Bir yazarın ik kitaplarını ustalık eserlerinden sonra okumamak gerekmiş..Hac ilk olmasına rağmen en yenisinden geri değildi..bu roman ise herhali ile bir çocuk . Anlatmak istediklerini sonraki kitapları ile daha yetkin söylecek Coelho. Bunda katolik tadı ağır basıyor , zaman geçtikçe hafifleyip , diğer tüm din ve düşünceleri daha rahat kucaklar hale gelecek.
Zamanda geriye dönmek gibi bu romanı okumak : )
En sevdiğim bölüm yine bir mektup oldu , buraya alıyorum ;
"Kimi zaman üstesinden gelemediğimiz bir hüzne gömüldüğümüz izlenimine kaptırırız kendimizi. Yaşadığımız günün büyülü anının geçip gittiğinin , buna karşın hiç bir şey yapmadığımızın farkına varırız. Oysa yaşam , büyüsünü ve güzelliğini kendi içinde gizlemektedir.
İçimizde yaşamayı sürdüren çocuğa kulak vermeliyiz. O çocuk büyülü anın hangi an olduğunu bilir . Onun gözyaşlarını kolayca bastırabiliriz , ama sesini boğamayız.
O çocuk varlığını hep sürdürür. O küçücük çocuklara ne mutlu ki gökyüzü krallığı onlarındır.
Yeniden doğmayı bilmezsek , yaşama , çocuk gözlerimizin saflığıyla ve heyecanıyla yeniden bakmayı başaramazsak , yaşamımızın bir anlamı kalmaz .
Canımıza türlü biçimlerde kıyabiliriz . Bedenlerini öldürmek isteyenler , Tanrının yasasını çiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar , onların işlediği günahı insanlar açık seçik göremese de .
Yüreğimizde hala yaşayan çocuğun sözlerine kulak verelim. Onun varlığından utanç duymayalım. Yapayalnız bıraktığımız ve onu neredeyse hiç dinlemediğimiz için korkuya kapılmasına izin vermeyelim.
Varlığımızın dizginlerini biraz olsun eline verelim. O çocuk her günün bir sonraki günden farklı olduğunu bilir.
Yeniden sevildiğini hissettirecek biçimde davranalım ona. Onu hoşnut edelim - bu alışık olmadığımız biçimde davranmak anlamıan gelse de , başkalarına saçmalık gibi görünse de .
İnsanların bilgelik taslamasının Tanrı katında delilik olduğunu anımsayalım. Ruhumuzda barınan çocuğa kulak verirsek , gözlerimiz yeniden parlayacaktır. O çocukla temasımızı yitirmezsek , yaşamla yakınlığımızı da yitirmeyiz. "
28 Ekim 2009 Çarşamba
24 Ekim 2009 Cumartesi
Veronica ölmek istiyor - Paulo Coelho
Marinin mektubu ;
"Genç bir avuketken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş , çok etkilenmiştim."Taştan fışkıran bir pınar ol , suyu tutan sarnıç olma " . Bu sözlerin doğruluğuna inanamamıştım o zaman . Çünkü taşmak tehlikeliydi , taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı , onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik.Hayatım boyunca , iç duvarlarımın sınırlarını aşmayan bir sarnıç olmaya çabaladım.
Derken hiç bir zaman anlamadığım ve anlayamayacağım bir nedenle panik ataklara tutulmaya başladım. Olmamak için onca çaba harcadığım tipte bir insan oldum : fışkıran , yatağından taşan , her yanı sulara sellere boğan bir pınar. Bunun sonucunda Villet'e yatırıldım.
Tedavi oldum , iyileştim , sizlerle tanıştım . Dostluğunuz , sevecenliğiniz ve birlikte geçirdiğimiz pek çok mutlu an için teşekkürler. Birlikte akvaryumdaki balıklar gibi yaşadık : ihtiyacımız olduğunda bize yem attıkları ve canımız istediğinde camın öte yanındaki dünyayı görebildiğimiz için hayatımızdan hoşnuttuk.
Ama dün bir piyano ve şu ana dek herhalde ölmüş olan bir genç kız sayesinde çok önemli bir şey öğrendim : içerideki yaşam ile dışarıdaki yaşam tıpkı birbirinin aynısı . Orada da burada da insanlar gruplaşıyor , çevrelerine duvarlar örüyor ve kendilerine tuhaf gelen hiç bir şeyin sıradan yaşamlarını sarsmasına izin vermiyorlar. Bir takım şeyleri sırf alıştıkları için yapıyorlar , yararsız konuları inceliyorlar , aralarında eğleniyorlar , çünkü eğlenmek gerekir , dünyanın geri kalanından onlara ne ? En fazla , televizyonda haberleri izliyorlar - bizim de sık sık yaptığımız gibi - ve böylece sorunlarla , haksızlıklarla dolu dünyadan ne kadar uzak olduklarını hissederek mutluluklarını bir kez daha doğruluyorlar.
Demek istediğim şu ki , kardeşlik çemberi içinde sürdürdüğümüz yaşamın Villete dışında yaşayanlarınkinden hemen hemen hiç farkı yok , herkes akvaryumun cam duvarlarının dışında olup bitenleri fark etmekten dikkatle kaçınıyor. Bu durum bana uzun bir süre iyi geldi , yararlı oldu , rahat ettirdi . Ama insan değişiyor . Artık serüven peşinde koşmak istiyorum . Altmışbeş yaşındayım ve yaşlılığın getirdiği tüm kısıtlamalardan haberim var . Gene de Bosna'ya gidiyorum . Orada beni bekleyenler var . Onlar beni tanımıyor , ben de onları tanımıyorum , ama yararlı bir şeyler yapabileceğime inanıyorum. Üstelik serüven duygusu , tehlike korkusu bile yeter , yıllarca refah ve sıkıntı içinde yaşamaktan iyidir."
"Genç bir avuketken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş , çok etkilenmiştim."Taştan fışkıran bir pınar ol , suyu tutan sarnıç olma " . Bu sözlerin doğruluğuna inanamamıştım o zaman . Çünkü taşmak tehlikeliydi , taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı , onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik.Hayatım boyunca , iç duvarlarımın sınırlarını aşmayan bir sarnıç olmaya çabaladım.
Derken hiç bir zaman anlamadığım ve anlayamayacağım bir nedenle panik ataklara tutulmaya başladım. Olmamak için onca çaba harcadığım tipte bir insan oldum : fışkıran , yatağından taşan , her yanı sulara sellere boğan bir pınar. Bunun sonucunda Villet'e yatırıldım.
Tedavi oldum , iyileştim , sizlerle tanıştım . Dostluğunuz , sevecenliğiniz ve birlikte geçirdiğimiz pek çok mutlu an için teşekkürler. Birlikte akvaryumdaki balıklar gibi yaşadık : ihtiyacımız olduğunda bize yem attıkları ve canımız istediğinde camın öte yanındaki dünyayı görebildiğimiz için hayatımızdan hoşnuttuk.
Ama dün bir piyano ve şu ana dek herhalde ölmüş olan bir genç kız sayesinde çok önemli bir şey öğrendim : içerideki yaşam ile dışarıdaki yaşam tıpkı birbirinin aynısı . Orada da burada da insanlar gruplaşıyor , çevrelerine duvarlar örüyor ve kendilerine tuhaf gelen hiç bir şeyin sıradan yaşamlarını sarsmasına izin vermiyorlar. Bir takım şeyleri sırf alıştıkları için yapıyorlar , yararsız konuları inceliyorlar , aralarında eğleniyorlar , çünkü eğlenmek gerekir , dünyanın geri kalanından onlara ne ? En fazla , televizyonda haberleri izliyorlar - bizim de sık sık yaptığımız gibi - ve böylece sorunlarla , haksızlıklarla dolu dünyadan ne kadar uzak olduklarını hissederek mutluluklarını bir kez daha doğruluyorlar.
Demek istediğim şu ki , kardeşlik çemberi içinde sürdürdüğümüz yaşamın Villete dışında yaşayanlarınkinden hemen hemen hiç farkı yok , herkes akvaryumun cam duvarlarının dışında olup bitenleri fark etmekten dikkatle kaçınıyor. Bu durum bana uzun bir süre iyi geldi , yararlı oldu , rahat ettirdi . Ama insan değişiyor . Artık serüven peşinde koşmak istiyorum . Altmışbeş yaşındayım ve yaşlılığın getirdiği tüm kısıtlamalardan haberim var . Gene de Bosna'ya gidiyorum . Orada beni bekleyenler var . Onlar beni tanımıyor , ben de onları tanımıyorum , ama yararlı bir şeyler yapabileceğime inanıyorum. Üstelik serüven duygusu , tehlike korkusu bile yeter , yıllarca refah ve sıkıntı içinde yaşamaktan iyidir."
19 Ekim 2009 Pazartesi
Işığın savaşçısının el kitabı - Paulo Coelho
Işığın savaşçısının kim olduğu sorulduğunda Coelho şu yanıtı veriyor ;
Günlük hayatının endişelerine karşı hayalleri için çarpışan herkes ışığın savaşçısıdır.
(Everyone who, despite his everyday worries, is still able to fight for his dreams.)
Işığın savaşçısının nitelikleri ;
Bir savaşçı yılan kadar bilge , güvercin kadar saftır.
Işığın savaşçısı inaçlıdır , mucizelere inandığı için mucizeler gerçekleşmeye başlar. Düşüncelerinin hayatını değiştireceğine emin olduğu için hayatı değişmeye başlar. Sevgiyi bulacağına inandığı için sevgi kendini gösterir.
Savaşçı söylediği gibi biri olduğuna inandığı için sonunda öyle olur.
Hasımlarının onun karşısına yiğitliğini, dayanıklılığını , karar alma yetisini sınamak için çıktıklarını bilir.
Savaşçı özgürdür ama açık duran bir fırında ekmek pişmeyeceğini bilir.
Hiçbir savaşçı ateşin karşısında oturup karşısındakilere ben hep doğruyu yaptım diyemez. Her kim ki böyle söyler , yalan söylemektedir ve kendisini tanımayı henüz öğrenmemiştir. Gerçek bir ışığın savaşçısı , geçmişinde haksızlıklar yapmıştır. Ama hayat ilerledikçe dürüst davranmadığı insanların her zaman yoluna çıktığını görecektir . Onun ikinci fırsatı , bu kişilere yaptığı haksızlığı gidermektir ve o her zaman hiç tereddüt etmeden kullanır bu fırsatı .
Savaşçı başkalarının hayallerini yargılamakla sorumlu değildir , kendi yoluna güvenebilmesi için başkasının yolunun yanlış olduğunu kanıtlaması gerekmez.
Öğüt istemek tehlikelidir, daha tehlikeli olan ise öğüt vermektir .Savaşçı yardıma gereksinim duyarsa arkadaşlarının kendi sorunlarını nasıl çözümlediğine – ya da çözümleyemediğine – bakar . Esin arıyorsa , kendi koruyucu meleğinin ona söylemek istediği şeyleri yakınlarının dudaklarında okur.
Işığın savaşçısı düşünür , zevk peşinde koşmaz , meydan okuyuşlara ve açıklamalara uzak durur , yeteneklerinin ve becerilerinin ortaya çıkmasına izin verir. Yüreğinin sessizliğinde kendisine yol gösterecek bir ses duyacağını bilir.
Bir savaşçı yalnızlık ile başkasına bağlılık arasında bir denge kurar .
Gerginlik ile huzursuzluğu karıştırmaz, sertlik ve yumuşaklığı dengeler.
Bir savaşçı başkalarının kendisine biçtiği rolü oynayarak zaman yitirmez.
Nehrin suyu hangi yol uygunsa oraya uyum sağlayabilir ama hedefin deniz olduğunu asla unutmaz.
Işığın savaşçısı her bir durumu tekmişçesine ele alır , asla formüllere , reçetelere ya da başkasının görüşlerine başvurmaz.
Bağışlamak her şeyi kabullenmek değildir , savaşçi başını eğemez , eğer eğerse hayallerinin ufkunu göremez olur.
Tanrı yolu bizim adımlarımızla kurar .
Hiçbir yeni , önemli hareket alışıldık bir şey ile başlamamıştır.
Savaşçı bilir ki ne zaman bir hayalden söz etse , o hayalin enerjisinin bir parçasını onu anlatırken tüketecektir. Üstelik konuşursa , o hayali gerçeğe dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu enerjinin tamamını tüketme riskiyle karşı karşıya olacaktır.
Işığın savaşçısı sözcüklerin gücünü bilir.
Biri bir şey dilerse bütün evren ona yardımcı olmak için iş birliği yapar . ışığın savaşçısı bunu bilir , bu nedenle düşüncelerine çok özen gösterir. Yanlış şeyler dilemediğine emin olmak için yüreğinin karanlık köşelerine bakma cesareti bulur.
Savaşçı yol hakkında ne biliyorsa başkaları ile paylaşır .Yardım eden biri yardım da alır ve öğrendiği şeyi öğretmek ister .
Başkalarının acılarına kayıtsız kalanlar en acınacak kişilerdir.
Duygu çöpü diye bir şey vardır ; zihin makineleri üretir onu . Bu çöp çoktan biten ve artık bir işe yaramayan acılardan oluşur . Geçmişte önem taşıyan ama şimdi hiçbir anlamı kalmayan önlemlerden oluşur .
Savaşçının da anıları vardır , ama o yararlıyı yararsızdan ayırmayı bilir , duygusal çöplerden kurtulur.Değişmektedir o ve duygularının kendisine ayak uydurmasını ister.
Zafer kazananlar , aynı hatayı iki kez işlemezler. İşte bu nedenle savaşçı gerçekten değen bir şey için kendini tehlikeye atar.
İki çeşit dua vardır .
Birincisinde , kişi bazı şeylerin olmasını ister ve Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeye kalkışır. Bu yol , Yaradan’a hareket edecek zaman ve mekan bırakmaz. Her birimiz için neyin iyi olduğunu çok iyi bilen Tanrı , nasıl uygun görüyorsa öyle davranmayı sürdürür. Dua eden kişi de dualarının yanıtsız kaldığına inanır.
İkincisinde , kişi, Ulu Tanrı’nın amaçlarını anlamayabilir , ama hayatının Yaradan’ın planlarına uygun olarak gelişmesine izin verir. Acı çekmemeyi diler , hayırlı savaştan haz almayı diler , ama şunu eklemeyi asla unutmaz ; “ Senin dediğin olur “ .
Günlük hayatının endişelerine karşı hayalleri için çarpışan herkes ışığın savaşçısıdır.
(Everyone who, despite his everyday worries, is still able to fight for his dreams.)
Işığın savaşçısının nitelikleri ;
Bir savaşçı yılan kadar bilge , güvercin kadar saftır.
Işığın savaşçısı inaçlıdır , mucizelere inandığı için mucizeler gerçekleşmeye başlar. Düşüncelerinin hayatını değiştireceğine emin olduğu için hayatı değişmeye başlar. Sevgiyi bulacağına inandığı için sevgi kendini gösterir.
Savaşçı söylediği gibi biri olduğuna inandığı için sonunda öyle olur.
Hasımlarının onun karşısına yiğitliğini, dayanıklılığını , karar alma yetisini sınamak için çıktıklarını bilir.
Savaşçı özgürdür ama açık duran bir fırında ekmek pişmeyeceğini bilir.
Hiçbir savaşçı ateşin karşısında oturup karşısındakilere ben hep doğruyu yaptım diyemez. Her kim ki böyle söyler , yalan söylemektedir ve kendisini tanımayı henüz öğrenmemiştir. Gerçek bir ışığın savaşçısı , geçmişinde haksızlıklar yapmıştır. Ama hayat ilerledikçe dürüst davranmadığı insanların her zaman yoluna çıktığını görecektir . Onun ikinci fırsatı , bu kişilere yaptığı haksızlığı gidermektir ve o her zaman hiç tereddüt etmeden kullanır bu fırsatı .
Savaşçı başkalarının hayallerini yargılamakla sorumlu değildir , kendi yoluna güvenebilmesi için başkasının yolunun yanlış olduğunu kanıtlaması gerekmez.
Öğüt istemek tehlikelidir, daha tehlikeli olan ise öğüt vermektir .Savaşçı yardıma gereksinim duyarsa arkadaşlarının kendi sorunlarını nasıl çözümlediğine – ya da çözümleyemediğine – bakar . Esin arıyorsa , kendi koruyucu meleğinin ona söylemek istediği şeyleri yakınlarının dudaklarında okur.
Işığın savaşçısı düşünür , zevk peşinde koşmaz , meydan okuyuşlara ve açıklamalara uzak durur , yeteneklerinin ve becerilerinin ortaya çıkmasına izin verir. Yüreğinin sessizliğinde kendisine yol gösterecek bir ses duyacağını bilir.
Bir savaşçı yalnızlık ile başkasına bağlılık arasında bir denge kurar .
Gerginlik ile huzursuzluğu karıştırmaz, sertlik ve yumuşaklığı dengeler.
Bir savaşçı başkalarının kendisine biçtiği rolü oynayarak zaman yitirmez.
Nehrin suyu hangi yol uygunsa oraya uyum sağlayabilir ama hedefin deniz olduğunu asla unutmaz.
Işığın savaşçısı her bir durumu tekmişçesine ele alır , asla formüllere , reçetelere ya da başkasının görüşlerine başvurmaz.
Bağışlamak her şeyi kabullenmek değildir , savaşçi başını eğemez , eğer eğerse hayallerinin ufkunu göremez olur.
Tanrı yolu bizim adımlarımızla kurar .
Hiçbir yeni , önemli hareket alışıldık bir şey ile başlamamıştır.
Savaşçı bilir ki ne zaman bir hayalden söz etse , o hayalin enerjisinin bir parçasını onu anlatırken tüketecektir. Üstelik konuşursa , o hayali gerçeğe dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu enerjinin tamamını tüketme riskiyle karşı karşıya olacaktır.
Işığın savaşçısı sözcüklerin gücünü bilir.
Biri bir şey dilerse bütün evren ona yardımcı olmak için iş birliği yapar . ışığın savaşçısı bunu bilir , bu nedenle düşüncelerine çok özen gösterir. Yanlış şeyler dilemediğine emin olmak için yüreğinin karanlık köşelerine bakma cesareti bulur.
Savaşçı yol hakkında ne biliyorsa başkaları ile paylaşır .Yardım eden biri yardım da alır ve öğrendiği şeyi öğretmek ister .
Başkalarının acılarına kayıtsız kalanlar en acınacak kişilerdir.
Duygu çöpü diye bir şey vardır ; zihin makineleri üretir onu . Bu çöp çoktan biten ve artık bir işe yaramayan acılardan oluşur . Geçmişte önem taşıyan ama şimdi hiçbir anlamı kalmayan önlemlerden oluşur .
Savaşçının da anıları vardır , ama o yararlıyı yararsızdan ayırmayı bilir , duygusal çöplerden kurtulur.Değişmektedir o ve duygularının kendisine ayak uydurmasını ister.
Zafer kazananlar , aynı hatayı iki kez işlemezler. İşte bu nedenle savaşçı gerçekten değen bir şey için kendini tehlikeye atar.
İki çeşit dua vardır .
Birincisinde , kişi bazı şeylerin olmasını ister ve Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeye kalkışır. Bu yol , Yaradan’a hareket edecek zaman ve mekan bırakmaz. Her birimiz için neyin iyi olduğunu çok iyi bilen Tanrı , nasıl uygun görüyorsa öyle davranmayı sürdürür. Dua eden kişi de dualarının yanıtsız kaldığına inanır.
İkincisinde , kişi, Ulu Tanrı’nın amaçlarını anlamayabilir , ama hayatının Yaradan’ın planlarına uygun olarak gelişmesine izin verir. Acı çekmemeyi diler , hayırlı savaştan haz almayı diler , ama şunu eklemeyi asla unutmaz ; “ Senin dediğin olur “ .
15 Ekim 2009 Perşembe
Portobello cadısı - Paulo Coelho
“Özgürlüğün özlemini çekecekleri yerde kendilerine bir çoban arayanlara acımak gerekir ! Herkes üstün güçlerle karşılaşabilir , ama üstün güç sorumluluğu başkasına bırakanlara uzak düşer. “
“İster insan olsun , ister Tanrı , sevgiye tümüyle teslim olmak , kendi rahatımız ve karar verme yeteneğimiz de dahil her şeyden vazgeçmek demektir. Sözcüğün en derin anlamında sevmek demektir bu. İşin aslına bakarsan , bizler Tanrı’nın seçtiği biçimde kurtarılmak istemeyiz , attığımız her adımı denetim altında tutmak , her kararımızı bilinçli olarak vermek , neye bağımlılık duyacağımızı seçebilmek isteriz.
Sevgide böyle olmaz , sevgi gelir , yerleşir ve her şeyi yönetmeye başlar. Ancak çok güçlü kişilikler kapılıp gitmeye açıktırlar. “
“Gerçeklik beyne giden bir dizi elektriksel uyartıdan başka bir şey değildir.Gördüğümüzü sandığımız şey , beynin tümüyle karanlık bir bölümüne giden bir enerji artışıdır. Ama başkaları ile aynı dalga boyunu yakalarsak , o gerçekliği değiştirmeyi deneyebiliriz. Sevinç de tıpkı , heyecan ve sevgi gibi benim anlamadığım bir şekilde bulaşıcıdır. Hüzün , depresyon ya da nefret de öyle..
Athena’nın hat ustasından öğrendikleri ;
Bu yazdığın kalem sadece bir araç. Bilinci yoktur, onu elinde tutanın arzularına boyun eğer. Bu açıdan hayat dediğimiz şeye çok benzer. Bu dünyada bir çok insan bir rolü oynar , kendilerini yönlendiren bir görünmez el olduğunun farkında değildirler.
Doğru biçimde oturmanın, ruhunu yatıştırmanın , kalbini temiz tutmanın ve her kelimenin her harfine saygı göstermenin ne kadar çaba gerektirdiğini biliyorsun artık .
Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın . Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz , bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor.
Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir , bir müzik eserinde de duraklar.”
Bu sözler ile hayatımın boşluklarını düşündüm , çoğu zaman boşlukta karşılaşacaklarımızla yüzleşmemek için yapageldiğimiz şeyleri..okumak , konuşmak , yazmak , çalışmak ..gerçekten boşluğun ustası olmak güç ve belki bunu bunu bir öğretmenden öğrenmek gerek. Zaten Coelho da ;
“ Öğren ama öğrenirken her zaman yanında başkaları da olsun .Yalnız başına arama , çünkü yanlış bir adım attığında yanında sana doğru yolu gösterecek kimseyi bulamazsın “ diyor.
Hattatın zerafet ile ilgili söylediklerini de buraya not düşüyorum ;
Zerafet yüzeysel bir şey değildir , insanlığın , hayatı ve yapılan işi saygın kılmak için bulduğu yoldur. O yüzden şu oturuşta kendini rahatsız hissediyorsan , onun zoraki ya da yapay bir şey olduğunu sanmamalısın .Tam da zor olduğu için gerçektir. Bu oturuş, kağıdın da , kalemin de senin gösterdiğin çabadan onurlandıkları anlamına gelir. Yazının kusursuz olmasını istiyorsan zerafet doğru oturuştur. Hayatta da böyledir , tüm fazlalıklardan kurtulduğumuz zaman yalınlığı ve konsantrasyonu keşfederiz.
Coelho’nun hat ustasını hak ilmine vasıf bir öğretmen olarak sunmasının temelinde hangi din ya da düşünceye bağlı olduğuna bakılmaksızın insanların ve yolculuklarının kutsanması fikri var.
Hiçbir harfi küçümsememenin, özen ve sevecenliğin anlamını iyi bilen bir yazar Coelho. Milyonlarca satan kitaplar yazıp da kendisine küçük bir not yazan herkesi yanıtlayacak kadar alçakgönüllü ve zamana hakim bir yazar . Üretkenliğine hayran olmamak mümkün değil , yayınevlerinin basamayacağı kadar fazla yazıyor ve bunları ücretsiz kitaplar olarak web sitesinde paylaşıyor . Okuyanların birer kopya yazdırıp da kütüphaneler ve hapishanelere birer nüsha bırakmalarını rica etmiş. Doğrusu İngilizceden hakkı ile tercüme edebileceğimi düşünsem bunu yapardım .
Portobello cadısından not aldığımız incilere dönecek olursak ;
Coelho diyor ki ;
Bütün fırtınalar yıkım getirir ama yağmurla birlikte hem tarlalar sulanır , hem de gökyüzünden bilgelik yağar.
Işık değişkendir. Rüzgar onu söndürür , şimşek yakar , hiçbir zaman güneş gibi durduğu yerde parlamaz , ama yine de uğruna savaşmaya değer.
İnanç arzu değildir . İnanç iradedir. Arzu tatmin edilmesi gereken bir şeydir. İrade ise güçtür.İrade çevremizdeki mekanı değiştirir . Ama bunun için arzuya da ihtiyacın vardır.
Mutluluk zaten sahip olduklarınla tatmin olma duygusudur. Hayatın zevki farklı olmaktadır.
İlginç yerler keşfetmenin en iyi yolu kaybolmaktır. Hayatına bir hayal katmaya çalış , bugüne kadar yıldızlar hakkında öğrendiğin ne varsa unut , bırak yıldızlar yeniden meleklere ya da çocuklara , ya da şu anda ne istiyorsan ona dönüşsünler . Korkma kimse sana aptal demez, ne de olsa bir oyun bu , tam tersine hayatını zenginleştirir.
Mutlu olmayı isteyemezsin , çünkü bu hem çok kolay hem de çok sıkıcı. Yalnızca aşık olmayı isteyemezsin çünkü bu olanaksız . Hayatını doğrulamak , hayatını elden geldiğince yoğun yaşamak istiyorsun . Bu hem bir tuzak , hem de bir coşku kaynağı. Hem bu tehlikeye karşı uyanık olmaya , hem de aynaya yansıyan o imgenin ötesindeki kadın olmanın coşkusu ve serüvenini yaşamaya çalış.
Hem bir insan , hem de bir tanrı olarak yaşamak. Gerilimden dinginliğe geçmek .Dinginlikten transa.Transtan başkaları ile daha yoğun bağlantıya geçmek.O bağlantıdan yeniden gerilime dönmek ve bunun böyle sürüp gitmesi , tıpkı kendi kuyruğunu yutan bir yılan gibi.
Bu sudan bir kez içen susuzluğunu başka pınarda dindiremez
"Hiç de kolay bir iş değildi , çünkü acı çekmekten , reddedilmekten , kaybetmekten korkmayan koşulsuz bir sevgi gerektiriyordu.
Mutluluğa giden tek yolun kölelik olduğu bir çağda yaşıyorduk. Özgür irade çok büyük sorumluluk istiyordu , zorlu bir çabayı gerektiriyor , acı ve keder getiriyordu ."
Daha dayanıklı dalların tutuşması için önce ateşin yanması gerekir. Gücümüzü gösterebilmemiz için önce zayıflığımızın kendi gösterebilmesi gerekir.
Birçoğumuz hiçbir işe yaramayan şeylerin peşine düşmek zorunda bırakıldığımız uzun bir yolculuktan dönüyoruz . Artık o peşine düştüğümüz şeylerin düzmece olduğunu fark ediyoruz. Ama bu geri dönüş acısız olamaz , çünkü uzun zamandır uzaklardaydık , kendi ülkemizde yabancı gibi hissediyoruz kendimizi. Bizim gibi gitmiş olan bazı dostları ve köklerimiz ve hazinelerimizin bulunduğu yerleri bulmak biraz zaman alacak. Ama bu mutlaka olacak.
