16 Aralık 2010 Perşembe

İnsan ruhunun haritası - Ahmet Ümit

" Şu klişe laf sanırım doğru ; Edebiyat insan ruhunda yapılan bir yolculuktur. Ancak bu öyle bir serüvendir ki , yazar bu yolculuğu yaparken , tıpkı boşlukta hareket etmek için kendi yolunu örmesi gereken bir örümcek gibi , bu yolculuğu da yaratmak zorundadır. "

"Yaşamı anlamlı kılan , eğlenceli kılan , katlanılabilir kılan, zevkli kılan en önemli olgulardan biri şaşmaktır. Şaşma duygusu bizi hayata bağlar. Eğer herşeyi bilirsek yaşamın ne heyecanı kalır ne de anlamı . Yaşamın mucizesi ile insan ruhunun mucizesi aynıdır , gizemi parça parça sunmak ama hiçbir zaman gerçekliği tümü ile vermemek. Gerçekten de insan ruhunun haritası çıkarılabilseydi , karşılaşacağımız en yıkıcı sonuç yaşamın bitmek bilmez bir sıkıntı girdabına düşmesi olurdu . "

Ahmet Ümit kendisi gibi insan ruhunun karanlık mahallelerinde, girilmemiş sokaklarında gezmeyi tercih eden diğer polisiye ve korku yazarlarını , edebiyat dünyasını şöyle bir kolaçan ediyor bu kitabında.
Detaylı incelemeler , güzel tespitler var .

11 Kasım 2010 Perşembe

Dört güzeller -İskender Pala

Anasır-ı erbaa ;

"Nasıl ki tütün toprak lülede ateşle yanar , sudan süzülür ve nefesle dimağa gelir, insanın da topraktan yaratılıp , ateşle değişip , suyla arıtılıp , hava ( söz ) içinde anlam bulması elbette bir hikmete mebnidir."

 Toprak bahsi ;

" Toprak ayağının altından kayarsa mahvolacağını , sonunun geleceğini düşünen bir varlıktır insan . Dört element içinde bize en yakın olanı odur sanki. Yerkürenin üzerinde bir hayatı harmanladığımızdan mı yoksa ahirinde gecinde ona karışıp kaybolacağımız için mi nedir , biz kendimize dünyalı derken biraz da topraklı demeye çalışırız ...

Onun bağrında beslenip büyürüz , serpilip gelişiriz . O bize annelik eder . Üstelik canlı bir annedir de .Diğer gezegenlere nazaran onun yaşadığını , soluk alıp verdiğini , kapkara ciğerlerinin nefeslerle dolup boşaldığını , kılcal damarlarında akışkanlıklar olduğunu söylemek yalancılık olmaz...annedir , öyleki evlat nankör dahi olsa o asla üvey annelik yapmaz , hatta bizi bağrında sakladığı ateşle de korkutmaz. Bizim için bağrını onbeşbin yediyüz derecelik bir ateşte yakar da bunu bize hissettirmez.

Su bahsi ;

"Kaya kabul etmediği için sel olup , felakete dönüşen suyla , toprağın kabul edip rahmete dönüştürdüğü su aynı sudur . Bir kayanın karnına sızan nisan yağmurunun tanesi soğukta donduğu vakit kayayı parçalar .oysa hakikatte diğeri ile aynı yağmur tanesidir ."


Gözyaşı için :

"Zamandan geriye düşmüş acılar için , manada biçimlerini yitiren sancılar için , aynalarda eriyen sırlardan taşarak, ucu kıyamete çıkan asırları aşarak , gerçekten daha gerçek kelamlarda , ve güzeller güzelinden vuslat dolu selamlarda hep o vardır .

Bir gözyaşı , gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı ; sevgiyi damıtır en derin yerinden . Suçlardan sonra tenha gecelerde akarsa tövbedir tadı, gönülleri arıtır en kara kirinden. Bir gözyaşı bir cevherdir , ateşten kaynayan. Özü sudur ama avuçta bir yalım , gönülde bir yangın olur . Bir ateştir aslında o , dumanı ah ile çıkan. Onun içindir ki yıkarak yakar , yakarak yıkar.arıtır ve eritir ..temizler ve gizler . Fazilettir, diyettir. Bu yüzden denilirki gözyaşı yiğitler karıdır ve civanmertler vakarıdır ."

Hava bahsi ;

 Rüzgarlar , bulutlar götürün beni buradan 
Halim yok, gözlerimi silemiyorum 
Yağan yağmur mudur bir büyük nurdan 
Yoksa yüreğim mi bilmiyorum  ( Yavuz Bülent Bakiler ) 

Ateş bahsi ; 

"Önce ormanları yaktılar , yerinde oluşan tarlalarda yepyeni bir hayatın başladığını gördüler. Demek ki ateş bünyesinde yeniden doğumu da barındırıyordu . O halde günahtan arınma ayinlerinde onun manevi himmetine başvurulabilirdi. "

Şaman inanışlarına göre ateş kötülükleri ve pislikleri temizleyip kötü ruhları kovarmış . Bu inanış nevruzlarda ateşten atlayarak , yeni yıla temiz , günahsız girme ritüeli şeklinde devam ediyor . 

" Ateş huzur verir ama saygı ister . Koruyucudur ama korkunç da olabilir. Rahmet ve gazaba sahip Tanrı gibidir. Bir farkla ki , gazabı rahmetini geçmiştir. Bu yüzden ateşle oyun olmaz . Aşığın başına gelenler işte bu kurala uymamasındandır . Aşık kim ateşle aşık atmak kim ..hele bir de içini yakıp yandırmaya başlayınca .." 

" İbrahim göklerdeydi artık. Ateşe doğru uçuyordu . Gözler görmedi ama o an zaman durdu . Allah Cebraili gönderdi . Cebrail ateşin tabiatını bilirdi. Onu dumanların arasında tuttu ve dedi ki ; 

Ey İbrahim , Rabbin beni gönderdi. Ne istersen yerine getireyim  .

İbrahim o anda zamanı kendisi için değiştirecek cümleyi söyledi ;

Ey Cebrail sende O'nun bir kulu iken senden mi yardım isteyeyim ? Benim sahibim O iken , neden başkasından isteyeyim ?  O ki takdir ettiyse razıyım , bildiğini yapar . Değilmi ki ben O'nu dost edindim , O da bana dosttur elbet . O'nun kulu iken başkasına hacet söylemekten ar ederim. Allah ne dilerse yapsın !

İbrahime Halil ( dost ) denildi o andan sonra . Ateş İbrahime serin ve selamet oldu . Kızıl alevler bir gül ve çiçek bahçesine dönüşüverdi. 

Anlatırlar ki İbrahim ateşe doğru uçarken yanında küçük , avuçiçi kadar bir kuş belirdi. İbrahimin yanınca kanat çırpıyordu. İbrahim sordu : 

A , zavallı ne yapmaya çalışıyorsun ? 

Sana yardıma geldim ey elçi.

Şu küçücük cüsse ve minik kanatlarla bana nasıl yardım edebilirsin ki ? 

Sahi edemez miyim ? O halde seninle uçayım da kimin yanında olduğum belli olsun .

Bu kuş ateşe İbrahimle beraber girdi . İbrahim için çiçek bahçesi olan ona gülistan olmuştu. O günden sonra kuşa bülbül dediler ve gül ile bülbülün hikayesi ateş üzerinde başladı. O günü unutmamak için güller ateş renginde açtı ve bülbüller gül dalına konup gülün açılışını seyrederken İbrahim gibi yüreklerini kanattılar. 

O gün Nemrudun yaktığı ateş Allahın kahrını , İbrahim'i yakmayan aynı ateş de lütfunu temsil ediyordu .Çünkü İbrahim soyundan bir nebi gelecekti. Onun adı Muhammeddi ve şair şöyle diyordu ;

Ahlakına olmasaydı maden

Olmazdı Halile nar gülşen

Urfada yakılan bu ateş için yine Urfalı olan şair Nabinin bu beytinde aşağı yukarı şu kast edilmiştir. " Muhammed gülden yaratılacak, cevheri gül madeninden alınacaktı ve o yüzden ateş başka bir şey olmak yerine İbrahim karşısında gül bahçesine dönüştü. " 





8 Kasım 2010 Pazartesi

Kar Kokusu -Ahmet Ümit

Yazarın ilk romanlarından ..öyküsü aradığınız gözünüzün önündedir dedi bu kez : )

Anka-Sadık Yalsız Uçanlar

Niyaz-i Mısrinin yaşam öyküsü ..notlarımı kağıda aldım okurken , buraya düşecek not kalmadı .

28 Ekim 2010 Perşembe

Mesnevi-Mevlana

" Alemde her şey bir şeyi cezbeder . Sıcak sıcağı çeker , soğuk soğuğu.

Aslı olmayan aslı olmayanları çekmektedir , bakiler de bakilerden sorhoş olmakta ."



"Gözünü yumdun mu , canın kopuyormuş gibi bir eleme ıstıraba düşersin . Gözün gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur . "



"Ey kararsız kişi. Mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa abı hayat içirmez. "



" Nice dualar vardır ki ziyanın, helak olmanın ta kendisidir. Pak Tanrı onları kereminden kabul etmez. "



"Hikmeti istediğin kadar tekrarla..ona ehil değilsen hikmet , senden ne kadar uzak ! İster yaz belle ..ister bahset söyle ! "

31 Ağustos 2010 Salı

Minyatürlerle Menakıb-ı Yunus Emre- Mustafa Özçelik, Funda Yeşilyurt

Yunus'a yakışan bir kitap olmuş.Kitaptan ziyade bir kapı gibi.

Takdimi çok beğendim. Der ki ;

" Onun için sevgi , insana şahsiyet kazandıran bir nizamdır . İnsanı bütün kirlerinden temizleyen , gönülleri arıtan , insanı ölümsüzlüğe taşıyan bir ameliyedir. İnsan varolduğu sürece sevgi en büyük ihtiyacı olmaya devam edecektir ; bu sebeple Yunus her daim yeni ve diridir . "

Yazar menkıbeler hakkında ön bilgi de vermiş ;

Menkıbelerde " hakikatten mecaza" bir yolculuk yapılır Fakat bu durumu bir gerçek dışılık olarak göremeyiz. Çünkü Yahya Kemal'in dediği gibi " Tarihte zahiri hakikat , masalda ledünni hakikat gizlidir " .

Sembolik tarz gerçeğin geleceğe aktarılmasında hemen hemen tek yoldur . Gerçek epopede bir sis bulutu ardında kalsa bile yine gerçektir . Çünkü yalanın epopeleşmesi düşünülemez.

Belgeler yalan söyleyebilir , bu yalan bir gün ortaya çıkar. Ama gönüller asla yalan söyleyemez. Hele söylenti , zamanın sınavından geçmişse dikkatli bir göz , bulutun ardındaki güneşi görür. "

Minyatürler olağanüstü , hem Yunus'tan menkıbeler , hem görsel şölen..ne güzel kitap olmuş bu .

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Patasana- Ahmet Ümit

Romanın rüya ile başlamasını sevmedim..piyasa filmi tarzı ..bir takım enterasanlıkları , görsel zenginliği mantık silsilesi içinde bağlamaya üşenip , aa rüyaymış repliği ile sonlandırmalarını sinemada da sevmiyorum , roman içinde de ..gücü yeten , kendini doğuran çoğalan ateş böceklerini masal tarzı da olsa kendi içinde bir mantıkla sunar ..

Kitabın evine adım atan okur bütün dikkati ile algılamaya çalışır nerede olduğunu , öykünün kendini nasıl bir dünyaya getirdiğini..kapıyı açar açmaz birbiri ile ilgisiz , nereye oturtacağını bilemediği görüntülerin dağınık dolaptan boşalan süprüntüler gibi dökülmesini istemez..okuyucunun ilgisine layık olacak şekilde , ağırbaşlı bir eda ile girilmeli öyküye ..yeni tanıştığım biri bana bir öykü anlatacağını söyleyip , ben de anlatacaklarını ilgi ve saygı ile dinlemeye hazırken , zızzt erenköy demesine , ya da bir türkü çığırmaya başlamasına benziyor romanın açılışı ..

Devamı ise akıcı .. sonuna kadar ek bir hayal kırıklığı olmadan , kendinden fazla bir derinlik beklemeden götürüyor bizi roman ..Patasana'nın tabletleri ile cinayet hikayesi iki renkli bir kazak gibi ilmekler sıra ile alınarak örülmüş..güzel bir desen çıkmış ortaya ..ama sonunu beğenmedim..Ümit'in her polisiye yazar gibi şaşırtmak istemekle beraber , sırf sol köşeye yatırmak için seçtiğini düşünmüyorum katili. O birlik felsefesindeki hepimiz biriz desturundan hareketle , böyle iyi , böyle tatlı biri de katil olabilir çünkü o zaten biziz..aynaya bakın , evet biz katiliz demek istiyor. Yine de uymuyor , oturmuyor..felsefi kötülük problemi katilin son açıklamaları ile yeterince izah edilebilmiş değil ..Ümit kadar birerbirlik kuramıyorum ben yaşamlarımız arasında . Ardına bir felsefe koymak istemiş te olsa ..romanın sonunda , sürpiz yaratmak için mantık zincirini koparan hollywoood yönetmenlerinin filmlerinde yaşadığım hayal kırıklığını duydum ..

Kitapta kürt sorununa , ermeni sorununa , dikkatle , özenle de olsa el uzatılmış olması da derinlik yoksunu bir polisiye romanda karşılaşmayı çok istemeyeceğimiz bir şey ..şehitlerimizin yarası içimizde sürekli kanarken , bir yazar hiç girmesin diyemem bu konuya , ama o karşıt görüşleri de satır aralarında yüksek sesle çınlatarak yaraya dokunmuş oldu .

Romanda ilginç bulup , alıntılamak istediğim tek şey aşk üzerine söylenenler
;

"Aşk da tıpkı tanrıça gibidir ; yani muhteşem bir yanılsamadır . Öncelikle erkeklerin icadıdır. Erkeğin açmazı da budur işte . Bir yandan kadın kendine ait olsun diye aileyi kurar , öte yandan gözü komşunun karısında kalır. İlyada'daki Paris'in Helen'i kaçırmasını anımsayın , Ortaçağdaki şovalye aşklarını anımsayın. Ama kadınlar için durum daha vahimdir . Çünkü anaerkil dönemde pek çok sevgilisi olan kadın , ataerkil dönemde bir erkeğin malı olarak evine hapsedilmiştir. Onun gözünün de komşunun kocasında , oğlunda kalmasından daha doğal ne olabilir ? Ama bu istek ayıptır, yasaktır, günahtır. İşte aşk bu ulaşılmazlıktan doğar . Aşk ulaşamayacağın birini abartarak , onun kafandaki ideal kişi olduğunu sanarak , tutkuyla bağlanmaktır. Aradaki engeller ne kadar artarsa bu aşk o kadar tutkulu olacaktır . Nasıl tarih öncesinde atalarımız doğum olayını çözemediği için kadınlardan tanrı yaratmışsa , bizde yolumuzun kesiştiği birini yaşamımızın vazgeçilmez kişisi sanarak , neredeyse ona tapınmaya kadar varan bir bağlılık yaratmışız. Kanımca aşk o ilkel abartma duygusunun günümüze kadar gelmiş halidir . "

Aşk hakkındaki bu görüşlere çok fazla katılıyorum . Ama bir de sevenlerin kavuştuğu , ve bu kavuşmayla mantıken sönmesi gereken tutku ateşinin havai fişekler gibi rengarenk gökyüzüne yükseldiği yüzü var aşkın . Aşkuminal ile Patasana birbirine kavuştuğunda olduğu gibi .." Aşk kanıtmış , sırmış , nedenmiş " diyor Patasana. Kalbinin sevgilisi karısını herşeyden çok seviyor büyükbabası , karısı Vartuhi'yi 7 yıl geçse de ilk günkü aşkla seviyor Berd..aşkın kavuşamama ve hayalle olan ilgisi muğlaklaşıyor böylece ..

Aşk hala tanımlanamaz , bilinemez , hala sırdır insan için ..çoğu zaman acı çekmek anlamına gelse de yapamıyor insanlar onsuz , Aşkuminal'in dediği gibi ;

" Yağmur yağmadığı için toprak buluttan vazgeçebilir mi ? Ona gülümsemiyor diye anne yavrusundan vazgeçer mi ? Tarla tohumdan , başak güneşten , böcek çiçekten vazgeçer mi ? Benim senden vazgeçeceğimi nasıl düşünürsün ? .."





20 Ağustos 2010 Cuma

Latife ve Fikriye ,İki aşk arasında Atatürk- İsmet Bozdağ

Salih Bozok , anılarını yazarken , benim görevim iyi bilinen ve anlatılmış tarihi gerçekleri değil , Paşa'nın en yakınında bulunan insanlardan biri olma vasfı ile kimsenin bilemediği özel hayatını aktarmaktır demiş. Bu ince düşüncesini gönülden takdir ettim. Kitapta yazılanların çoğunu yine onun anılarından alıntılarla okumuş olsam da , yeniden okumaktan sıkılmadım . Anıları birinci ağızdan dinlemek hoş şey .

Yemeği tuz adam eder de insanı başka şey mi adam yapar ? diye soruyor Salih Bozok kitabın bir yerinde ; "Bütün insanlığımız tuzdan yaratılmış besbelli !..düşmanla pençe pençe biz dövüştük ama , ne yaptığımızı dövüşmeyenlerin gözyaşlarından öğrendik "

Kısa giriş bölümü dahil kitabın tamamı Salih Bozok'un anılarından oluşuyor . İsmet Bozdağ çalışması ile ilgili herhangi bir detay belirtmemiş , kaynak göstermemiş . Kitabın kapağına ve girişine isim koymuş ama , insan sormadan edemiyor bu kitabı Salih Bozok yazdı ise İsmet Bozdağın kitabı nerede ? kedi burada ise et nerede ? et burada ise kedi nerede ?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Safiye Sultan ( ya ipek urgan, ya gümüş hançer ) - Ann Chamberlin

Okunan kitabı bir yemeğe benzetecek olursak kimi kitap zengin bir sofradır , tadına bakılacak , üzerinde düşünülecek , notlar alınacak pek çok şey olur , yeni fikirlerle tanışır , düşüncesinin zenginleşmesi ile tokluk yaşar okuyan .

Safiye'yi bu örnek içinde ele alırsak , onu güzel bir çorba olarak niteleyebilirim , hafif ve akıcı ..lezzeti de hoş.. Zamanı güzel geçiriyor ..çiğnenecek , hazmedilecek , uğraşılacak fazla bir şey yok ..

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Onbir Dakika - Paulo Coelho

Coelho'nun tarzı bu kitapta şaşırtıcı derecede farklı , mistizm , felsefe , ritüeller yok denecek kadar az ..sadece tek ve önemli bir konuyu ele almış : cinsellik . " Cinselliğin kutsal boyutu üzerine yazmak için , seksin neden bu kadar kirletildiğini anlamak gerekiyordu " demiş Coelho son sözünde. Bunun için en kirli yerden başlamış ..

Kitabın kahramanı bir fahişe ..macera , zenginlik , bir eş , vs. umudu ile giriyor o yola , gerçek sebebi kendisi de bilmiyor , ama sonunda hayatın onu, kendini , aşkı , dünyayı anlaması için bu yoldan geçirdiğine karar verip , şu kelimeleri yazıyor günlüğüne ;

" Yaptığım işten nefret ediyorum . Ruhumu mahvediyor , kendimle olan bağımı kopartıyor.. "

Hayatımızda neden bu kadar acı var merak ederdim . Coelho'nun kahramanlarından birinin bu konuda ilginç bir tezi var ;

" Acıyı dün hissettin ve seni hazza götürdüğünü keşfettin. Bugün gene duydun ve huzuru buldun . İşte bunun için söylüyorum : Alışma ona , insanı kendine müptela eden güçlü bir uyuşturucudur acı . Günlük hayatımızda, gizli ıstırabımızda , dünya nimetlerine sırt çevirmemizde , aşktan oluyor sandığımız hayal kırıklıklarımızda hep o vardır. Acı , gerçek yüzünü gösterdiğinde insanı korkutur ama kendini feda etme , dünyadan vazgeçme ya da alçaklık süsüne büründüğünde çekicidir. İnsanoğlu onu reddedebilir , ama onunla cilveleşmenin , onu hayatının bir parçası haline getirmenin bir yolunu bulur hep "

İşte felsefe ..hem de en derininden : ) üzerinde düşüneceğim bunun ..


Kitaptan erkeklerle ilgili ilginç şeyler öğrendim , Coelho satır arasında diyor ki , bütün erkeklerin hayatlarını 11 dakikaya adadığı sanılır , hayır , her erkek içinde bir parça kadın vardır ve hayatlarına anlam verecek birini coşku ile ararlar "

Haz ve acının birliği anlatılırken hayrete düştüm , Coelho gibi bir bilgenin yaşamın her halini sevgi ile kucaklayacağını bilmeme rağmen , acının idealize ediliyor oluşunu kabul edemedim, neyseki bir sonraki bölümde bir u dönüşü yapıldı ve sınırların ötesine açılan en güzel kapının aşk olduğu vurgulandı : )

Okurken empati kapılarımı sonuna kadar açık tutarım , ama sadizmle ilgili bölümde kapıdan bakmakla yetindiğimi farkettim , göz ucu ile okudum , anlamak bile istemeyerek ..

Bilgeler derlerki bu dünyada sahip olduğumuz hiç bir şey yoktur ..yine de sahip olduğumuz yanılgısı ile yaşarız ..en kötüsü sahip olmadıklarımızı kaybettiğimizde yaşadıklarımızdır. Özellikle severken .. kaybetmemek için kafese koymasak , özgür , renkli , acısız hayatlarımız olacak belki..ama yapıyoruz ..bunu aşmak , aşabilmek , hem de iki taraflı olarak , oldukça zor görünüyor..ama cennet bahçeleri vaat ediliyorsa , bunun için değmeli..


Maria'nın günlüğünden ;



"Herşey önemlidir , yoğun yaşayan bir varlık her andan keyif alır , seksin eksikliğini duymaz . Cinsel ilişkisi varsa , bu da bolluk içinde yüzdüğü , bardağın taştığı , hayatın kaçınılmaz çağrısını kabul ettiği anlamına gelir "

" Aşk başkasında değildir , kendimizdedir . Onu biz uyandırırz . Ama uyanması için bir başkasına ihtiyaç duyarız . Evren sadece heyecanlarımızı paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır "

" Işık bir eve nasıl girer ? ardına kadar açık pencerelerden . Işık bir insanın içine nasıl girer ? Aşk kapısından , eğer açıksa. "

" Asli günah , Havva'nın elmayı yemiş olması değil , hissettiklerini Ademle paylaşmaya ihtiyaç duyması ..bazı şeyler paylaşılmaz ! "

" Edindiğim azıcık deneyim bana gösterdi ki , kimse herhangi bir şeyin efendisi değildir , hepsi sadece bir yanılsamadır , maddi zenginliklerde , ruhsal zenginlikler de . Ve hiçbir şey bana ait değilse , benim olmayanlar için kaygılanmama gerek yok demektir , bugün ömrümün ilk ya da son günüymüş gibi yaşamam daha doğru "

"İlkbahar için şöyle söyleyemezsin : " Erken gelsin ve uzun sürsün " Sadece şunu söyleyebilirsin :" Gelsin bahar , taşıdığı umutla yıkasın beni ve elinden geldiği kadar kalsın "

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Dört Adem- Işık Yanar

Adına ayrıntı edebiyatı dediğim bir yazın türü var . Mizahçı Metin Fidan'ın yazılarında tanıyıp sevdiğim ..günümüzde pek çok mizah yazarı kullanıyor bu üslubu , insanlık hallerini çok ince gözleyip hoş ayrıntılar yakalıyorlar ..benzerlikler mi içimizi ısıtan bilmiyorum .. insani , sıcak bir tarz ..

Işık Yanar bu ekolün bayraktarlığını yapabilecek kadar güzel detaylar yakalamış kitabında : ) çok ince düşünmüş , çok dikkatli bakmış dünyaya..

Gözünü açtığı günden beri tüm biriktirdiklerini , eteğindeki bütün taşları bu kitaba dökmüş..taşlar minik detaylar ..ama öyle çok , öyle yoğun ki , sayfaları açınca kum püskürtme makinesinden fırlar gibi saçılıyorlar.. en sıkıcı olanın kişisel tespitler olduğunu farkettim..hayat şudur, ölüm şu , geçmiş ve gelecek şunu ifade eder gibi uzun uzun tespitler..oysa hepimiz kendimizce keşfettik bu sözcükleri ve aslen keşfetmeye meraklıyız..bir şehrin şehir olmasının ne demek olduğunu anlatmak yerine , bize düşünden bir şehir kursa..o düş şehre ait kelimelerle biz içimizde başka bir şehir kursak ve keşfetsek kendi başımıza..oysa yanımızda geveze bir rehber neyi nasıl yorumlamamız gerektiğini söyleyip duruyor sık sık..

İlk bölümlerde çocuk olma halinin ve kedinin tasviri çok hoşuma gitti..sonra Cihan, Sedat, Savaş ve Özgür 'ün dünyasına açıldı kapı, o da güzeldi..Oruç'un gözünden ve dilinden olan bölümlerin felsefesi ve içeriği boğazda kalacak kadar yoğundu. Oruç kadar sıkıldım , onun kadar boğuldum ..keşke bu kitapta olmasaydın Oruç bile dedim . Işık Yanar'a yemekten böyle fazla fazla koyduğuna bir yandan teşekkür ederken , bir yandan da patlayacak gibi olmanın nankörlük mü , hazımsızlık mı olduğunu anlamaya çalıştım . Belki kütüphaneye teslim sürem geldiğinden acele ediyorum, belki her cümle beni durup uzun uzun düşünmeye çağırırken , bunun için huzursuz oluyorum.

Üzerindeki etiket ve mühürlerden anladığım kadarıyla 3 sene önce alınmış bu kitap . Ama ilk alıp okuyan benim . Bakir sayfalarını katlamaya kıyamadan okudum . Bazı nesneler beni al der sessiz dilleri ile , bunu da yüzlerce kitap içinden seçip getirdim , gerçekten özel bir kitapmış .

Başlıkların öykülerle ilintisizliğini sevdim. Küçük şiirleri ..hayata bin gözlü arı gibi bakıp , kelimelerden bal yapmasını sevdim..eline sağlık Işık Yanar'ın ..bir dahaki eseri daha sakin olur inş. , kum fırtınası değil de ..inci taneli deniz gibi olur ..



Kitabın başında ibni arabinin şu sözleri var .


"Görmez misin ki gölgeler siyahımsı olurlar . Bu keyfiyet gölgelerin , kendileri ile gölgeye sebep olanlar arasındaki ilişkide, araya giren bir uzaklık dolayısıyla karanlığa büründüğüne işaret etmektedir. Şu halde gölgeye sebep olan kimse beyaz tenli dahi olsa gölgesi siyahımsı renkte olur . "


Hoşuma giden bir kaç cümle ;


" Bir kuşağın sözlerini anlamadıkları müzikleri dinledikten sonra tasavvur edebilecekleri gelecek , elbette en beklenilmeyen olacaktır "

" Kış biraz da giydiğimiz ceketlerin hatırına gelir "

" Fakat zaten insanlar çok daha az yaşarlar kış aylarında "

" Güzellik ne olabilir ki diye düşündü .Yüze ya da bedene ilk görüşte biçimsel bir anlam katan , bütün insanlarda aynı uyumu çağrıştıran bir melodi mi ? "

"Kış mevsimi cemaatinin oluşturduğu koyu renk bağımlılığı , cazibesine kapıldıkları kış karşısında sığınma ve itaat etme haliydi . Sanki o bu ritüellerle gücünün farkına varacaktı "

" İnsan aydınlatmak istediği bir karanlığa sahip olmak ister "

" Bizler kendimizi beklemekteyiz " ( J.F.Lyotard )

"Gecikip yine kendisine kalmıştı . Hayat avuçlarında duraklamıştı "


"Her şey bir şeyi görmekle sonlanıyordu . Ve bir şey herşeye doğru yayılıp yok oluyordu . "

"Şehirde yaşayan bir insan için en önemli şey yalnızlığını kurabilme becerisidir. Çünkü yalnızlığınızı kuramamak , kişiliğinizin her zaman istilalara uğrama olasılığını doğurur "

"Herkes kendi hayatını yaşayarak biryerlere varır.Varmadan önce o yeri kurgularsan , bütün bu saçma kurguların seni oradan uzaklaştırır. Kendi hayatımız içinde güzellikler var ve ben bunlarla yaşlanabilirim ... "

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Çankaya'nın duvaksız gelini Fikriye - Halil İbrahim Özcan

Lise inkılap tarihi kitabının kapağına Fikriye Hanımın resmini yapıştırıp yeni bir kitapmışçasına satarsanız bu hanımın manevi kişiliğini sömürmüş olur musunuz ? pekala olursunuz ..

Fikriye Hanım konusu gerçekten kapalı bir konu . Belki çocuğu olmadığı için , ya da ailesinin Mustafa Kemal'le olan ilişkileri gereği bu hanımla ilgili pek kimse demeç vermemiş , abisi hariç kimse hakkında fazla konuşmamıştır . Güzel kara gözleri mahzun bakan bu hanım hakkında belge ve bilgi bulmanın güçlüğünü takdir ediyorum . Halil İbrahim Özcan bu konuda bir tevatür bulmuş ..intihar etmediği , sırtından vurulduğu yolunda , işte bu bir cümle ile özetlenebilecek dedikoduyu bir kitap halinde satabilmek için ise biraz zorlamış koşulları .

Öncelikle harf puntolarını büyütmüş , kelime arası boşlukları genişletmiş ki yazılabilecek bir avuç şey göze kabarık görünsün . İkinci olarak kitabının yaklaşık 100 sayfadan fazlasını , konuların ucunu azıcık da olsa Fikriye'ye bağlama ihtiyacı görmeden inkılap tarihine ayırmış . Kitabı sattıracak kişi Fikriye hanım olduğu için baş ve son sayfalara bir kaç resim koymayı ihmal etmemiş neyseki ..Kitapta Fikriye'ye ayrılmış tek bölüm çocukça bir dille yazılmış olan hayali bir aşk tasavvuru .

Bu tasavvurlar da kimseye yabancı değil. Görece yeni olan tek şey belki cinayet iddiası , onun da ne yazık ki delili yok . Delili olmayan söze dedikodu denir sanıyordum . İnsan bu kitabı , bir emek diye sunmaya haya eder ..etmeli..

1 Ağustos 2010 Pazar

Şu çılgın Türkler -Turgut Özakman

"Kurtuluşa ancak uygar, çağdaş, bilime , fenne ve insanlığa saygılı , istiklalin değerini ve şerefini bilen , hurafelerden arınmış , aklı ve vicdanı hür bir toplum olduğumuz zaman ulaşabiliriz. "

Harika bir kitap yazmış Özakman ..isimli ve isimsiz kahramanların yazdığı destanı cümlelere dökmüş ..her jenerasyon yenilenmeli bu ..unutulmamalı , unutturulmamalı ..söyleyecek kelime bulmak zor ..canını , kanını vermiş herkese binlerce şükran..

1 Haziran 2010 Salı

Brida / Paulo Coelho

Brida'yı görünce okuma orucumu bozdum . Aylar yıllar geçti sanıyordum , oysa sadece iki ay olmuş.

Kitabın edebi yönü Coelho'nun diğer eserlerine kıyasla zayıf , bunun sebebi yazarın , "daralan zaman" içinde misyonu ile ilgili daha çok şey vermek istemesi..alt metinleri özenle yedirecek zamanı bulamamış , mesaj ve ritüelleri kabaca bir buket yapmış. Mistik dersler tekrara düşmeden devam ediyor. Her romanda Ay ve Güneş töreleri ile ilgili yeni bilgiler alıyoruz. Coelho'nun "zaman dolmadan " aktarmak istediği daha nice ritüel olduğuna eminim. Umarım uzun uzun ve dolu dolu yazmaya devam eder. Çünkü en acemi buketi bile sevimli..

20 Mart 2010 Cumartesi

Alamut'a dönüş / Ernst Heine

"Sessizlik sonsuzluğun dilidir "

"Göz sessiz bir organdır . Hiç bir şey sessizliğin kudreti kadar yaratıcı değildir. Tüm aydınlanma sessizlikte saklıdır . Ağzın susması çok kolaydır . Çok daha zor olan vücudun içindeki sesin konuşmasına engel olmaktır . "

"Sadece yeterince güçlü ve korkusuz olanlar kendilerini bekleyen 4 elementin , ateşin , suyun , havanın ve toprağın içinden geçebilir. Eşiğin üzerinden geçebilmek için bilgeliğe ulaşmış olmak gerekir. Sadece bu bilgeliğe ulaşmış olanlar , parıltısı kendisine layık olmayanları kör eden aynaya bakmayı başarabilir. "

" Mimarlık da bir yönü ile dine benzer . Bir zamanlar insan tarafından yaratılmış olanlar , bir süre sonra içlerinde yaşayanları kendilerine benzetirler. Biz bunun farkında bile olmayız , çevremiz tarafından akla ve mantığa uygun bir öğretiye bağlı olmaksızın dönüştürülürüz. "

"Bilgi ağacının meyvesi bir ayna gibidir. Ona nasıl bakarsan , aksini de aynı şekilde , bir değişikliğe uğramadan , ama birkaç kez kuvvetlenmiş olarak görürsün . "

" Tüm yaratıklar doğaları itibarıyla tembelliğe ve boşvermişliğe yatkındır . Ancak yokluk onları güçlü olmaya iter . Çölün sırrı budur.

Allah başka hiçbir yerde insanlarla çölde olduğu kadar açık bir şekilde konuşmaz , çünkü çöl tüm yoklukların ve güçlüklerin odak noktasıdır. Susuzluk ve yaşam tehlikesi insanı arzularını dizginlemeye mecbur eder . İlahi olan herşey en açık şekliyle vazgeçme esnasında ortaya çıkar. "

"Sen biz olduğumuz için sensin , biz sen olduğun için biziz "

"Vücut bünyesinde mantığın kavrayamadığı birtakım mesajlar barındırır. Vücudunun sesini dinle ! Kendini hisset. Senden sana gelen algıları kavra . Vücut ve ruh iki farklı varlık değildir ; ruh sanıldığı gibi vücudun içinde bulunmaz , vücudun ta kendisidir. Tıpkı buharın da suyun içinde bulunmayıp onun ta kendisi olduğu gibi. "

"İnsan bir çalgı gibidir . Hangi sesleri çıkartacağı ona dokunan ellere bağldır"

" Çocuklar inanır, yetişkinler düşünür, bilginler tanır. Tüm bilgiler, algıya dayanır. Dünya okumayı bilenler için açık bir kitaptır "

" Allahla sadece gerçeği arayanlar konuşabilir. Öğrenen biri, başkalarının düşüncelerini de özümser. Bunun için çaba ve çalışkanlık gereklidir . Kavramak yaratıcı bir eylemdir. Bunun için ender rastlanan gaibi görebilme yeteneğine sahip olmak gerekir. "

" Gözlerini aç ! Dünyayı gör. Sadece bu şekilde yaratıcınla yüzleşebilirsin . Sadece bu şekilde kendini tanıyabilirsin. Bakmak, düşünmekten de önemlidir. "

" Bir kitap insanın cebinde taşıyabildiği bir bahçe gibidir "

" Bilgi edinmenin farklı yolları vardır. En acı olanı tecrübeyle edinilenidir . Hissederek edinileni en yüzeysel olanıdır . Düşünmeyle edinileni , insanı en kolay yanılgıya götürendir. En başarılı olan ise gözler ve kulaklarla edinilendir , insan bunları kullanmayı bilirse elbette. "

" İnsan aklının ulaştığı belli bir merhalede , düşünceler bile bizimle konuşmaktan vazgeçer. Aydınlanma karanlıktan , varlığın en yüksek konumu da hiçlikten doğar .

" Yaşamın tek bir amacı vardır ; yaşamak .."

6 Mart 2010 Cumartesi

Hipnozcu / Richard Bach

Kayıp Gül'ün arka kapağında Serdar Özkan'ı Richard Bach ile kıyaslayan sözcükleri okuduğumda teşbihin abartıldığını düşünmüştüm. Hipnozcu'yu okuyunca haksızlık ettiğime karar verdim. Tarzları gerçekten benziyor. İkisinde de edebi nitelikler geri planda , hayata dair vermek istedikleri mesajlar var , özellikle Bach bu konuda didaktik bir üslupta bile denebilir.

Bazı bölümlerde sözcükler arasında kasıtlı olarak bırakılan boşluklar, telkin cümleleri ve önermeler Bach'ın bir tür kitlesel hipnoz / dehipnoz denemesi yaptığını düşündürdü. Genel söyleminin aslında Secret ya da çekimyasası denilen önermeden fazlaca farkı yok . Yine de düşüncenin gücünü hipnoz ile kanıtlaması konuya değişik bir perspektif katıyor.

18 Şubat 2010 Perşembe

Katre-i Matem / İskender Pala

Bu kitabın içinde İstanbul'un ruhu yaşıyor . Ona aşina ve aşık herkesin gönlünü hoş eder. İskender Hocam zamana bir kapı açmış , okuyan ellerden tutup zamanda yolculuk yaptırıyor.

İstanbul'un en sevdiğim köşeleri özenle misafir edilmiş, hoşça ağırlanmış öyküde , divan edebiyatı ve aşk kumaşı da zaten Hoca'nın her kitabının en güzel malzemeleri.

Öykü güzel , kurgu güzel , anlatım daha da güzel . İçindeki detaylardan istensense sündüre sündüre 5 kitap bile çıkarılabilirdi , oysa tek lüzumsuz kelime yok.

Derkenarları da çok sevdim . İçlerinden birini burada misafir etmek istiyorum ;


Mektubunu göz yaşı ile yazan aşık

Sevgilinin yanına akıl ile varıp mest dönen , evvelden hazırladığı bütün sözleri onun yanına varınca unutup söyleyemeyen bir aşık tanıdım . Mektuplar yazmak , hiç olmazsa meramını mektupla anlatmak istiyordu . Sevgiliyi tenha bulamayan , onu tenha bulunca da kendini bulamayan aşık mektuplarını gözyaşı ile yazıyor , hokkasında kuruyan mürekkebi gözyaşları ile açıyor , inceltiyor , her seferinde sevgiliye taze göz yaşlarını gönderiyordu . Nihayet bir seferinde parmağını kesti ve kendi kanı ile yazdı mektubunu. Sevgili bunu okuyunca onun kendisini gerçekten sevdiğini anladı. En güzel çin mürekkeplerinden daha kırmızı bir mürekkeple yazılmıştı çünkü.

"Gerçi her söylenen söz , her gösterilen tavır , içinden çıktığı kalbin bir elbisesini giymiş olurdu , ama bu derece göze batan bir kıyafet de sanki gösteriş olmazmıydı ? "

"Haddini aşan herşey zıddına dönüşür"

"Gönül bir şeye zorlandığında körelir"

"Ahmağın kalbi dilinde , akıllının dili kalbindedir"

"Kişinin değeri güzelce bildiği şey kadardır "

"Eşya ismi ile müsemmadır. "

"Ümit ettiğiin her şeye köle, ümit kestiğin herşeyden hürsün"

"Gül bahçesinde uyuyuyan hemen uyanmak ister"

11 Şubat 2010 Perşembe

Kayıp Gül / Serdar Özkan

Serdar Özkan kitabının okuyan hemen herkes tarafından yerden yere vurulmasına güceniyor mudur bilemem , ama aslında bu kişiler kitabın ön ve arka kapaklarındaki ultra beklenti yükselticileri nötrleyerek ona yardımcı oluyorlar . Bir çok pazarlama stratejisi içinde belki gözden kaçırdığı hakikat bir eserin başarısının beklentileri karşılamakla çok yakından ilgili olduğudur .

Kitabı elime aldığımda yazarın / ya da yayınevinin kendini konumlandırdığı o yüce zirve ile , silkeleyici yergilerin arasında dengeye ulaşmış önyargısız bir bakış elde etmenin rahatlığı vardı bende. O kadar da kötü olamaz canım diyerek henüz okumadığım sözcüklere biraz kredi bile verdim. Ama üzülerek gördüm ki yazarın öykü anlatmaktaki hamlığı ne yazık ki doğru.Bunlar bir bebeğin , acemi , sarsak ilk adımları belki..ve sevinç çığlıklarının , ve "ben bu işi yapıyorum" "hemde dünya çapında " tavrının sebebi de olabilir ..düşün dünyasında henüz bir bebek olmak .

Diananın en büyük hayalinin öyküler yazmak olduğunu , arkadaşlarının yazdığı öyküleri beğenmediğini..onu başkalaştırmaya çalıştıklarını , oysa yaşamın düşlerin peşine düşmekle anlamlı olabileceğini yazarken sanki kendi durumunu anlatmış. Öyle sanıyorum ki bu ilk romanına yapılan eleştirileri de "sahte gül severler"in anlayışsızlığı olarak görecek , kendinden memnun olmaya devam edecektir . Düşlerini kovalamak çok güzel..yazıp yazıp silmek, gelişmeye çalışmak güzel, uzun uzun emek vermek , en sonunda güzel bir nota veya kelime elde etmek için bahçıvanlık yapmak güzel ..Diğer yönden gerekli çabayı harcamaya emek ve zaman yettiremeyip , ilk romanı ile dünya çapında yazar olarak parlama iddiasını sürüklemek ..işte bu güllerin kokusu ve düşlerin masumiyeti ile hiç ilgili değil.

Gülün kokusunu bilmeyen kişi onu anlatamaz ..kokusunu bilen kişi ise kendini bilir..ve aslında bilen demez , diyen de bilmez ..

Bu öykü pazarlama stratejileri ile masumiyetini yitirmese , bütün aşırmacılığına , çocuksuluğuna , sarsaklığına rağmen hoşgörülebilir , gündeme koymaya çalıştıkları ile sevilebilirdi.

Taze bir gül olma niyeti ile yazıldıysa bile içine konulduğu ambalajda ölüp yapay bir gül haline gelmiş. Ben yazarın yerinde olsam kapağa tek yorum kondurmaz , öykümü okuyanın ellerine bırakırdım . Çok satmanın iyi olmak anlamına gelmeyeceğini , hele ki ele aldığı konuda söz sahibi olabilmenin tevazu ile çok ilgili olduğunu hatırlardım.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Kitab'ül Hiyel / İhsan Oktay Anar

Sevdiğim hayal ustasının başka bir hayali ..diğer masalları gibi felsefeden, dinler tarihinden çokça beslenmesinin yanısıra mekanik ilmine istidatını da görüyoruz Uzun İhsan Efendinin. Demiri yoğurup kuşlar yapan Davut , Davud'un öldürdüğü Calud ( Goliath ) , İskenderin iktidar taşı ..Caludun Samson saçları ..öyle çok şey var ki yine masalın içinde. Derin sembolizm ve alegoriler altında yine hakikatin izleri var , yıldız tozları gibi ..ne birkaç cümleyle izah edilir , ne anlatır , okunur sadece...

3 Şubat 2010 Çarşamba

M.s.2150 / Thea Alexander

1976'da yazılmış bir kitap için hala güncel ve ilginç kalabilmek ciddi bir başarı.

Alıntılar ;

"İnsanın ruhu , kusursuz biçimde dengeli makrokozmosun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle başlangıçta , her insanın ruhu kendi içinde kusursuz bir dengeyle erkek ve dişi özelliklerini taşıyan pozitif ve negatif kutuplardan oluşmuş bir ana ruhun parçasıydı. Söz konusu dengeye karşın , her ana ruh , düşük farkındalık düzeyine geçişi ve mikrokozmik anlayışı deneyimlemek amacıyla kendini, zihinsel olarak bu dünya gezegeninde belirli aralıklarla insan bedeninde cisimlenen ve erkek veya dişi olarak işlev yapan , güya bireysel varlıklara böldü. John lake diye düşündüğün varlık , ana ruhtan kaynaklanan diğerleri gibi , hem bütün bu varlıklarla şu anda , geçmişte ve gelecekte bir olduğunu , hem de makrokozmik kökenini geçici olarak unuttu. Ama sen mikrokozmik devrini tamamladığından ve tekrar makrokozmik farkındalığı kazanmaya başladığından beri , senin ana ruhundan kaynaklanan varlıklar – senin ikiz ruhların – birbirlerini bulmaya çalışıyorlar . "

"Farkındalığın azalması , sonra tekrar tekamül yolu ile kazanılması süreci içinde makrokozmosun kendisi deneyim kaznaıyor. ( Kendini deneyimliyor ) . Bu sürece girilmesinin bir başka nedeni ise , sadece bazı ruhların – hepsinin değil – korkudan titremeyi , kuşkuyu , kendini ayrı hissetmeyi , çatışma heyecanını , ve tabii tüm fiziksel zevk ve acıları deneyimlemek için bu yolu kendilerinin seçmiş olmaları ."

İnsanın sevinci dayanabildiği acı oranında kabul edebildiğini biliyoruz , çünkü bunlardan birini reddetmek ötekini de yok eder.” Mokrokozmoz bütün zıtlıkların mükemmel bir dengesi , tüm acıların ve sevinçlerin , nefretin ve sevginin , tüm çirkinlikleirn ve güzelliklerin , korku ve çatışmalarla , dinginlik ve barışın bir bütün olarak kabulü . Başka bir anlatımla , heyecanda , zevkte , çeşitlilikte ve yaratıcılıkta varılacak en üst düzey gerçek cennet ."


“Sevgiyi belirleyen şey kişinin bilinç düzeyidir. Mikro bilinç düzeyinde aşk kıskanç bir sahiplenme duygusu ile kendini gösteren kuşku ve kuruntu dolu bir bağımlılıktır. “

“Bedenin, zihnin ve ruhun eşit biçimde çalıştırılmaları gerek , böylece birbirleri ile uyumlu kalabilirler. Beden zihni, zihin de ruhu yansıtır . "

”Bilinç düzeylerimiz yükseldikçe içimizdeki erkek ve dişi güçler giderek daha mükemmel biçimde dengelenir, öyle ki sonunda duygusal , ruhsal ve zihinsel olarak yeniden çift cinsiyetli oluruz. “

“Tam bir makro farkındalık tüm sorunların , tüm üzüntülerin , düş kırıklıklarının , acıların , cehaletin , çirkinliklerin , hastalıkların , tüm zamanlardaki ve her yerdeki bütün diğer olumsuzlukların deneyimlenmesidir. Bu durum makro bilince ulaşmamış birey için cehennemdir. Ama gerçek gerçek bir makro farkındalıkla bakıldığında , hep varolmuş vce hep varolacak tüm olumlu niteliklerle kurulmuş tam bir dengedir , düş kırıklığı ve sıkıntı içindeki mikro varoluşun tersine , mükemmel olan budur. “

“ Biz yaparak , tehlikeleri göze alarak , başarısızlıklara uğrayarak ancak ondan sonra başararak öğreniriz . Hatalarımızın ve başarısızlıklarımızın yardımı ile gelişir , ilerleriz. Başarının başarısızlığın diğer önemli yarısı olduğunu göremezsek , başarısızlıktan sakınmaya çalışırız ve böyle yaparken başarıyı da yitiririz. “


“İnsan kendini , kendinden , başkalarından , evrenden ve Tanrı’dan ( Makrokozmoz’dan ) ayrı ve bölünmüş hissettiği , olan neyse onun mükemmelliğini yadsıdığı , başına gelenlerden sadece kendisinin sorumlu olduğu gerçeğini kabulden kaçındığı ölçüde acı ve yalnızlık duyar , hastalık ve ölümü deneyimler. “

“Makro bakış açısından tüm acılar , kederler , korkular , nefret , ıstırap ve hastalıklar her şeyin bir olduğunu – her şeyin sevgi olduğunu – her şeyin Tanrı’yı oluşturduğunu ve her şeyin mükemmel olduğunu bilmemenin sonucu olarak görülür. Bu olumsuz düşünce ve eylemlerin olmadığı anlamına gelmez , ancak olumsuzlukların dengesiz mikro düşüncenin ürünü olduğunu gösterir. “

“Gerçeği belirleyen sizin bakış açınızın genişliğidir . Parçalı bir bulmacanın milyonlarca parçasından sadece bir kaçını görebilen , tamamına akıl erdiremez. “

“Bir zihnin gelişkinliği kabul edilemez görüneni kabul edebilmesi ile ölçülür. “

“İnsanlığın büyük sorunu deneyimlenen her şeyin tüm sorumluluğunu kabul edebilecek noktaya kadar gelişebilmektir.”

Makro nitelikler ; sevgi , bilgelik , yöneticilik

Makro güçler : telepati, durugörü ,önceden bilme, geçmişi bilme , psikokinezi, telekinezi, astral projeksiyon .

Renkler ; 10. bilinç düzeyi ; beyaz , 9. bilinç düzeyi ; akuamarin , 8 bilinç düzeyi ; mavi ,
7. bilinç düzeyi ; yeşil , 6. bilinç düzeyi ; sarı, 5. bilinç düzeyi ; eflatun , 4. bilinç düzeyi ; mor, 3. bilinç düzeyi ; pembe 2 bilinç düzeyi ; turuncu , 1. bilinç düzeyi ; gri.

22 Ocak 2010 Cuma

Kayıp Sembol - Dan Brown

Orient express etkisinin geçtiğini düşünülmüş olacak ki böyle çok satacağı belli bir kitapta tazeleme ihtiyacı hissetmişler...Dan Brown neden az gelişmiş onca ülke ve millet içinden , rüşvetçi hapishane müdürü rolünü bir Türk'e , bir gencin dövülerek öldürüldüğü hapishaneyi de Türkiye'ye yakıştırmış merak ediyorum.

Kitabı genel olarak beğenmedim..basit ve kendi içinde tutarlı değil . Onca koşturma ve macerayı sonunda öyle bir noktaya yönlendiriyor ki o saçma son geri dönüp hepsini yutan ve anlamsızlaştıran bir şeye dönüşüyor. Çember içinde çemberler ile binlerce yıldır korunan kelimenin ..masonik washington anıtının köşe taşına gömülen sırrın, sonunda incil olarak gösterilmesi komik .. Birileri washington anıtını bu saçma roman için yıkmaya çalışır diye mi korktu acaba , aman sakın peşine düşmeyin , evinizde incil vardır nasılsa ..okuyun gitsin kabilinden bir son .

Sırrı karanlık bıraksa daha güzel olabilirdi..herkes kendi hayal gücü ile kendi sırrını keşfetmeye çalışırdı böylece.

Kayıp sembol iki kelime ile hayal kırıklığı..