31 Ağustos 2010 Salı

Minyatürlerle Menakıb-ı Yunus Emre- Mustafa Özçelik, Funda Yeşilyurt

Yunus'a yakışan bir kitap olmuş.Kitaptan ziyade bir kapı gibi.

Takdimi çok beğendim. Der ki ;

" Onun için sevgi , insana şahsiyet kazandıran bir nizamdır . İnsanı bütün kirlerinden temizleyen , gönülleri arıtan , insanı ölümsüzlüğe taşıyan bir ameliyedir. İnsan varolduğu sürece sevgi en büyük ihtiyacı olmaya devam edecektir ; bu sebeple Yunus her daim yeni ve diridir . "

Yazar menkıbeler hakkında ön bilgi de vermiş ;

Menkıbelerde " hakikatten mecaza" bir yolculuk yapılır Fakat bu durumu bir gerçek dışılık olarak göremeyiz. Çünkü Yahya Kemal'in dediği gibi " Tarihte zahiri hakikat , masalda ledünni hakikat gizlidir " .

Sembolik tarz gerçeğin geleceğe aktarılmasında hemen hemen tek yoldur . Gerçek epopede bir sis bulutu ardında kalsa bile yine gerçektir . Çünkü yalanın epopeleşmesi düşünülemez.

Belgeler yalan söyleyebilir , bu yalan bir gün ortaya çıkar. Ama gönüller asla yalan söyleyemez. Hele söylenti , zamanın sınavından geçmişse dikkatli bir göz , bulutun ardındaki güneşi görür. "

Minyatürler olağanüstü , hem Yunus'tan menkıbeler , hem görsel şölen..ne güzel kitap olmuş bu .

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Patasana- Ahmet Ümit

Romanın rüya ile başlamasını sevmedim..piyasa filmi tarzı ..bir takım enterasanlıkları , görsel zenginliği mantık silsilesi içinde bağlamaya üşenip , aa rüyaymış repliği ile sonlandırmalarını sinemada da sevmiyorum , roman içinde de ..gücü yeten , kendini doğuran çoğalan ateş böceklerini masal tarzı da olsa kendi içinde bir mantıkla sunar ..

Kitabın evine adım atan okur bütün dikkati ile algılamaya çalışır nerede olduğunu , öykünün kendini nasıl bir dünyaya getirdiğini..kapıyı açar açmaz birbiri ile ilgisiz , nereye oturtacağını bilemediği görüntülerin dağınık dolaptan boşalan süprüntüler gibi dökülmesini istemez..okuyucunun ilgisine layık olacak şekilde , ağırbaşlı bir eda ile girilmeli öyküye ..yeni tanıştığım biri bana bir öykü anlatacağını söyleyip , ben de anlatacaklarını ilgi ve saygı ile dinlemeye hazırken , zızzt erenköy demesine , ya da bir türkü çığırmaya başlamasına benziyor romanın açılışı ..

Devamı ise akıcı .. sonuna kadar ek bir hayal kırıklığı olmadan , kendinden fazla bir derinlik beklemeden götürüyor bizi roman ..Patasana'nın tabletleri ile cinayet hikayesi iki renkli bir kazak gibi ilmekler sıra ile alınarak örülmüş..güzel bir desen çıkmış ortaya ..ama sonunu beğenmedim..Ümit'in her polisiye yazar gibi şaşırtmak istemekle beraber , sırf sol köşeye yatırmak için seçtiğini düşünmüyorum katili. O birlik felsefesindeki hepimiz biriz desturundan hareketle , böyle iyi , böyle tatlı biri de katil olabilir çünkü o zaten biziz..aynaya bakın , evet biz katiliz demek istiyor. Yine de uymuyor , oturmuyor..felsefi kötülük problemi katilin son açıklamaları ile yeterince izah edilebilmiş değil ..Ümit kadar birerbirlik kuramıyorum ben yaşamlarımız arasında . Ardına bir felsefe koymak istemiş te olsa ..romanın sonunda , sürpiz yaratmak için mantık zincirini koparan hollywoood yönetmenlerinin filmlerinde yaşadığım hayal kırıklığını duydum ..

Kitapta kürt sorununa , ermeni sorununa , dikkatle , özenle de olsa el uzatılmış olması da derinlik yoksunu bir polisiye romanda karşılaşmayı çok istemeyeceğimiz bir şey ..şehitlerimizin yarası içimizde sürekli kanarken , bir yazar hiç girmesin diyemem bu konuya , ama o karşıt görüşleri de satır aralarında yüksek sesle çınlatarak yaraya dokunmuş oldu .

