17 Aralık 2009 Perşembe
İtiraflarım- L.N. Tolstoy
Sunulmuş, hazır bütün düşünceleri reddedip hayatı yalın bir algılayış ile çözme çabası..bu sorgunun başlangıç dönemlerinde yaşamın sonlu oluşundan duyulan şiddetli bir hüzüne kapılır Tolstoy .
Kendini ömür dalında asılı kalmış , her an düşmeye hazır , ölümü ise aşağıda onu yutmak için bekleyen bir ejderha olarak betimler. Ömür dalında bal damlaları da vardır ve o , bir çok insanın kendini bekleyen sona aldırmaksızın bu damlaları yalıyor oluşunu hayretle karşılar . Kendisi ölümün kaçınılmazlığından başka bir şeye odaklanamamaktadır .
İnançsızlığı telkin etmiş olan aklı , hayatı sorgulayıp düşündükçe anlamın sonlu ve sonsuz çelişkisi çözümünde yattığı sonucuna varır.
Bu çelişkinin çözümü hayatı mümkün kılan ipucunu gizler . Uzun düşünsel yolcuğu sonunda , " İnanç dışında yıkımdan başka bir şey bulamadığı için " tekrar inanca dönmüştür .
Bununla birlikte inanç öğretilerini tam olarak kabul edemez , içlerinde hakikate yakın buldukları ve bulmadıkları vardır ve inanç öğretilerinin oluşturmaya çalıştığı şeyleri tahrip eden bir yapıda olduğunu da farkeder.
Tolstoyun bilgelik yolunda edinimi , başlangıçta asılı olduğu dalda içinde olduğu zor durumdan yukarı ( sonsuzluğa ) bakarak kurtulmaktır .
Kendi kelimeleri ile bu yolculuğun hikayesi şöyle ;
"Ben neyim ölümlü olanın bir parçası . Bak işte bütün mesele bu kelimelerde saklı .
Sonlu ile sonsuz arasındaki çelişkinin çözümü kaçınılmaz ve çok önemlidir. Aynı şekilde hayatı mümkün kılan, hayat sorusunun cevabı da öyle.
Sonsuz bir Tanrı kavramı , ruhun tanrısallığı kavramı , insani şeylerin tanrısallığı kavramı , insani şeylerin Tanrı ile birlikte , ruhun niteliği ile , ahlaki , iyi ve kötü konusundaki insan tasarımları , bütün bunlar , insan düşüncesinin uçuk sonsuzluğunda gösterilmiş kavramlardır.
Sonsuzda ne karmaşık ne de yalın , ne bir baş ne de bir son , ne bir iyi ne de bir kötü vardır .
Hayatın anlamını kavramak için her şeyden önce hayatın anlamsız ve kötü olmaması gerekir.
Dünya hayatı herhangi bir iradeye göre gerçekleşmektedir. Biri dünyanın bu hayatıyla ve bizim hayatlarımızla kendine özgü bir eser gerçekleştirmektedir. Bu iradenin anlamını kavramak ümidine sahip olmak istiyorsak , her şeyden önce onu yerine getirmek , bizden isteneni yapmak zorundayız .
Ruhunu kurtarmak için insanın Tanrıya benzer yaşaması gerekir . Hayatın bütün zevklerinden kurtulması , çabalaması , alçakgönüllülük göstermesi , sabretmesi ve merhametli olması .. "
28 Ekim 2009 Çarşamba
Piedra ırmağının kıyısında oturdum ağladım - Paulo Coelho
Zamanda geriye dönmek gibi bu romanı okumak : )
En sevdiğim bölüm yine bir mektup oldu , buraya alıyorum ;
"Kimi zaman üstesinden gelemediğimiz bir hüzne gömüldüğümüz izlenimine kaptırırız kendimizi. Yaşadığımız günün büyülü anının geçip gittiğinin , buna karşın hiç bir şey yapmadığımızın farkına varırız. Oysa yaşam , büyüsünü ve güzelliğini kendi içinde gizlemektedir.
İçimizde yaşamayı sürdüren çocuğa kulak vermeliyiz. O çocuk büyülü anın hangi an olduğunu bilir . Onun gözyaşlarını kolayca bastırabiliriz , ama sesini boğamayız.
O çocuk varlığını hep sürdürür. O küçücük çocuklara ne mutlu ki gökyüzü krallığı onlarındır.
Yeniden doğmayı bilmezsek , yaşama , çocuk gözlerimizin saflığıyla ve heyecanıyla yeniden bakmayı başaramazsak , yaşamımızın bir anlamı kalmaz .
Canımıza türlü biçimlerde kıyabiliriz . Bedenlerini öldürmek isteyenler , Tanrının yasasını çiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar , onların işlediği günahı insanlar açık seçik göremese de .