“ Aya sofya’yım ben. Evrensel bilgeliğim . Ben dünyaya gelirken yanımda bir tek sevgi vardı. Ben her şeyin başlangıcıyım , benden önce yalnızca kargaşa vardı. O yüzden kargaşada hüküm süren güçleri denetim altına almak isteyen , Aya sofya’ya soru sormasın. Benim için her şeyde sevgi vardır.Sevgi istenemez , çünkü başlı başına bir amaçtır. Sevgi ihanet edemez , çünkü sahip olmayla bir ilgisi yoktur. Sevgi hapsedilemez , çünkü bir ırmaktır sevgi , taşar sel olur. Onu hapsetmeye kalkan , onu besleyen pınarın önünü keser , bir yere kapatılan su ise durgunlaşır , bozulur ve kokar. “
“Kader ölüp gitmiş olan bir evrende yaşamak isteyenlere aman tanımayacaktır. Başarısız olduğuna inanan herkes her zaman başarısız olacaktır. Farklı davranamayacağına karar veren herkes alışılmış olan tarafından yok edilecektir. Tüm değişiklikleri engellemeye karar veren herkes toza dönüşecektir. “
Burada aktarımı kesip bir yorumda bulunmak istiyorum. Bu kitapta yer alan ve tasavvuf , gnostism , kabala felsefeleri tarafından paylaşılan ortak düşünce sevgiyi merkez alır. Cennet ve cehennem , iyilik ve kötülük konusunda klasik dinlerin önermeleri ile birlik felsefesi arasında derin farklar var . Yine de eksi ve artı sunulmamış değil ..ödül olarak cennet yerine ışık ve aydınlanma , ceza olarak ise cehennem yerine toza dönüşme vaat ediliyor , yani sonsuz yok oluş. Bu hali ile belki cehennemden de katı bir ceza , çünkü klasik önermede insanlar bir süre cehennemde kalıp sonra bağışlanacaklarına ve sonra sonsuz cennete kabul edilebileceklerine inanırlar. Oysa aydınlanma felsefesi gereken cesareti göstermez, kendinizi koşulsuz sevgiye açmazsanız , bir çok hayatta üst üste sınanıp başarısızlığa uğrarsanız , artık sizinle uğraşılmak istenmez ve toza dönüşür..sonsuza dek kaybolursunuz diyor. Bu resti görmek ve değişme esini yakalamak insanın kendine kalmış . Ancak fikirlerin fırtınada sürüklenen bulutlar kadar çok olduğu düşünce evreninde bir yol seçmek ve bunun doğru olduğuna karar verebilmek hiç kolay değil. Her şeyi yöneten elin bizleri en iyiye kavuşturmasını dilemekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.
“İster insan olsun , ister Tanrı , sevgiye tümüyle teslim olmak , kendi rahatımız ve karar verme yeteneğimiz de dahil her şeyden vazgeçmek demektir. Sözcüğün en derin anlamında sevmek demektir bu. İşin aslına bakarsan , bizler Tanrı’nın seçtiği biçimde kurtarılmak istemeyiz , attığımız her adımı denetim altında tutmak , her kararımızı bilinçli olarak vermek , neye bağımlılık duyacağımızı seçebilmek isteriz.
Sevgide böyle olmaz , sevgi gelir , yerleşir ve her şeyi yönetmeye başlar. Ancak çok güçlü kişilikler kapılıp gitmeye açıktırlar. “
“Gerçeklik beyne giden bir dizi elektriksel uyartıdan başka bir şey değildir.Gördüğümüzü sandığımız şey , beynin tümüyle karanlık bir bölümüne giden bir enerji artışıdır. Ama başkaları ile aynı dalga boyunu yakalarsak , o gerçekliği değiştirmeyi deneyebiliriz. Sevinç de tıpkı , heyecan ve sevgi gibi benim anlamadığım bir şekilde bulaşıcıdır. Hüzün , depresyon ya da nefret de öyle..
Athena’nın hat ustasından öğrendikleri ;
Bu yazdığın kalem sadece bir araç. Bilinci yoktur, onu elinde tutanın arzularına boyun eğer. Bu açıdan hayat dediğimiz şeye çok benzer. Bu dünyada bir çok insan bir rolü oynar , kendilerini yönlendiren bir görünmez el olduğunun farkında değildirler.
Doğru biçimde oturmanın, ruhunu yatıştırmanın , kalbini temiz tutmanın ve her kelimenin her harfine saygı göstermenin ne kadar çaba gerektirdiğini biliyorsun artık .
Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın . Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz , bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor.
Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir , bir müzik eserinde de duraklar.”
Bu sözler ile hayatımın boşluklarını düşündüm , çoğu zaman boşlukta karşılaşacaklarımızla yüzleşmemek için yapageldiğimiz şeyleri..okumak , konuşmak , yazmak , çalışmak ..gerçekten boşluğun ustası olmak güç ve belki bunu bunu bir öğretmenden öğrenmek gerek. Zaten Coelho da ;
“ Öğren ama öğrenirken her zaman yanında başkaları da olsun .Yalnız başına arama , çünkü yanlış bir adım attığında yanında sana doğru yolu gösterecek kimseyi bulamazsın “ diyor.
Hattatın zerafet ile ilgili söylediklerini de buraya not düşüyorum ;
Zerafet yüzeysel bir şey değildir , insanlığın , hayatı ve yapılan işi saygın kılmak için bulduğu yoldur. O yüzden şu oturuşta kendini rahatsız hissediyorsan , onun zoraki ya da yapay bir şey olduğunu sanmamalısın .Tam da zor olduğu için gerçektir. Bu oturuş, kağıdın da , kalemin de senin gösterdiğin çabadan onurlandıkları anlamına gelir. Yazının kusursuz olmasını istiyorsan zerafet doğru oturuştur. Hayatta da böyledir , tüm fazlalıklardan kurtulduğumuz zaman yalınlığı ve konsantrasyonu keşfederiz.
Coelho’nun hat ustasını hak ilmine vasıf bir öğretmen olarak sunmasının temelinde hangi din ya da düşünceye bağlı olduğuna bakılmaksızın insanların ve yolculuklarının kutsanması fikri var.
Hiçbir harfi küçümsememenin, özen ve sevecenliğin anlamını iyi bilen bir yazar Coelho. Milyonlarca satan kitaplar yazıp da kendisine küçük bir not yazan herkesi yanıtlayacak kadar alçakgönüllü ve zamana hakim bir yazar . Üretkenliğine hayran olmamak mümkün değil , yayınevlerinin basamayacağı kadar fazla yazıyor ve bunları ücretsiz kitaplar olarak web sitesinde paylaşıyor . Okuyanların birer kopya yazdırıp da kütüphaneler ve hapishanelere birer nüsha bırakmalarını rica etmiş. Doğrusu İngilizceden hakkı ile tercüme edebileceğimi düşünsem bunu yapardım .
Portobello cadısından not aldığımız incilere dönecek olursak ;
Coelho diyor ki ;
Bütün fırtınalar yıkım getirir ama yağmurla birlikte hem tarlalar sulanır , hem de gökyüzünden bilgelik yağar.
Işık değişkendir. Rüzgar onu söndürür , şimşek yakar , hiçbir zaman güneş gibi durduğu yerde parlamaz , ama yine de uğruna savaşmaya değer.
İnanç arzu değildir . İnanç iradedir. Arzu tatmin edilmesi gereken bir şeydir. İrade ise güçtür.İrade çevremizdeki mekanı değiştirir . Ama bunun için arzuya da ihtiyacın vardır.
Mutluluk zaten sahip olduklarınla tatmin olma duygusudur. Hayatın zevki farklı olmaktadır.
İlginç yerler keşfetmenin en iyi yolu kaybolmaktır. Hayatına bir hayal katmaya çalış , bugüne kadar yıldızlar hakkında öğrendiğin ne varsa unut , bırak yıldızlar yeniden meleklere ya da çocuklara , ya da şu anda ne istiyorsan ona dönüşsünler . Korkma kimse sana aptal demez, ne de olsa bir oyun bu , tam tersine hayatını zenginleştirir.
Mutlu olmayı isteyemezsin , çünkü bu hem çok kolay hem de çok sıkıcı. Yalnızca aşık olmayı isteyemezsin çünkü bu olanaksız . Hayatını doğrulamak , hayatını elden geldiğince yoğun yaşamak istiyorsun . Bu hem bir tuzak , hem de bir coşku kaynağı. Hem bu tehlikeye karşı uyanık olmaya , hem de aynaya yansıyan o imgenin ötesindeki kadın olmanın coşkusu ve serüvenini yaşamaya çalış.
Hem bir insan , hem de bir tanrı olarak yaşamak. Gerilimden dinginliğe geçmek .Dinginlikten transa.Transtan başkaları ile daha yoğun bağlantıya geçmek.O bağlantıdan yeniden gerilime dönmek ve bunun böyle sürüp gitmesi , tıpkı kendi kuyruğunu yutan bir yılan gibi.
Bu sudan bir kez içen susuzluğunu başka pınarda dindiremez
"Hiç de kolay bir iş değildi , çünkü acı çekmekten , reddedilmekten , kaybetmekten korkmayan koşulsuz bir sevgi gerektiriyordu.
Mutluluğa giden tek yolun kölelik olduğu bir çağda yaşıyorduk. Özgür irade çok büyük sorumluluk istiyordu , zorlu bir çabayı gerektiriyor , acı ve keder getiriyordu ."
Daha dayanıklı dalların tutuşması için önce ateşin yanması gerekir. Gücümüzü gösterebilmemiz için önce zayıflığımızın kendi gösterebilmesi gerekir.
Birçoğumuz hiçbir işe yaramayan şeylerin peşine düşmek zorunda bırakıldığımız uzun bir yolculuktan dönüyoruz . Artık o peşine düştüğümüz şeylerin düzmece olduğunu fark ediyoruz. Ama bu geri dönüş acısız olamaz , çünkü uzun zamandır uzaklardaydık , kendi ülkemizde yabancı gibi hissediyoruz kendimizi. Bizim gibi gitmiş olan bazı dostları ve köklerimiz ve hazinelerimizin bulunduğu yerleri bulmak biraz zaman alacak. Ama bu mutlaka olacak.
“ Aya sofya’yım ben. Evrensel bilgeliğim . Ben dünyaya gelirken yanımda bir tek sevgi vardı. Ben her şeyin başlangıcıyım , benden önce yalnızca kargaşa vardı. O yüzden kargaşada hüküm süren güçleri denetim altına almak isteyen , Aya sofya’ya soru sormasın. Benim için her şeyde sevgi vardır.Sevgi istenemez , çünkü başlı başına bir amaçtır. Sevgi ihanet edemez , çünkü sahip olmayla bir ilgisi yoktur. Sevgi hapsedilemez , çünkü bir ırmaktır sevgi , taşar sel olur. Onu hapsetmeye kalkan , onu besleyen pınarın önünü keser , bir yere kapatılan su ise durgunlaşır , bozulur ve kokar. “
“Kader ölüp gitmiş olan bir evrende yaşamak isteyenlere aman tanımayacaktır. Başarısız olduğuna inanan herkes her zaman başarısız olacaktır. Farklı davranamayacağına karar veren herkes alışılmış olan tarafından yok edilecektir. Tüm değişiklikleri engellemeye karar veren herkes toza dönüşecektir. “
Burada aktarımı kesip bir yorumda bulunmak istiyorum. Bu kitapta yer alan ve tasavvuf , gnostism , kabala felsefeleri tarafından paylaşılan ortak düşünce sevgiyi merkez alır. Cennet ve cehennem , iyilik ve kötülük konusunda klasik dinlerin önermeleri ile birlik felsefesi arasında derin farklar var . Yine de eksi ve artı sunulmamış değil ..ödül olarak cennet yerine ışık ve aydınlanma , ceza olarak ise cehennem yerine toza dönüşme vaat ediliyor , yani sonsuz yok oluş. Bu hali ile belki cehennemden de katı bir ceza , çünkü klasik önermede insanlar bir süre cehennemde kalıp sonra bağışlanacaklarına ve sonra sonsuz cennete kabul edilebileceklerine inanırlar. Oysa aydınlanma felsefesi gereken cesareti göstermez, kendinizi koşulsuz sevgiye açmazsanız , bir çok hayatta üst üste sınanıp başarısızlığa uğrarsanız , artık sizinle uğraşılmak istenmez ve toza dönüşür..sonsuza dek kaybolursunuz diyor. Bu resti görmek ve değişme esini yakalamak insanın kendine kalmış . Ancak fikirlerin fırtınada sürüklenen bulutlar kadar çok olduğu düşünce evreninde bir yol seçmek ve bunun doğru olduğuna karar verebilmek hiç kolay değil. Her şeyi yöneten elin bizleri en iyiye kavuşturmasını dilemekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.
11 Ekim 2009 Pazar
Şeytan ve genç kadın - Paulo Coelho
“Vaatlere inanmamalısınız. Dünya vaat doludur ; zenginlik , günahlardan kurtuluş , bitmeyen aşk. Her şeyi vaat edebileceklerine inanan insanlar vardır. Kimileri de -sizin gibi – kendilerine güzel günler vaat eden her şeye gözü kapalı inanırlar. Bir şey vaat edip sözlerini tutmayanlar sonunda kendilerini güçsüz ve öfkeli hissederler. Aynı şey vaatlere gözü kapalı inanan insanlar için de geçerlidir. “
“Herkes ne kadar kibirli , saf ve koyun gibi. Hiç kimse inanmaya alışmadığı şeylere inanmıyor. Herkes Tanrı’dan korkuyor. Hayatlarını değiştirme fırsatı çıktığı anda herkes – Chantal da – korkaklık ediyor. Oysa “iyilik” diye bir şey yoktur , ne korkakların yaşadığı yeryüzünde , ne de bizi kötülükten korusun diye ömür boyu kendisine yalvarabilmemiz için dünyayı düşüncesizce ıstırapla dolduran Tanrı’nın cennetinde. “
“ İnsanlar her şeyin değişmesini ister , hem de her şeyin hiç değişmeden sürüp gitmesini. “
“ Ötekiler hayatı “ saçma bir yarış “ olarak niteledikleri ve korkularını yüce gönüllülük sandıkları için korkaklığının farkına varan tek kişi Chantal olmuştu. “
“İyi yürekli adam rolü oynamak , yalnızca hayatta tavır almaktan korkanlara özgü bir şeydir. İnsanın , kendini iyi olduğuna inanması , başkalarına karşı çıkmaktan ve haklarını savunmak için savaşmaktan çok daha kolaydır. Üzerimize atılan taş bize isabet etmemiş gibi yapabiliriz , ama geceleri odamızda yalnız kaldığımızda , odamızı paylaştığımız karımız , kocamız ya da okul arkadaşımız uykuya daldığında -korkaklığımıza sessizce ağlarız. “
Din felsefesinin kadim sorunlarından biri ; iyilik ve kötülük.. Coelho bize konu hakkında söylenegelmiş ne varsa açıyor..özellikle de insanın özünün kötü olduğu iddiasını...
Dine bakışta kendimce ilginç noktalar yakaladım alegoriler içinden ..mesela caydırıcı bir unsur ( köy meydanında hep hazır bekleyen bir darağacı ) olmadıkça , toplumsal düzenin korunmasında güçlükler yaşanması . Dini suçların ( hırsızlık, öldürme, zina , ..) genelde topluma karşı işlenişinden hareketle , dar ağacının yerini her daim hazır bekleyen bir “cehennem “ fikrinin doldurmasının da toplumsal bir gereklilik olduğu düşünülebilir....ölüler toprağın altına gömüldüğü için ölüm ülkesinin karanlık , volkanlardan zaman zaman püsküren lavlar ile yer dibinde ateş bulunduğu bilindiği için cehenennem ateş barındıran bir ceza ülkesi olarak tasavvur edilmiş diyor bu tezlerden biri. Bu hali ile pek de mantıksız görünmüyor.
Leonordo Da Vincinin son yemek tablosunda Yahuda modeli olarak resmettiği ( kötülüğün timsali ) sarhoşun , hayatının bir döneminde ( işleri yolunda iken ) , kendisine aynı tabloda Mesih için ( iyiliğin timsali ) poz teklif edildiğini söylemesi de oldukça çarpıcı bir iç hikaye. Buradan yola çıkarak kötü ve iyinin yüzü aynıdır , ne zaman karşınıza çıktıklarına bağlı olarak ,diyor Coelho.
İlgimi çeken bir başka nokta normalde pek dindar olmayan köy halkının , bir suç işlemeye karar verip bunu bir şekilde mantığa bürümek istedikleri zaman kiliseye akın etmeleri..din ( diğer pek çok sebep gibi ) insanlara kötü olmanın bir bahenesini sunabiliyor istendiğinde .Özellikle hristiyanlıkta sanırım bu daha kolay , çünkü doğuştan asli günah diye bir kavram var .
Tanrı böyle olmasını istiyor - istedi , O böyle buyurmuş , vs. vs ..Tanrı adına söylenen her şey tartışmasız kabul edildiği için , anında bir kötülüğü aklayabilir, kötü oluşundan duyduğu vicdan azabını , dine uyuyor olmanın vicdan rahatlığına çevirebilir kişi. Çoğu zaman bir kılıfa uydurma söz konusu olan . Ve inancında samimi olanların , insanın kendi kendine oynadığı bu oyunlardan haberdar olması gerekiyor. Ne de olsa benlik kişiye yaptığını güzel gösterir .
Coelho şeytan senin beyninin içinde , aklının sağ yarısında akıl ve mantığın yaşadığı yerde diyor. Ben insanların melek ve şeytanlarını içlerinde gezdirdiklerine , dahası bunların kişinin bizzat kendisi olduğuna inanırım. Eli çatallı , boynuzlu bir yaratığın arkasına sığınmaya gerek yok..kötü bir iş yapılıyorsa bunu insan yapıyor ..ve iyi işleri de ..
Kötülüğün kendini bilmemekle ilgisi çok ..öykümüzde bu “yabancı”nın hayatta uğramış olduğu haksızlığın acısını diğer insanlara yansıtmak istemesi ile veriliyor.Bu kişi , insanların özünün kötü olduğunu ispatlayabilirse , kendi başına gelenler zaten beklenebilecek tek şey olduğundan acısı dinecektir. Kendisine yardımcı olması için seçtiği köylü kadın yabancıya , insanın kötülüğünün herkeste bulunduğunu ispatladığında bunun aynı zamanda Allah’ın adil olduğunun ispatı da olacağını söylüyor. Adalet kavramının kötülük üzerinden Tanrıya varması oldukça ilginç. Hikayedeki şeytanlar insanın kötülüğünün kendilerine yol vereceği hesabını yaparken kötülüğün insanlara eşit dağıtıldığı fikri Tanrıya yaklaşmasını sağlıyor yabancının . Kötülüğü açığa çıkaracak koşulları eli ile kurmuş olmasına karşın , içten içe insanların kendilerine sunduğu tercihler içinden iyi olanı seçeceği ümidini besliyor yabancı. Hikayenin bilgesi kötülükten iyilik çıkmaz diyerek reddediyor bu fikri. Keza Pederin , “Tanrı kötüye alet olarak iyiliğin değerini göstermemi istiyor “ sözleri de aynı yanıtı alıyor ; Sen ve yabancı aynısınız ..kendinize yapılan kötülük ile zehirlendiniz , kötülükten iyilik çıkacağını söylemeyin çünkü çıkmaz.
Chantal bir Japon dövüş sanatı kitabında rakibini zayıf düşürmek isteyen kişi onu , kendisinin onun tarafında olduğuna ikna eder diye okuyor öyküde. Kötülük de akıllı bir rakip gibi kendini iyiliğe ulaşmakta bir araç şeklinde gösterebilir bazen.
Bilinmesi gereken yeteri kadar kışkırtıldıklarında bütün insanların kötü olabileceği ve bunun iyiye çevrilmesinin ancak kışkırtan sebebin ortaya kalkması ile mümkün olabileceği..Bir kişinin bunu fark etmesi yetiyor ve içlerinden birini öldürmeleri karşılığında kazanacakları külçe altınları bir sorun yaşamadan paraya dönüştüremeyeceklerini söyleyerek ikna ediyor insanları. Buradan iyilik ve kötülüğün mücadelesinin ancak koşullara müdahale edilerek yapılabileceği, insanın bizatihi kendinin , dininin , içinde bulunduğu toplumun iyilik ya da kötülüğe referans oluşturamayacağı , kişi iyi ya da kötü konusunda seçimini yapmış ise bunu her türlü dini , etik , toplumsal boyutta mantığa bürüyecek gerekçeler bulabileceği sonuçlarına varılabilir.
Bir tek insan kötülüğü ortaya çıkararak bir köyü lanetleyebilir ve yine ona karşı çıkacak cesaret ve basireti bulunan bir tek kişi bu sonucu tersine çevirebilir.
İnsan özünde iyi midir yoksa kötü mü sorusunun cevabı Ahab ve Savinus’un yani haydut ve Azizin her ikisinin de insan olmasıdır ..konu bir irade ve karar sorunudur.
“Herkes ne kadar kibirli , saf ve koyun gibi. Hiç kimse inanmaya alışmadığı şeylere inanmıyor. Herkes Tanrı’dan korkuyor. Hayatlarını değiştirme fırsatı çıktığı anda herkes – Chantal da – korkaklık ediyor. Oysa “iyilik” diye bir şey yoktur , ne korkakların yaşadığı yeryüzünde , ne de bizi kötülükten korusun diye ömür boyu kendisine yalvarabilmemiz için dünyayı düşüncesizce ıstırapla dolduran Tanrı’nın cennetinde. “
“ İnsanlar her şeyin değişmesini ister , hem de her şeyin hiç değişmeden sürüp gitmesini. “
“ Ötekiler hayatı “ saçma bir yarış “ olarak niteledikleri ve korkularını yüce gönüllülük sandıkları için korkaklığının farkına varan tek kişi Chantal olmuştu. “
“İyi yürekli adam rolü oynamak , yalnızca hayatta tavır almaktan korkanlara özgü bir şeydir. İnsanın , kendini iyi olduğuna inanması , başkalarına karşı çıkmaktan ve haklarını savunmak için savaşmaktan çok daha kolaydır. Üzerimize atılan taş bize isabet etmemiş gibi yapabiliriz , ama geceleri odamızda yalnız kaldığımızda , odamızı paylaştığımız karımız , kocamız ya da okul arkadaşımız uykuya daldığında -korkaklığımıza sessizce ağlarız. “
Din felsefesinin kadim sorunlarından biri ; iyilik ve kötülük.. Coelho bize konu hakkında söylenegelmiş ne varsa açıyor..özellikle de insanın özünün kötü olduğu iddiasını...
Dine bakışta kendimce ilginç noktalar yakaladım alegoriler içinden ..mesela caydırıcı bir unsur ( köy meydanında hep hazır bekleyen bir darağacı ) olmadıkça , toplumsal düzenin korunmasında güçlükler yaşanması . Dini suçların ( hırsızlık, öldürme, zina , ..) genelde topluma karşı işlenişinden hareketle , dar ağacının yerini her daim hazır bekleyen bir “cehennem “ fikrinin doldurmasının da toplumsal bir gereklilik olduğu düşünülebilir....ölüler toprağın altına gömüldüğü için ölüm ülkesinin karanlık , volkanlardan zaman zaman püsküren lavlar ile yer dibinde ateş bulunduğu bilindiği için cehenennem ateş barındıran bir ceza ülkesi olarak tasavvur edilmiş diyor bu tezlerden biri. Bu hali ile pek de mantıksız görünmüyor.
Leonordo Da Vincinin son yemek tablosunda Yahuda modeli olarak resmettiği ( kötülüğün timsali ) sarhoşun , hayatının bir döneminde ( işleri yolunda iken ) , kendisine aynı tabloda Mesih için ( iyiliğin timsali ) poz teklif edildiğini söylemesi de oldukça çarpıcı bir iç hikaye. Buradan yola çıkarak kötü ve iyinin yüzü aynıdır , ne zaman karşınıza çıktıklarına bağlı olarak ,diyor Coelho.
İlgimi çeken bir başka nokta normalde pek dindar olmayan köy halkının , bir suç işlemeye karar verip bunu bir şekilde mantığa bürümek istedikleri zaman kiliseye akın etmeleri..din ( diğer pek çok sebep gibi ) insanlara kötü olmanın bir bahenesini sunabiliyor istendiğinde .Özellikle hristiyanlıkta sanırım bu daha kolay , çünkü doğuştan asli günah diye bir kavram var .
Tanrı böyle olmasını istiyor - istedi , O böyle buyurmuş , vs. vs ..Tanrı adına söylenen her şey tartışmasız kabul edildiği için , anında bir kötülüğü aklayabilir, kötü oluşundan duyduğu vicdan azabını , dine uyuyor olmanın vicdan rahatlığına çevirebilir kişi. Çoğu zaman bir kılıfa uydurma söz konusu olan . Ve inancında samimi olanların , insanın kendi kendine oynadığı bu oyunlardan haberdar olması gerekiyor. Ne de olsa benlik kişiye yaptığını güzel gösterir .
Coelho şeytan senin beyninin içinde , aklının sağ yarısında akıl ve mantığın yaşadığı yerde diyor. Ben insanların melek ve şeytanlarını içlerinde gezdirdiklerine , dahası bunların kişinin bizzat kendisi olduğuna inanırım. Eli çatallı , boynuzlu bir yaratığın arkasına sığınmaya gerek yok..kötü bir iş yapılıyorsa bunu insan yapıyor ..ve iyi işleri de ..
Kötülüğün kendini bilmemekle ilgisi çok ..öykümüzde bu “yabancı”nın hayatta uğramış olduğu haksızlığın acısını diğer insanlara yansıtmak istemesi ile veriliyor.Bu kişi , insanların özünün kötü olduğunu ispatlayabilirse , kendi başına gelenler zaten beklenebilecek tek şey olduğundan acısı dinecektir. Kendisine yardımcı olması için seçtiği köylü kadın yabancıya , insanın kötülüğünün herkeste bulunduğunu ispatladığında bunun aynı zamanda Allah’ın adil olduğunun ispatı da olacağını söylüyor. Adalet kavramının kötülük üzerinden Tanrıya varması oldukça ilginç. Hikayedeki şeytanlar insanın kötülüğünün kendilerine yol vereceği hesabını yaparken kötülüğün insanlara eşit dağıtıldığı fikri Tanrıya yaklaşmasını sağlıyor yabancının . Kötülüğü açığa çıkaracak koşulları eli ile kurmuş olmasına karşın , içten içe insanların kendilerine sunduğu tercihler içinden iyi olanı seçeceği ümidini besliyor yabancı. Hikayenin bilgesi kötülükten iyilik çıkmaz diyerek reddediyor bu fikri. Keza Pederin , “Tanrı kötüye alet olarak iyiliğin değerini göstermemi istiyor “ sözleri de aynı yanıtı alıyor ; Sen ve yabancı aynısınız ..kendinize yapılan kötülük ile zehirlendiniz , kötülükten iyilik çıkacağını söylemeyin çünkü çıkmaz.
Chantal bir Japon dövüş sanatı kitabında rakibini zayıf düşürmek isteyen kişi onu , kendisinin onun tarafında olduğuna ikna eder diye okuyor öyküde. Kötülük de akıllı bir rakip gibi kendini iyiliğe ulaşmakta bir araç şeklinde gösterebilir bazen.
Bilinmesi gereken yeteri kadar kışkırtıldıklarında bütün insanların kötü olabileceği ve bunun iyiye çevrilmesinin ancak kışkırtan sebebin ortaya kalkması ile mümkün olabileceği..Bir kişinin bunu fark etmesi yetiyor ve içlerinden birini öldürmeleri karşılığında kazanacakları külçe altınları bir sorun yaşamadan paraya dönüştüremeyeceklerini söyleyerek ikna ediyor insanları. Buradan iyilik ve kötülüğün mücadelesinin ancak koşullara müdahale edilerek yapılabileceği, insanın bizatihi kendinin , dininin , içinde bulunduğu toplumun iyilik ya da kötülüğe referans oluşturamayacağı , kişi iyi ya da kötü konusunda seçimini yapmış ise bunu her türlü dini , etik , toplumsal boyutta mantığa bürüyecek gerekçeler bulabileceği sonuçlarına varılabilir.
Bir tek insan kötülüğü ortaya çıkararak bir köyü lanetleyebilir ve yine ona karşı çıkacak cesaret ve basireti bulunan bir tek kişi bu sonucu tersine çevirebilir.
İnsan özünde iyi midir yoksa kötü mü sorusunun cevabı Ahab ve Savinus’un yani haydut ve Azizin her ikisinin de insan olmasıdır ..konu bir irade ve karar sorunudur.
5 Ekim 2009 Pazartesi
Simyacı-Paulo Coelho
Bu sade kitap çok fazla şey söylüyor Hak ile ilgili..zaten çok şey ifade etmek için az söz yetermiş eskiden . Simyacı, ilim yazıldığında bir zümrüdün üzerine sığardı diyor , biz de bunu ilim bir nokta idi , onu cahiller çoğalttı diye biliyoruz. O halde az sözü küçümsememek gerek..az söz çok şey söylüyor bazen. Binlercesinin diyemediklerini.
Kitaptan yanımda götürmek istediğim incileri bu yana koydum ;
"Gelecek Allah tarafından yazılmıştır ve Allah ne yazarsa insanların iyiliği içindir. "
( Gönülden katıldığım bu cümle bana bir arkadaşımın sözlerini anımsattı ; Allah söz dinleyen çocuklar olmamızı ister , kader onun şifa veren elidir )
" - Neden gelecekle bu kadar ilgileniyorsun ?
- Belki olacaklara kendimi hazırlamak için
- Bunlar iyi şeylerse hoş bir sürpriz olacaklar, kötü şeyler ise daha gerçekleşmeden acı çekeceksin
- Gizin kökü şimdidedir , şimdiye dikkat edecek olursan , onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır. Geleceği unut ve hayatının her gününü şeriat kurallarına uygun olarak ve Tanrı'nın evlatlarına bahşettiği inayete güvenerek yaşa . Her gün kendisiyle birlikte ebediyeti getirir."
" Öğrenmenin bir tek yöntemi vardır ; eylem yöntemi " ( Bu da arkadaşımın "bilgini hayata vurup sınamadan onun gerçek olduğunu bilemezsin , hayata dökülmemiş bilgi eşeğin sırtındaki yüke benzer" sözlerini anımsattı. )
"- Yüreğimizi neden dinlemeliyiz ?
- Çünkü yüreğin nerede ise hazinen oradadır
o her şeyi bilir çünkü Evrenin ruhundan gelmektedir ve bir gün ona geri dönecektir
- Yüreğim sıkıntılı , çalkantılı
- Ne ala , demek ki canlı
- Yüreğim bir hain , yola devam etmemi istemiyor
- Onu susturmayı hiç bir zaman başaramazsın. Dünya ve hayat hakkında düşündüklerini sana tekrarlamayı sürdürür. İhanet senin beklemediğin bir darbedir . Onu dinler , tanırsan , sana beklemediğin bir darbe indiremez.
- Yüreğim acı çekmekten korkuyor
- Yüreğine acı korkusunun acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiç bir yürek kesinlikle acı çekmez . Çünkü araştırmanın her anı , Tanrı ve sonsuzluk ile karşılaşma anıdır.
Yüreğin sözleri ;
- Yeryüzünde her insanın bir hazinesi vardır . Biz yürekler , insanlar artık bunları bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onları küçük çocuklara anlatırız. Sonra herkesi , kendi yazgısının yoluna göndermek işini hayata bırakırız. Ne yazık ki kendisine çizilmiş olan yolu çok az insan izliyor., oysa bu yol kişisel menkıbenin ve mutluluğun yoludur. İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir yer olarak görüyor ve yalnızca bu nedenden dolayı dünya gerçekten korkutucu bir yer oluyor. O zaman biz yürekler giderek daha alçak sesle konuşmaya başlıyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmaması için dilekte bulunuyoruz. Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.
- Peki yürekler insanlara düşlerinin peşinden gitmek zorunda olduklarını neden söylemiyorlar ?
- Çünkü bu durumda en çok yürek acı çeker . Ve yürekler acı çekmekten hoşlanmazlar."
" Biraz şikayet edecek olursam diyordu yüreği , bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insan yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar , olağanüstü olabilecek , ama olamayan anlar , keşfedilmesi gereken ama sonsuza kadar kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler , yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz. "
" Evrenin ruhu , bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye değer biçer. Aldığımız dersleri iyice öğrenmemiz içindir bu. Ama insanların çoğu işte bu anda vazgeçerler.
Araştırma her zaman acemi talihi ile başlar . Ve her zaman Fatihin sınavı ile sona erer. "
" Başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kendi kişisel menkıbesini asla bulamaz " ( Arkadaşımın "başkasının demini bozmam" dediği düştü aklıma )
" Yola çıkarken arkanda bıraktıklarını düşünme . Her şey evrenin ruhuna kazınmıştır ve ebediyyen orada kalacaktır " ( Gönül defterine yazılan bir daha silinmez , bakkal defteri değil ki bu der bilge de : )
"- Aşk nedir diye sordu çöl ?
- Aşk şahinin senin kumların üzerinde uçtuğu zamanki şeydir. Çünkü sen onun için yeşermiş bir kırsın ve hiç bir zaman avsız dönmedi senden . Senin kayalarını , kumullarını , dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen.
- Şahinin gagası parçalarımı kopartır . Avı yıllarca beslerim , sahip olduğum az bir su ile susuzluğunu gideririm , ona yiyeceklerin yerlerini gösteririm ve bir gün tam avın okşamalarını kumlarımda hissedeceğim sırada şahin gökyüzünden iner.
- Ama sen de kesinlikle bu son için büyütürsün avı , şahini beslemek için. Ve şahin de insanı besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarını besleyecektir ve oradan yeni bir av doğacaktır. Böyledir dünyanın düzeni.
- Aşk bu mudur ?
- Evet, budur. Avı şahine , şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir aşk. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir."
Rüzgara anlatılan aşk ;
" Buna aşk adı verilir. Sevdiğimiz zaman evrenin bir parçası oluruz. Sevdiğimiz zaman olanları anlamaya gereksinimimiz yoktur , çünkü o zaman onlar bizim içimizde olur ve insanlar rüzgara dönüşebilirler. "
Güneşe anlatılan ;
"Sen bir bilginsin ama aşkı tanımıyorsun. Altıncı gün olmasaydı insan yaratılmayacaktı. Bakır hep bakır olarak ve kurşun hep kurşun olarak kalacaktı. Herkesin kişisel menkıbesi kendine , çok doğru , ama bu kişisel menkıbe bir gün gerçekleşecek. Öyle ise daha iyi bir şeye dönüşmek ve Evrenin ruhu gerçekten bir ve tek şey oluncaya kadar yeni bir kişisel menkıbeye sahip olmak gerekmektedir. "
" Aşk ne çöl gibi devinimsiz durmaktan , ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk evrenin ruhunu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onu n içine girdiğim zaman , onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun , yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu , onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin ruhunu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya bizim daha iyi veya kötü olmamıza göre daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşkın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman , olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman "
Kitaptan yanımda götürmek istediğim incileri bu yana koydum ;
"Gelecek Allah tarafından yazılmıştır ve Allah ne yazarsa insanların iyiliği içindir. "
( Gönülden katıldığım bu cümle bana bir arkadaşımın sözlerini anımsattı ; Allah söz dinleyen çocuklar olmamızı ister , kader onun şifa veren elidir )
" - Neden gelecekle bu kadar ilgileniyorsun ?
- Belki olacaklara kendimi hazırlamak için
- Bunlar iyi şeylerse hoş bir sürpriz olacaklar, kötü şeyler ise daha gerçekleşmeden acı çekeceksin
- Gizin kökü şimdidedir , şimdiye dikkat edecek olursan , onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır. Geleceği unut ve hayatının her gününü şeriat kurallarına uygun olarak ve Tanrı'nın evlatlarına bahşettiği inayete güvenerek yaşa . Her gün kendisiyle birlikte ebediyeti getirir."
" Öğrenmenin bir tek yöntemi vardır ; eylem yöntemi " ( Bu da arkadaşımın "bilgini hayata vurup sınamadan onun gerçek olduğunu bilemezsin , hayata dökülmemiş bilgi eşeğin sırtındaki yüke benzer" sözlerini anımsattı. )
"- Yüreğimizi neden dinlemeliyiz ?
- Çünkü yüreğin nerede ise hazinen oradadır
o her şeyi bilir çünkü Evrenin ruhundan gelmektedir ve bir gün ona geri dönecektir
- Yüreğim sıkıntılı , çalkantılı
- Ne ala , demek ki canlı
- Yüreğim bir hain , yola devam etmemi istemiyor
- Onu susturmayı hiç bir zaman başaramazsın. Dünya ve hayat hakkında düşündüklerini sana tekrarlamayı sürdürür. İhanet senin beklemediğin bir darbedir . Onu dinler , tanırsan , sana beklemediğin bir darbe indiremez.
- Yüreğim acı çekmekten korkuyor
- Yüreğine acı korkusunun acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiç bir yürek kesinlikle acı çekmez . Çünkü araştırmanın her anı , Tanrı ve sonsuzluk ile karşılaşma anıdır.
Yüreğin sözleri ;
- Yeryüzünde her insanın bir hazinesi vardır . Biz yürekler , insanlar artık bunları bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onları küçük çocuklara anlatırız. Sonra herkesi , kendi yazgısının yoluna göndermek işini hayata bırakırız. Ne yazık ki kendisine çizilmiş olan yolu çok az insan izliyor., oysa bu yol kişisel menkıbenin ve mutluluğun yoludur. İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir yer olarak görüyor ve yalnızca bu nedenden dolayı dünya gerçekten korkutucu bir yer oluyor. O zaman biz yürekler giderek daha alçak sesle konuşmaya başlıyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmaması için dilekte bulunuyoruz. Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.
- Peki yürekler insanlara düşlerinin peşinden gitmek zorunda olduklarını neden söylemiyorlar ?
- Çünkü bu durumda en çok yürek acı çeker . Ve yürekler acı çekmekten hoşlanmazlar."