Romanda ilginç bulup , alıntılamak istediğim tek şey aşk üzerine söylenenler
;

"Aşk da tıpkı tanrıça gibidir ; yani muhteşem bir yanılsamadır . Öncelikle erkeklerin icadıdır. Erkeğin açmazı da budur işte . Bir yandan kadın kendine ait olsun diye aileyi kurar , öte yandan gözü komşunun karısında kalır. İlyada'daki Paris'in Helen'i kaçırmasını anımsayın , Ortaçağdaki şovalye aşklarını anımsayın. Ama kadınlar için durum daha vahimdir . Çünkü anaerkil dönemde pek çok sevgilisi olan kadın , ataerkil dönemde bir erkeğin malı olarak evine hapsedilmiştir. Onun gözünün de komşunun kocasında , oğlunda kalmasından daha doğal ne olabilir ? Ama bu istek ayıptır, yasaktır, günahtır. İşte aşk bu ulaşılmazlıktan doğar . Aşk ulaşamayacağın birini abartarak , onun kafandaki ideal kişi olduğunu sanarak , tutkuyla bağlanmaktır. Aradaki engeller ne kadar artarsa bu aşk o kadar tutkulu olacaktır . Nasıl tarih öncesinde atalarımız doğum olayını çözemediği için kadınlardan tanrı yaratmışsa , bizde yolumuzun kesiştiği birini yaşamımızın vazgeçilmez kişisi sanarak , neredeyse ona tapınmaya kadar varan bir bağlılık yaratmışız. Kanımca aşk o ilkel abartma duygusunun günümüze kadar gelmiş halidir . "

Aşk hakkındaki bu görüşlere çok fazla katılıyorum . Ama bir de sevenlerin kavuştuğu , ve bu kavuşmayla mantıken sönmesi gereken tutku ateşinin havai fişekler gibi rengarenk gökyüzüne yükseldiği yüzü var aşkın . Aşkuminal ile Patasana birbirine kavuştuğunda olduğu gibi .." Aşk kanıtmış , sırmış , nedenmiş " diyor Patasana. Kalbinin sevgilisi karısını herşeyden çok seviyor büyükbabası , karısı Vartuhi'yi 7 yıl geçse de ilk günkü aşkla seviyor Berd..aşkın kavuşamama ve hayalle olan ilgisi muğlaklaşıyor böylece ..

Aşk hala tanımlanamaz , bilinemez , hala sırdır insan için ..çoğu zaman acı çekmek anlamına gelse de yapamıyor insanlar onsuz , Aşkuminal'in dediği gibi ;

" Yağmur yağmadığı için toprak buluttan vazgeçebilir mi ? Ona gülümsemiyor diye anne yavrusundan vazgeçer mi ? Tarla tohumdan , başak güneşten , böcek çiçekten vazgeçer mi ? Benim senden vazgeçeceğimi nasıl düşünürsün ? .."





20 Ağustos 2010 Cuma

Latife ve Fikriye ,İki aşk arasında Atatürk- İsmet Bozdağ

Salih Bozok , anılarını yazarken , benim görevim iyi bilinen ve anlatılmış tarihi gerçekleri değil , Paşa'nın en yakınında bulunan insanlardan biri olma vasfı ile kimsenin bilemediği özel hayatını aktarmaktır demiş. Bu ince düşüncesini gönülden takdir ettim. Kitapta yazılanların çoğunu yine onun anılarından alıntılarla okumuş olsam da , yeniden okumaktan sıkılmadım . Anıları birinci ağızdan dinlemek hoş şey .

Yemeği tuz adam eder de insanı başka şey mi adam yapar ? diye soruyor Salih Bozok kitabın bir yerinde ; "Bütün insanlığımız tuzdan yaratılmış besbelli !..düşmanla pençe pençe biz dövüştük ama , ne yaptığımızı dövüşmeyenlerin gözyaşlarından öğrendik "

Kısa giriş bölümü dahil kitabın tamamı Salih Bozok'un anılarından oluşuyor . İsmet Bozdağ çalışması ile ilgili herhangi bir detay belirtmemiş , kaynak göstermemiş . Kitabın kapağına ve girişine isim koymuş ama , insan sormadan edemiyor bu kitabı Salih Bozok yazdı ise İsmet Bozdağın kitabı nerede ? kedi burada ise et nerede ? et burada ise kedi nerede ?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Safiye Sultan ( ya ipek urgan, ya gümüş hançer ) - Ann Chamberlin

Okunan kitabı bir yemeğe benzetecek olursak kimi kitap zengin bir sofradır , tadına bakılacak , üzerinde düşünülecek , notlar alınacak pek çok şey olur , yeni fikirlerle tanışır , düşüncesinin zenginleşmesi ile tokluk yaşar okuyan .

Safiye'yi bu örnek içinde ele alırsak , onu güzel bir çorba olarak niteleyebilirim , hafif ve akıcı ..lezzeti de hoş.. Zamanı güzel geçiriyor ..çiğnenecek , hazmedilecek , uğraşılacak fazla bir şey yok ..

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Onbir Dakika - Paulo Coelho

Coelho'nun tarzı bu kitapta şaşırtıcı derecede farklı , mistizm , felsefe , ritüeller yok denecek kadar az ..sadece tek ve önemli bir konuyu ele almış : cinsellik . " Cinselliğin kutsal boyutu üzerine yazmak için , seksin neden bu kadar kirletildiğini anlamak gerekiyordu " demiş Coelho son sözünde. Bunun için en kirli yerden başlamış ..

Kitabın kahramanı bir fahişe ..macera , zenginlik , bir eş , vs. umudu ile giriyor o yola , gerçek sebebi kendisi de bilmiyor , ama sonunda hayatın onu, kendini , aşkı , dünyayı anlaması için bu yoldan geçirdiğine karar verip , şu kelimeleri yazıyor günlüğüne ;

" Yaptığım işten nefret ediyorum . Ruhumu mahvediyor , kendimle olan bağımı kopartıyor.. "

Hayatımızda neden bu kadar acı var merak ederdim . Coelho'nun kahramanlarından birinin bu konuda ilginç bir tezi var ;

" Acıyı dün hissettin ve seni hazza götürdüğünü keşfettin. Bugün gene duydun ve huzuru buldun . İşte bunun için söylüyorum : Alışma ona , insanı kendine müptela eden güçlü bir uyuşturucudur acı . Günlük hayatımızda, gizli ıstırabımızda , dünya nimetlerine sırt çevirmemizde , aşktan oluyor sandığımız hayal kırıklıklarımızda hep o vardır. Acı , gerçek yüzünü gösterdiğinde insanı korkutur ama kendini feda etme , dünyadan vazgeçme ya da alçaklık süsüne büründüğünde çekicidir. İnsanoğlu onu reddedebilir , ama onunla cilveleşmenin , onu hayatının bir parçası haline getirmenin bir yolunu bulur hep "

İşte felsefe ..hem de en derininden : ) üzerinde düşüneceğim bunun ..


Kitaptan erkeklerle ilgili ilginç şeyler öğrendim , Coelho satır arasında diyor ki , bütün erkeklerin hayatlarını 11 dakikaya adadığı sanılır , hayır , her erkek içinde bir parça kadın vardır ve hayatlarına anlam verecek birini coşku ile ararlar "

Haz ve acının birliği anlatılırken hayrete düştüm , Coelho gibi bir bilgenin yaşamın her halini sevgi ile kucaklayacağını bilmeme rağmen , acının idealize ediliyor oluşunu kabul edemedim, neyseki bir sonraki bölümde bir u dönüşü yapıldı ve sınırların ötesine açılan en güzel kapının aşk olduğu vurgulandı : )

Okurken empati kapılarımı sonuna kadar açık tutarım , ama sadizmle ilgili bölümde kapıdan bakmakla yetindiğimi farkettim , göz ucu ile okudum , anlamak bile istemeyerek ..

Bilgeler derlerki bu dünyada sahip olduğumuz hiç bir şey yoktur ..yine de sahip olduğumuz yanılgısı ile yaşarız ..en kötüsü sahip olmadıklarımızı kaybettiğimizde yaşadıklarımızdır. Özellikle severken .. kaybetmemek için kafese koymasak , özgür , renkli , acısız hayatlarımız olacak belki..ama yapıyoruz ..bunu aşmak , aşabilmek , hem de iki taraflı olarak , oldukça zor görünüyor..ama cennet bahçeleri vaat ediliyorsa , bunun için değmeli..