Yüreğimizde hala yaşayan çocuğun sözlerine kulak verelim. Onun varlığından utanç duymayalım. Yapayalnız bıraktığımız ve onu neredeyse hiç dinlemediğimiz için korkuya kapılmasına izin vermeyelim.
Varlığımızın dizginlerini biraz olsun eline verelim. O çocuk her günün bir sonraki günden farklı olduğunu bilir.
Yeniden sevildiğini hissettirecek biçimde davranalım ona. Onu hoşnut edelim - bu alışık olmadığımız biçimde davranmak anlamıan gelse de , başkalarına saçmalık gibi görünse de .
İnsanların bilgelik taslamasının Tanrı katında delilik olduğunu anımsayalım. Ruhumuzda barınan çocuğa kulak verirsek , gözlerimiz yeniden parlayacaktır. O çocukla temasımızı yitirmezsek , yaşamla yakınlığımızı da yitirmeyiz. "
24 Ekim 2009 Cumartesi
Veronica ölmek istiyor - Paulo Coelho
"Genç bir avuketken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş , çok etkilenmiştim."Taştan fışkıran bir pınar ol , suyu tutan sarnıç olma " . Bu sözlerin doğruluğuna inanamamıştım o zaman . Çünkü taşmak tehlikeliydi , taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı , onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik.Hayatım boyunca , iç duvarlarımın sınırlarını aşmayan bir sarnıç olmaya çabaladım.
Derken hiç bir zaman anlamadığım ve anlayamayacağım bir nedenle panik ataklara tutulmaya başladım. Olmamak için onca çaba harcadığım tipte bir insan oldum : fışkıran , yatağından taşan , her yanı sulara sellere boğan bir pınar. Bunun sonucunda Villet'e yatırıldım.
Tedavi oldum , iyileştim , sizlerle tanıştım . Dostluğunuz , sevecenliğiniz ve birlikte geçirdiğimiz pek çok mutlu an için teşekkürler. Birlikte akvaryumdaki balıklar gibi yaşadık : ihtiyacımız olduğunda bize yem attıkları ve canımız istediğinde camın öte yanındaki dünyayı görebildiğimiz için hayatımızdan hoşnuttuk.
Ama dün bir piyano ve şu ana dek herhalde ölmüş olan bir genç kız sayesinde çok önemli bir şey öğrendim : içerideki yaşam ile dışarıdaki yaşam tıpkı birbirinin aynısı . Orada da burada da insanlar gruplaşıyor , çevrelerine duvarlar örüyor ve kendilerine tuhaf gelen hiç bir şeyin sıradan yaşamlarını sarsmasına izin vermiyorlar. Bir takım şeyleri sırf alıştıkları için yapıyorlar , yararsız konuları inceliyorlar , aralarında eğleniyorlar , çünkü eğlenmek gerekir , dünyanın geri kalanından onlara ne ? En fazla , televizyonda haberleri izliyorlar - bizim de sık sık yaptığımız gibi - ve böylece sorunlarla , haksızlıklarla dolu dünyadan ne kadar uzak olduklarını hissederek mutluluklarını bir kez daha doğruluyorlar.
Demek istediğim şu ki , kardeşlik çemberi içinde sürdürdüğümüz yaşamın Villete dışında yaşayanlarınkinden hemen hemen hiç farkı yok , herkes akvaryumun cam duvarlarının dışında olup bitenleri fark etmekten dikkatle kaçınıyor. Bu durum bana uzun bir süre iyi geldi , yararlı oldu , rahat ettirdi . Ama insan değişiyor . Artık serüven peşinde koşmak istiyorum . Altmışbeş yaşındayım ve yaşlılığın getirdiği tüm kısıtlamalardan haberim var . Gene de Bosna'ya gidiyorum . Orada beni bekleyenler var . Onlar beni tanımıyor , ben de onları tanımıyorum , ama yararlı bir şeyler yapabileceğime inanıyorum. Üstelik serüven duygusu , tehlike korkusu bile yeter , yıllarca refah ve sıkıntı içinde yaşamaktan iyidir."
19 Ekim 2009 Pazartesi
Işığın savaşçısının el kitabı - Paulo Coelho
Günlük hayatının endişelerine karşı hayalleri için çarpışan herkes ışığın savaşçısıdır.
(Everyone who, despite his everyday worries, is still able to fight for his dreams.)
Işığın savaşçısının nitelikleri ;
Bir savaşçı yılan kadar bilge , güvercin kadar saftır.
Işığın savaşçısı inaçlıdır , mucizelere inandığı için mucizeler gerçekleşmeye başlar. Düşüncelerinin hayatını değiştireceğine emin olduğu için hayatı değişmeye başlar. Sevgiyi bulacağına inandığı için sevgi kendini gösterir.
Savaşçı söylediği gibi biri olduğuna inandığı için sonunda öyle olur.
Hasımlarının onun karşısına yiğitliğini, dayanıklılığını , karar alma yetisini sınamak için çıktıklarını bilir.
Savaşçı özgürdür ama açık duran bir fırında ekmek pişmeyeceğini bilir.
Hiçbir savaşçı ateşin karşısında oturup karşısındakilere ben hep doğruyu yaptım diyemez. Her kim ki böyle söyler , yalan söylemektedir ve kendisini tanımayı henüz öğrenmemiştir. Gerçek bir ışığın savaşçısı , geçmişinde haksızlıklar yapmıştır. Ama hayat ilerledikçe dürüst davranmadığı insanların her zaman yoluna çıktığını görecektir . Onun ikinci fırsatı , bu kişilere yaptığı haksızlığı gidermektir ve o her zaman hiç tereddüt etmeden kullanır bu fırsatı .
Savaşçı başkalarının hayallerini yargılamakla sorumlu değildir , kendi yoluna güvenebilmesi için başkasının yolunun yanlış olduğunu kanıtlaması gerekmez.
Öğüt istemek tehlikelidir, daha tehlikeli olan ise öğüt vermektir .Savaşçı yardıma gereksinim duyarsa arkadaşlarının kendi sorunlarını nasıl çözümlediğine – ya da çözümleyemediğine – bakar . Esin arıyorsa , kendi koruyucu meleğinin ona söylemek istediği şeyleri yakınlarının dudaklarında okur.
Işığın savaşçısı düşünür , zevk peşinde koşmaz , meydan okuyuşlara ve açıklamalara uzak durur , yeteneklerinin ve becerilerinin ortaya çıkmasına izin verir. Yüreğinin sessizliğinde kendisine yol gösterecek bir ses duyacağını bilir.
Bir savaşçı yalnızlık ile başkasına bağlılık arasında bir denge kurar .
Gerginlik ile huzursuzluğu karıştırmaz, sertlik ve yumuşaklığı dengeler.
Bir savaşçı başkalarının kendisine biçtiği rolü oynayarak zaman yitirmez.
Nehrin suyu hangi yol uygunsa oraya uyum sağlayabilir ama hedefin deniz olduğunu asla unutmaz.
Işığın savaşçısı her bir durumu tekmişçesine ele alır , asla formüllere , reçetelere ya da başkasının görüşlerine başvurmaz.
Bağışlamak her şeyi kabullenmek değildir , savaşçi başını eğemez , eğer eğerse hayallerinin ufkunu göremez olur.
Tanrı yolu bizim adımlarımızla kurar .
Hiçbir yeni , önemli hareket alışıldık bir şey ile başlamamıştır.
Savaşçı bilir ki ne zaman bir hayalden söz etse , o hayalin enerjisinin bir parçasını onu anlatırken tüketecektir. Üstelik konuşursa , o hayali gerçeğe dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu enerjinin tamamını tüketme riskiyle karşı karşıya olacaktır.
Işığın savaşçısı sözcüklerin gücünü bilir.
Biri bir şey dilerse bütün evren ona yardımcı olmak için iş birliği yapar . ışığın savaşçısı bunu bilir , bu nedenle düşüncelerine çok özen gösterir. Yanlış şeyler dilemediğine emin olmak için yüreğinin karanlık köşelerine bakma cesareti bulur.
Savaşçı yol hakkında ne biliyorsa başkaları ile paylaşır .Yardım eden biri yardım da alır ve öğrendiği şeyi öğretmek ister .
Başkalarının acılarına kayıtsız kalanlar en acınacak kişilerdir.
Duygu çöpü diye bir şey vardır ; zihin makineleri üretir onu . Bu çöp çoktan biten ve artık bir işe yaramayan acılardan oluşur . Geçmişte önem taşıyan ama şimdi hiçbir anlamı kalmayan önlemlerden oluşur .
Savaşçının da anıları vardır , ama o yararlıyı yararsızdan ayırmayı bilir , duygusal çöplerden kurtulur.Değişmektedir o ve duygularının kendisine ayak uydurmasını ister.
Zafer kazananlar , aynı hatayı iki kez işlemezler. İşte bu nedenle savaşçı gerçekten değen bir şey için kendini tehlikeye atar.
İki çeşit dua vardır .
Birincisinde , kişi bazı şeylerin olmasını ister ve Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeye kalkışır. Bu yol , Yaradan’a hareket edecek zaman ve mekan bırakmaz. Her birimiz için neyin iyi olduğunu çok iyi bilen Tanrı , nasıl uygun görüyorsa öyle davranmayı sürdürür. Dua eden kişi de dualarının yanıtsız kaldığına inanır.
İkincisinde , kişi, Ulu Tanrı’nın amaçlarını anlamayabilir , ama hayatının Yaradan’ın planlarına uygun olarak gelişmesine izin verir. Acı çekmemeyi diler , hayırlı savaştan haz almayı diler , ama şunu eklemeyi asla unutmaz ; “ Senin dediğin olur “ .