" Biraz şikayet edecek olursam diyordu yüreği , bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insan yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar , olağanüstü olabilecek , ama olamayan anlar , keşfedilmesi gereken ama sonsuza kadar kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler , yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz. "
" Evrenin ruhu , bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye değer biçer. Aldığımız dersleri iyice öğrenmemiz içindir bu. Ama insanların çoğu işte bu anda vazgeçerler.
Araştırma her zaman acemi talihi ile başlar . Ve her zaman Fatihin sınavı ile sona erer. "
" Başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kendi kişisel menkıbesini asla bulamaz " ( Arkadaşımın "başkasının demini bozmam" dediği düştü aklıma )
" Yola çıkarken arkanda bıraktıklarını düşünme . Her şey evrenin ruhuna kazınmıştır ve ebediyyen orada kalacaktır " ( Gönül defterine yazılan bir daha silinmez , bakkal defteri değil ki bu der bilge de : )
"- Aşk nedir diye sordu çöl ?
- Aşk şahinin senin kumların üzerinde uçtuğu zamanki şeydir. Çünkü sen onun için yeşermiş bir kırsın ve hiç bir zaman avsız dönmedi senden . Senin kayalarını , kumullarını , dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen.
- Şahinin gagası parçalarımı kopartır . Avı yıllarca beslerim , sahip olduğum az bir su ile susuzluğunu gideririm , ona yiyeceklerin yerlerini gösteririm ve bir gün tam avın okşamalarını kumlarımda hissedeceğim sırada şahin gökyüzünden iner.
- Ama sen de kesinlikle bu son için büyütürsün avı , şahini beslemek için. Ve şahin de insanı besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarını besleyecektir ve oradan yeni bir av doğacaktır. Böyledir dünyanın düzeni.
- Aşk bu mudur ?
- Evet, budur. Avı şahine , şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir aşk. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir."
Rüzgara anlatılan aşk ;
" Buna aşk adı verilir. Sevdiğimiz zaman evrenin bir parçası oluruz. Sevdiğimiz zaman olanları anlamaya gereksinimimiz yoktur , çünkü o zaman onlar bizim içimizde olur ve insanlar rüzgara dönüşebilirler. "
Güneşe anlatılan ;
"Sen bir bilginsin ama aşkı tanımıyorsun. Altıncı gün olmasaydı insan yaratılmayacaktı. Bakır hep bakır olarak ve kurşun hep kurşun olarak kalacaktı. Herkesin kişisel menkıbesi kendine , çok doğru , ama bu kişisel menkıbe bir gün gerçekleşecek. Öyle ise daha iyi bir şeye dönüşmek ve Evrenin ruhu gerçekten bir ve tek şey oluncaya kadar yeni bir kişisel menkıbeye sahip olmak gerekmektedir. "
" Aşk ne çöl gibi devinimsiz durmaktan , ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk evrenin ruhunu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onu n içine girdiğim zaman , onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun , yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu , onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin ruhunu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya bizim daha iyi veya kötü olmamıza göre daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşkın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman , olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman "
1 Ekim 2009 Perşembe
Hac- Paulo Coelho
"Kılıcını ancak yol'un , gerçeğin ve hayatın senin yüreğinde olduğunu farkedersen bulabilirsin.."
Hac , Coelho'nun ilk kitabı..yaptığı yolculuğu paylaşabilmek adına yazmış..gerçektende birlikte yürümek gibi okumak..mensubu olduğu "Gelenek"in bazı ritüel ve inançları aklımı karıştırsada çoğunlukla ne demek istediğini anladım. En sevdiğim bölüm Petrus'un duası oldu , biraz uzunca bir dua , nette ancak ingilizcesini bulabildim ..bana hatırlatması için buraya alıyorum.
The prayer of Petrus
At a certain point during my pilgrimage to Santiago de Compostela, we came to a flat, monotonous field of wheat stretching all the way to the horizon. The only thing breaking the dull landscape was a medieval column with a cross on top, marking the pilgrims' way. As we went up to it, Petrus - my guide - put down his backpack and knelt down. He asked me to do the same. - Let us pray so that, should you manage to find your sword, you always hold it with a firm grip. Petrus said that he admired the Brazilian poet Vinícius de Moraes, and that he wished to say a prayer based on his poetry. And so he began: - Have pity on those who pity themselves, and think life has been unjust to them - for they will never manage to engage in Good Combat. And have pity on those who are cruel to themselves, and can only see evil in their own acts, and who consider themselves guilty for the injustices of the world. For they know not Your law which says: "even the strands of hair on your head have been counted". "Have pity on those who command and those who serve many hours of work, and sacrifice themselves in exchange for a Sunday, when everything is closed and there is nowhere to go. But have pity on those who sanctify their work and go beyond the limits of their own madness, and end up in debt or nailed to the cross by their own brothers. For they know not Your law which says: "be as prudent as a serpent and as simple as the pigeons". "Have pity on those who eat, drink and are merry, but are unhappy and lonely in their abundance. But have more pity on those who fast, censure, forbid and feel saintly, and who preach Your name in public places. For they know not Your law which says: "if I testify about myself, my testimony is not true". "Have pity on those who fear Death and do not know the many kingdoms they have crossed and the many deaths they have died, and are unhappy because they think that everything will come to an end one day. But have more pity on those who have known their many deaths and think they are immortal, for they know not Your law which says: "he who is not born again may not see the kingdom of God." "Have pity on those who believe in nothing, for they will never hear the music of the spheres. But have more pity on those with blind faith, who in laboratories turn mercury into gold, and are surrounded by books about the secrets of the Tarot and the power of the pyramids. For they know not Your law which says: "to the children, the kingdom of the heavens". "Have pity on those who cannot see anyone but themselves, and are shut in their limousines, locked in their air conditioned penthouse offices, and suffer in silence the solitude of power. But have pity on those who go without everything, and are charitable, and seek to overcome evil with love only, for they know not Your law which says: "he who has no sword, may he sell his cloak and buy one". "Have pity on us, Lord. For we often think we are dressed when we are naked, we think we commit a crime and in reality save someone. Do not forget, in Your mercy, that we unsheathe the sword with the hand of an angel and the hand of a demon gripping the same hilt. For we are in the world, we continue in the world and need You. We always need Your law which says: "when I sent you without bag, pouch or sandals, you lacked nothing". Petrus stopped praying. The silence continued. He was gazing at the wheat field around us.
Hac , Coelho'nun ilk kitabı..yaptığı yolculuğu paylaşabilmek adına yazmış..gerçektende birlikte yürümek gibi okumak..mensubu olduğu "Gelenek"in bazı ritüel ve inançları aklımı karıştırsada çoğunlukla ne demek istediğini anladım. En sevdiğim bölüm Petrus'un duası oldu , biraz uzunca bir dua , nette ancak ingilizcesini bulabildim ..bana hatırlatması için buraya alıyorum.
The prayer of Petrus
At a certain point during my pilgrimage to Santiago de Compostela, we came to a flat, monotonous field of wheat stretching all the way to the horizon. The only thing breaking the dull landscape was a medieval column with a cross on top, marking the pilgrims' way. As we went up to it, Petrus - my guide - put down his backpack and knelt down. He asked me to do the same. - Let us pray so that, should you manage to find your sword, you always hold it with a firm grip. Petrus said that he admired the Brazilian poet Vinícius de Moraes, and that he wished to say a prayer based on his poetry. And so he began: - Have pity on those who pity themselves, and think life has been unjust to them - for they will never manage to engage in Good Combat. And have pity on those who are cruel to themselves, and can only see evil in their own acts, and who consider themselves guilty for the injustices of the world. For they know not Your law which says: "even the strands of hair on your head have been counted". "Have pity on those who command and those who serve many hours of work, and sacrifice themselves in exchange for a Sunday, when everything is closed and there is nowhere to go. But have pity on those who sanctify their work and go beyond the limits of their own madness, and end up in debt or nailed to the cross by their own brothers. For they know not Your law which says: "be as prudent as a serpent and as simple as the pigeons". "Have pity on those who eat, drink and are merry, but are unhappy and lonely in their abundance. But have more pity on those who fast, censure, forbid and feel saintly, and who preach Your name in public places. For they know not Your law which says: "if I testify about myself, my testimony is not true". "Have pity on those who fear Death and do not know the many kingdoms they have crossed and the many deaths they have died, and are unhappy because they think that everything will come to an end one day. But have more pity on those who have known their many deaths and think they are immortal, for they know not Your law which says: "he who is not born again may not see the kingdom of God." "Have pity on those who believe in nothing, for they will never hear the music of the spheres. But have more pity on those with blind faith, who in laboratories turn mercury into gold, and are surrounded by books about the secrets of the Tarot and the power of the pyramids. For they know not Your law which says: "to the children, the kingdom of the heavens". "Have pity on those who cannot see anyone but themselves, and are shut in their limousines, locked in their air conditioned penthouse offices, and suffer in silence the solitude of power. But have pity on those who go without everything, and are charitable, and seek to overcome evil with love only, for they know not Your law which says: "he who has no sword, may he sell his cloak and buy one". "Have pity on us, Lord. For we often think we are dressed when we are naked, we think we commit a crime and in reality save someone. Do not forget, in Your mercy, that we unsheathe the sword with the hand of an angel and the hand of a demon gripping the same hilt. For we are in the world, we continue in the world and need You. We always need Your law which says: "when I sent you without bag, pouch or sandals, you lacked nothing". Petrus stopped praying. The silence continued. He was gazing at the wheat field around us.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)