3 Eylül 2009 Perşembe

Puslu kıtalar atlası -İhsan Oktay Anar

"Belkide sahip olduğum hiçbir şey bana ait değil , zihinsel yeteneklerim de bunun içinde…"

Bu kez zengin hayaller , içindeki felsefenin nüvesi Rendekar ‘dan ( Descartes ) alıyor. Düşünmek varlık sebebi olabiliyorsa düşündüğünü düşündüğümüz kişi gerçek olur gibi eğlenceli bir fikirden üretmiş Anar öyküsünü. Bu ilk romanı olmasına rağmen ben okumaya Amat ile başladığım için iki kitap arasındaki ortak yönleri buldukça aktarmayı Amat’tan diğerine doğru yaptım. Kalyonlar, humbaralar, yeniçeriler, Galata kulesi , hırsız maymun , kolomborne ve ejderdehanlar..Anar’ın hayal dünyasının değişmeyen dekorları . Ve sanırım okuduğum her yeni kitabı bu düşsel mekana açılacak bir kapı niteliği taşıyacak. Benzer atmosferlerde bambaşka maceralar felsefe arkaplanı ile sağlamlaştırılıp , tarih ve hayaller ile bezenecek. Bu lezzeti sevdiğim için şikayetim yok.

Ana temayı çıkarsamaya başladığımda aklıma hemen Borges’un “Öteki” isimli hikayesi geldi. Hulki Aktunç da benzer bir fikre kapılmış olacak , yazdığı önsözde Borges’u zikretmeden geçmemiş. Bu güzel masalda Borges’tan başka nice ayak izi de var , ama önemli olan Hulki Bey’in de bağladığı gibi kendi özel yordamını oluşturabilmiş olmak.

Öyküde en çok ilgimi çeken bölüm zamanın sonsuz hızlanmasının yaratacağı etkinin şemasal açıklaması oldu. Boşluk ve karşı hareket gibi modern fizikle ilgili kısımlar , hiçliğin tasavvufi çağrışımları ile birleşip bir masal içinde eriyor.

“Hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. Bu parça ikiye bölündü ve birisi boş bir levha olarak sana verildi. Senin gördüğün karanlık bu levhadır. Dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan karanlıktan sen düşler yaratıyorsun.
...
İkinci parça düşmanına verilen hediyeyi kıskanan Sabah’ın oğluna verildi. Fakat o düşler yaratmak yerine kendine verilen boşluktan bir para yaptı ve üzerine kendi suretini darbetti.
Sabahın oğlunun kurabildiği tek düş boşluktan yaratılan ve onun bizzat kendisi olan paranın bir düş olan dünyanın fiyatı ve değeri olmasıydı. Böylece Ademoğullarının o güne kadar zevkle seyrettiği dünyayı ve onun içindekileri bu para karşılığı tek tek satmalarını bekledi. "

Hayatı bir ağaçla özdeşleştiren ve bir kısa paragrafta özetleyiveren rüya da ayrı güzel ;

Bünyamin'in rüyası

“Artık yeryüzündeydi.Yıldızları gördü ve gecenin duru havasını ciğerlerine çekti.Ayışığında ağacın silueti seçiliyordu. Bünyamin dolunaya ulaşmak istedi.Ağaca tırmandı, sincapları uyandırıp yuvalarındaki kuşları ürküterek tepeye erişince , dolunay sandığı şeyin aslında ağacın yegane meyvası olduğunu gördü. Bu meyvayı tatmak için dayanılmaz bir istek duydu . Gümüş rengi meyvayı ısırdığında hazineleri koruyan ejderhaların alevlerini tattı , kanlı altınların , mavi azül taşlarının kızıl yakutların dayanılmaz lezzetini tattı , ateş ve suya hükmeden sultanların gazabını ve upirlerin hüznünü tattı, mezarlarında iki meleğin sorguya çektiği ölülerin azabını , günahkarların neşesini ve bu neşenin bedeli olan kara ateşin yakıcılığını tattı. Meyvesini yediği ağacın köklerinin uzandığı her yerden gelen binbir çeşniyi , binbir lezzeti, binbir hüznü ve kahkahayı tattı. Bu yeraltının tadıydı ve tanıdı. Babası uzun İhsan efendinin kendisine verdiği atlasın bütün sayfalarını bu tatla tanıdı ve onda , içinde bulunduğu dünyanın karanlık ayrıntılarını gördü. Görür görmez yer altı hazinelerinin arasına karıştı. "

Uzun ihsan efendinin rüyası ;

“Derken düşü bir sis kapladı. Gerek kendisi , gerek Arap İhsan , gerekse diğerleri bu karanlık sisin içinde yitip giderken , Bünyamin kararlı adımlarla ilerliyor ve ışığa doğru yaklaşıyordu. Zehirli bir yılan kadar uzun olan maceranın bitiminde , engereğin renklerini tek tek tanıdıktan sonra yılanın kafasını eziyor ve bir masal kahramanı oluyordu. O karanlık sisin içindeki yüzlerce ve binlerce kör , yılan ölür ölmez kahramanın çevresini sarıp sırtını sıvazlıyor , ellerini öperek dertlerine derman bulmasını istirham ediyorlardı. “

Öykümüz bu rüya ile takdimi yapıldığı üzre Bünyamin’in yılanın renklerini tek tek tanıyıp , onu yenmesi ile son buluyor .Bu maceraya girişmesi için babasının söylediği yüreklendirici sözleri hepimize söylenmiş varsayıyorum.

“Bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı seninde yapmana yol açmak istemiyorum , git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun , sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun binbir halinden korkma. “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder