotoğraf karelerine yerleştir ve bir de öyle bak onlara..''

“Geçmiş, geçip gitmez. hiçbir yere gitmez. geçmiş hep bugünün içinde akar. İşte bu yüzden unutmak bu kadar önemli, unutmak göz temizliği. Her bahar muhakkak yapılmalı. Unutmazsak yaşayamayız! Unutmasak yaşatmayız! “

Hikaye içinde hikaye ..kapı içinde kapı..dilediğini açar okur dilediğini bırakır demiş Şafak bu roman için . Gerçekten de öyle , zaman kırılıyor bu öykülerde , geçmiş bugüne , bugün geçmişe akıyor , bir hayal fenerinin önünde gölgeler dans ediyor. Zamanı , görüntüleri ve gölgeleri bambaşka bir gözle görmek için okumalı mahremi. Bakan gözün verdiği şekli , en çok görmeyi anlatan bu roman ile tecrübe etmeli. Görmenin ve görülmenin anlamlarını nazar sözlüğü ile yeniden keşfetmeli..



öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
camın kırılan yerindeki maviliğini de
yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
gözlerin perumdur benim golkondum, hindistan'ım

kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
gördüm denizin üzerinde parlarken elsa'nın
gözleri elsa'nın gözleri elsa'nın gözleri.

( Elsanın gözleri /Aragon)

11 Eylül 2009 Cuma

Suskunlar- İhsan Oktay Anar

Okunacak çok ama çok fazla şey olduğunu düşündüğüm için genelde kitapları bir kez okurum ..yenilerine yer ve fırsat tanımak için .. ama bazı kitaplar var ki bir kitaptan çok fazlasını barındırır. İnsan mütemadiyen okumak ister , kuyruğunu yutan ouroborus gibi döne döne ..her okuyuşta yeni anlamlar bularak ve tekrar okuma arzusu kazanarak..Anar'ın kitapları böyle..Suskunlar belki en iyi susarak anlatılabilecek ve "döne döne " okunacak bir roman.

6 Eylül 2009 Pazar

Pinhan-Elif Şafak

Öykü dediğin canlı olacak..kitap kapağı da bir kapı. O kapıdan geçtiğinde terkedeceksin çevreni..ellerin sayfaları , gözlerin satırları hissetmeyecek. O alemde soluk alıp , o alemde göreceksin düşlerini. Ta ki kapı kapanıp kendine geri dönene dek.

Pinhan da bu öykülerden biri..satırları görünmüyor okurken. Elif'in düşleri her daim ilginç , hep güzel..

3 Eylül 2009 Perşembe

Puslu kıtalar atlası -İhsan Oktay Anar

"Belkide sahip olduğum hiçbir şey bana ait değil , zihinsel yeteneklerim de bunun içinde…"

Bu kez zengin hayaller , içindeki felsefenin nüvesi Rendekar ‘dan ( Descartes ) alıyor. Düşünmek varlık sebebi olabiliyorsa düşündüğünü düşündüğümüz kişi gerçek olur gibi eğlenceli bir fikirden üretmiş Anar öyküsünü. Bu ilk romanı olmasına rağmen ben okumaya Amat ile başladığım için iki kitap arasındaki ortak yönleri buldukça aktarmayı Amat’tan diğerine doğru yaptım. Kalyonlar, humbaralar, yeniçeriler, Galata kulesi , hırsız maymun , kolomborne ve ejderdehanlar..Anar’ın hayal dünyasının değişmeyen dekorları . Ve sanırım okuduğum her yeni kitabı bu düşsel mekana açılacak bir kapı niteliği taşıyacak. Benzer atmosferlerde bambaşka maceralar felsefe arkaplanı ile sağlamlaştırılıp , tarih ve hayaller ile bezenecek. Bu lezzeti sevdiğim için şikayetim yok.

Ana temayı çıkarsamaya başladığımda aklıma hemen Borges’un “Öteki” isimli hikayesi geldi. Hulki Aktunç da benzer bir fikre kapılmış olacak , yazdığı önsözde Borges’u zikretmeden geçmemiş. Bu güzel masalda Borges’tan başka nice ayak izi de var , ama önemli olan Hulki Bey’in de bağladığı gibi kendi özel yordamını oluşturabilmiş olmak.

Öyküde en çok ilgimi çeken bölüm zamanın sonsuz hızlanmasının yaratacağı etkinin şemasal açıklaması oldu. Boşluk ve karşı hareket gibi modern fizikle ilgili kısımlar , hiçliğin tasavvufi çağrışımları ile birleşip bir masal içinde eriyor.

“Hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. Bu parça ikiye bölündü ve birisi boş bir levha olarak sana verildi. Senin gördüğün karanlık bu levhadır. Dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan karanlıktan sen düşler yaratıyorsun.
...
İkinci parça düşmanına verilen hediyeyi kıskanan Sabah’ın oğluna verildi. Fakat o düşler yaratmak yerine kendine verilen boşluktan bir para yaptı ve üzerine kendi suretini darbetti.
Sabahın oğlunun kurabildiği tek düş boşluktan yaratılan ve onun bizzat kendisi olan paranın bir düş olan dünyanın fiyatı ve değeri olmasıydı. Böylece Ademoğullarının o güne kadar zevkle seyrettiği dünyayı ve onun içindekileri bu para karşılığı tek tek satmalarını bekledi. "

Hayatı bir ağaçla özdeşleştiren ve bir kısa paragrafta özetleyiveren rüya da ayrı güzel ;

Bünyamin'in rüyası

“Artık yeryüzündeydi.Yıldızları gördü ve gecenin duru havasını ciğerlerine çekti.Ayışığında ağacın silueti seçiliyordu. Bünyamin dolunaya ulaşmak istedi.Ağaca tırmandı, sincapları uyandırıp yuvalarındaki kuşları ürküterek tepeye erişince , dolunay sandığı şeyin aslında ağacın yegane meyvası olduğunu gördü. Bu meyvayı tatmak için dayanılmaz bir istek duydu . Gümüş rengi meyvayı ısırdığında hazineleri koruyan ejderhaların alevlerini tattı , kanlı altınların , mavi azül taşlarının kızıl yakutların dayanılmaz lezzetini tattı , ateş ve suya hükmeden sultanların gazabını ve upirlerin hüznünü tattı, mezarlarında iki meleğin sorguya çektiği ölülerin azabını , günahkarların neşesini ve bu neşenin bedeli olan kara ateşin yakıcılığını tattı. Meyvesini yediği ağacın köklerinin uzandığı her yerden gelen binbir çeşniyi , binbir lezzeti, binbir hüznü ve kahkahayı tattı. Bu yeraltının tadıydı ve tanıdı. Babası uzun İhsan efendinin kendisine verdiği atlasın bütün sayfalarını bu tatla tanıdı ve onda , içinde bulunduğu dünyanın karanlık ayrıntılarını gördü. Görür görmez yer altı hazinelerinin arasına karıştı. "

Uzun ihsan efendinin rüyası ;

“Derken düşü bir sis kapladı. Gerek kendisi , gerek Arap İhsan , gerekse diğerleri bu karanlık sisin içinde yitip giderken , Bünyamin kararlı adımlarla ilerliyor ve ışığa doğru yaklaşıyordu. Zehirli bir yılan kadar uzun olan maceranın bitiminde , engereğin renklerini tek tek tanıdıktan sonra yılanın kafasını eziyor ve bir masal kahramanı oluyordu. O karanlık sisin içindeki yüzlerce ve binlerce kör , yılan ölür ölmez kahramanın çevresini sarıp sırtını sıvazlıyor , ellerini öperek dertlerine derman bulmasını istirham ediyorlardı. “

Öykümüz bu rüya ile takdimi yapıldığı üzre Bünyamin’in yılanın renklerini tek tek tanıyıp , onu yenmesi ile son buluyor .Bu maceraya girişmesi için babasının söylediği yüreklendirici sözleri hepimize söylenmiş varsayıyorum.

“Bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı seninde yapmana yol açmak istemiyorum , git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun , sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun binbir halinden korkma. “

1 Eylül 2009 Salı

Amat -İhsan Oktay Anar

Amat’a en az üç kez bakmak gerek. İlk bakış bize , onun dili ve dokusu ile eski masallara öykünen bir roman olduğunu söyler . İkincisi zamanının döngüsel kurulumu ile özgünleştiğini görür. Üçüncü bakış Amat sözcüğünü hakikat olarak tercüme edip hayat ve hakikat hakkında anlattığını görmeye çalışır. Öykü içinde adı geçen İbni Parmen ( Parmenides ) ve Pisagor'un fikirlerini, sonsuzluğu , ölümü ve hayatı bir de bu öykü ile yorumlar. Bu üçüncü bakış Amat’ı hakikat içinde bir düş olmaktan bir düş içinde hakikat ‘e çevirebilir ; bakan göze ve yüklenen anlama bağlı olarak. Kitapta Süleymanın peşine düştüğü sırdır hakikat , sufi düşüncesine göre hakikate ermeyen kişiler "hayvanlar gibi ölüp gitmeye " mahkumdur . Oysa fasit daire haline gelmiş ömürleri içinde düşten uyanmayı başarmaları gerekir. Bu mesajı almak ya da düşsel geminin hakikatine ( Amat'ın A harfine ) bir gülle atıp onu mat'a ( ölüme) çevirmekte özgürdür okurlar..yazarın düşsel denizine bıraktığı gemiye, her bakış , başka bir rota çizecektir ne de olsa..