Maria'nın günlüğünden ;



"Herşey önemlidir , yoğun yaşayan bir varlık her andan keyif alır , seksin eksikliğini duymaz . Cinsel ilişkisi varsa , bu da bolluk içinde yüzdüğü , bardağın taştığı , hayatın kaçınılmaz çağrısını kabul ettiği anlamına gelir "

" Aşk başkasında değildir , kendimizdedir . Onu biz uyandırırz . Ama uyanması için bir başkasına ihtiyaç duyarız . Evren sadece heyecanlarımızı paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır "

" Işık bir eve nasıl girer ? ardına kadar açık pencerelerden . Işık bir insanın içine nasıl girer ? Aşk kapısından , eğer açıksa. "

" Asli günah , Havva'nın elmayı yemiş olması değil , hissettiklerini Ademle paylaşmaya ihtiyaç duyması ..bazı şeyler paylaşılmaz ! "

" Edindiğim azıcık deneyim bana gösterdi ki , kimse herhangi bir şeyin efendisi değildir , hepsi sadece bir yanılsamadır , maddi zenginliklerde , ruhsal zenginlikler de . Ve hiçbir şey bana ait değilse , benim olmayanlar için kaygılanmama gerek yok demektir , bugün ömrümün ilk ya da son günüymüş gibi yaşamam daha doğru "

"İlkbahar için şöyle söyleyemezsin : " Erken gelsin ve uzun sürsün " Sadece şunu söyleyebilirsin :" Gelsin bahar , taşıdığı umutla yıkasın beni ve elinden geldiği kadar kalsın "

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Dört Adem- Işık Yanar

Adına ayrıntı edebiyatı dediğim bir yazın türü var . Mizahçı Metin Fidan'ın yazılarında tanıyıp sevdiğim ..günümüzde pek çok mizah yazarı kullanıyor bu üslubu , insanlık hallerini çok ince gözleyip hoş ayrıntılar yakalıyorlar ..benzerlikler mi içimizi ısıtan bilmiyorum .. insani , sıcak bir tarz ..

Işık Yanar bu ekolün bayraktarlığını yapabilecek kadar güzel detaylar yakalamış kitabında : ) çok ince düşünmüş , çok dikkatli bakmış dünyaya..

Gözünü açtığı günden beri tüm biriktirdiklerini , eteğindeki bütün taşları bu kitaba dökmüş..taşlar minik detaylar ..ama öyle çok , öyle yoğun ki , sayfaları açınca kum püskürtme makinesinden fırlar gibi saçılıyorlar.. en sıkıcı olanın kişisel tespitler olduğunu farkettim..hayat şudur, ölüm şu , geçmiş ve gelecek şunu ifade eder gibi uzun uzun tespitler..oysa hepimiz kendimizce keşfettik bu sözcükleri ve aslen keşfetmeye meraklıyız..bir şehrin şehir olmasının ne demek olduğunu anlatmak yerine , bize düşünden bir şehir kursa..o düş şehre ait kelimelerle biz içimizde başka bir şehir kursak ve keşfetsek kendi başımıza..oysa yanımızda geveze bir rehber neyi nasıl yorumlamamız gerektiğini söyleyip duruyor sık sık..

İlk bölümlerde çocuk olma halinin ve kedinin tasviri çok hoşuma gitti..sonra Cihan, Sedat, Savaş ve Özgür 'ün dünyasına açıldı kapı, o da güzeldi..Oruç'un gözünden ve dilinden olan bölümlerin felsefesi ve içeriği boğazda kalacak kadar yoğundu. Oruç kadar sıkıldım , onun kadar boğuldum ..keşke bu kitapta olmasaydın Oruç bile dedim . Işık Yanar'a yemekten böyle fazla fazla koyduğuna bir yandan teşekkür ederken , bir yandan da patlayacak gibi olmanın nankörlük mü , hazımsızlık mı olduğunu anlamaya çalıştım . Belki kütüphaneye teslim sürem geldiğinden acele ediyorum, belki her cümle beni durup uzun uzun düşünmeye çağırırken , bunun için huzursuz oluyorum.

Üzerindeki etiket ve mühürlerden anladığım kadarıyla 3 sene önce alınmış bu kitap . Ama ilk alıp okuyan benim . Bakir sayfalarını katlamaya kıyamadan okudum . Bazı nesneler beni al der sessiz dilleri ile , bunu da yüzlerce kitap içinden seçip getirdim , gerçekten özel bir kitapmış .

Başlıkların öykülerle ilintisizliğini sevdim. Küçük şiirleri ..hayata bin gözlü arı gibi bakıp , kelimelerden bal yapmasını sevdim..eline sağlık Işık Yanar'ın ..bir dahaki eseri daha sakin olur inş. , kum fırtınası değil de ..inci taneli deniz gibi olur ..



Kitabın başında ibni arabinin şu sözleri var .


"Görmez misin ki gölgeler siyahımsı olurlar . Bu keyfiyet gölgelerin , kendileri ile gölgeye sebep olanlar arasındaki ilişkide, araya giren bir uzaklık dolayısıyla karanlığa büründüğüne işaret etmektedir. Şu halde gölgeye sebep olan kimse beyaz tenli dahi olsa gölgesi siyahımsı renkte olur . "


Hoşuma giden bir kaç cümle ;


" Bir kuşağın sözlerini anlamadıkları müzikleri dinledikten sonra tasavvur edebilecekleri gelecek , elbette en beklenilmeyen olacaktır "

" Kış biraz da giydiğimiz ceketlerin hatırına gelir "

" Fakat zaten insanlar çok daha az yaşarlar kış aylarında "

" Güzellik ne olabilir ki diye düşündü .Yüze ya da bedene ilk görüşte biçimsel bir anlam katan , bütün insanlarda aynı uyumu çağrıştıran bir melodi mi ? "

"Kış mevsimi cemaatinin oluşturduğu koyu renk bağımlılığı , cazibesine kapıldıkları kış karşısında sığınma ve itaat etme haliydi . Sanki o bu ritüellerle gücünün farkına varacaktı "

" İnsan aydınlatmak istediği bir karanlığa sahip olmak ister "

" Bizler kendimizi beklemekteyiz " ( J.F.Lyotard )

"Gecikip yine kendisine kalmıştı . Hayat avuçlarında duraklamıştı "


"Her şey bir şeyi görmekle sonlanıyordu . Ve bir şey herşeye doğru yayılıp yok oluyordu . "

"Şehirde yaşayan bir insan için en önemli şey yalnızlığını kurabilme becerisidir. Çünkü yalnızlığınızı kuramamak , kişiliğinizin her zaman istilalara uğrama olasılığını doğurur "

"Herkes kendi hayatını yaşayarak biryerlere varır.Varmadan önce o yeri kurgularsan , bütün bu saçma kurguların seni oradan uzaklaştırır. Kendi hayatımız içinde güzellikler var ve ben bunlarla yaşlanabilirim ... "

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Çankaya'nın duvaksız gelini Fikriye - Halil İbrahim Özcan

Lise inkılap tarihi kitabının kapağına Fikriye Hanımın resmini yapıştırıp yeni bir kitapmışçasına satarsanız bu hanımın manevi kişiliğini sömürmüş olur musunuz ? pekala olursunuz ..

Fikriye Hanım konusu gerçekten kapalı bir konu . Belki çocuğu olmadığı için , ya da ailesinin Mustafa Kemal'le olan ilişkileri gereği bu hanımla ilgili pek kimse demeç vermemiş , abisi hariç kimse hakkında fazla konuşmamıştır . Güzel kara gözleri mahzun bakan bu hanım hakkında belge ve bilgi bulmanın güçlüğünü takdir ediyorum . Halil İbrahim Özcan bu konuda bir tevatür bulmuş ..intihar etmediği , sırtından vurulduğu yolunda , işte bu bir cümle ile özetlenebilecek dedikoduyu bir kitap halinde satabilmek için ise biraz zorlamış koşulları .

Öncelikle harf puntolarını büyütmüş , kelime arası boşlukları genişletmiş ki yazılabilecek bir avuç şey göze kabarık görünsün . İkinci olarak kitabının yaklaşık 100 sayfadan fazlasını , konuların ucunu azıcık da olsa Fikriye'ye bağlama ihtiyacı görmeden inkılap tarihine ayırmış . Kitabı sattıracak kişi Fikriye hanım olduğu için baş ve son sayfalara bir kaç resim koymayı ihmal etmemiş neyseki ..Kitapta Fikriye'ye ayrılmış tek bölüm çocukça bir dille yazılmış olan hayali bir aşk tasavvuru .

Bu tasavvurlar da kimseye yabancı değil. Görece yeni olan tek şey belki cinayet iddiası , onun da ne yazık ki delili yok . Delili olmayan söze dedikodu denir sanıyordum . İnsan bu kitabı , bir emek diye sunmaya haya eder ..etmeli..

1 Ağustos 2010 Pazar

Şu çılgın Türkler -Turgut Özakman

"Kurtuluşa ancak uygar, çağdaş, bilime , fenne ve insanlığa saygılı , istiklalin değerini ve şerefini bilen , hurafelerden arınmış , aklı ve vicdanı hür bir toplum olduğumuz zaman ulaşabiliriz. "

Harika bir kitap yazmış Özakman ..isimli ve isimsiz kahramanların yazdığı destanı cümlelere dökmüş ..her jenerasyon yenilenmeli bu ..unutulmamalı , unutturulmamalı ..söyleyecek kelime bulmak zor ..canını , kanını vermiş herkese binlerce şükran..