15 Ekim 2009 Perşembe
Portobello cadısı - Paulo Coelho
“İster insan olsun , ister Tanrı , sevgiye tümüyle teslim olmak , kendi rahatımız ve karar verme yeteneğimiz de dahil her şeyden vazgeçmek demektir. Sözcüğün en derin anlamında sevmek demektir bu. İşin aslına bakarsan , bizler Tanrı’nın seçtiği biçimde kurtarılmak istemeyiz , attığımız her adımı denetim altında tutmak , her kararımızı bilinçli olarak vermek , neye bağımlılık duyacağımızı seçebilmek isteriz.
Sevgide böyle olmaz , sevgi gelir , yerleşir ve her şeyi yönetmeye başlar. Ancak çok güçlü kişilikler kapılıp gitmeye açıktırlar. “
“Gerçeklik beyne giden bir dizi elektriksel uyartıdan başka bir şey değildir.Gördüğümüzü sandığımız şey , beynin tümüyle karanlık bir bölümüne giden bir enerji artışıdır. Ama başkaları ile aynı dalga boyunu yakalarsak , o gerçekliği değiştirmeyi deneyebiliriz. Sevinç de tıpkı , heyecan ve sevgi gibi benim anlamadığım bir şekilde bulaşıcıdır. Hüzün , depresyon ya da nefret de öyle..
Athena’nın hat ustasından öğrendikleri ;
Bu yazdığın kalem sadece bir araç. Bilinci yoktur, onu elinde tutanın arzularına boyun eğer. Bu açıdan hayat dediğimiz şeye çok benzer. Bu dünyada bir çok insan bir rolü oynar , kendilerini yönlendiren bir görünmez el olduğunun farkında değildirler.
Doğru biçimde oturmanın, ruhunu yatıştırmanın , kalbini temiz tutmanın ve her kelimenin her harfine saygı göstermenin ne kadar çaba gerektirdiğini biliyorsun artık .
Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın . Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz , bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor.
Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir , bir müzik eserinde de duraklar.”
Bu sözler ile hayatımın boşluklarını düşündüm , çoğu zaman boşlukta karşılaşacaklarımızla yüzleşmemek için yapageldiğimiz şeyleri..okumak , konuşmak , yazmak , çalışmak ..gerçekten boşluğun ustası olmak güç ve belki bunu bunu bir öğretmenden öğrenmek gerek. Zaten Coelho da ;
“ Öğren ama öğrenirken her zaman yanında başkaları da olsun .Yalnız başına arama , çünkü yanlış bir adım attığında yanında sana doğru yolu gösterecek kimseyi bulamazsın “ diyor.
Hattatın zerafet ile ilgili söylediklerini de buraya not düşüyorum ;
Zerafet yüzeysel bir şey değildir , insanlığın , hayatı ve yapılan işi saygın kılmak için bulduğu yoldur. O yüzden şu oturuşta kendini rahatsız hissediyorsan , onun zoraki ya da yapay bir şey olduğunu sanmamalısın .Tam da zor olduğu için gerçektir. Bu oturuş, kağıdın da , kalemin de senin gösterdiğin çabadan onurlandıkları anlamına gelir. Yazının kusursuz olmasını istiyorsan zerafet doğru oturuştur. Hayatta da böyledir , tüm fazlalıklardan kurtulduğumuz zaman yalınlığı ve konsantrasyonu keşfederiz.
Coelho’nun hat ustasını hak ilmine vasıf bir öğretmen olarak sunmasının temelinde hangi din ya da düşünceye bağlı olduğuna bakılmaksızın insanların ve yolculuklarının kutsanması fikri var.
Hiçbir harfi küçümsememenin, özen ve sevecenliğin anlamını iyi bilen bir yazar Coelho. Milyonlarca satan kitaplar yazıp da kendisine küçük bir not yazan herkesi yanıtlayacak kadar alçakgönüllü ve zamana hakim bir yazar . Üretkenliğine hayran olmamak mümkün değil , yayınevlerinin basamayacağı kadar fazla yazıyor ve bunları ücretsiz kitaplar olarak web sitesinde paylaşıyor . Okuyanların birer kopya yazdırıp da kütüphaneler ve hapishanelere birer nüsha bırakmalarını rica etmiş. Doğrusu İngilizceden hakkı ile tercüme edebileceğimi düşünsem bunu yapardım .
Portobello cadısından not aldığımız incilere dönecek olursak ;
Coelho diyor ki ;
Bütün fırtınalar yıkım getirir ama yağmurla birlikte hem tarlalar sulanır , hem de gökyüzünden bilgelik yağar.
Işık değişkendir. Rüzgar onu söndürür , şimşek yakar , hiçbir zaman güneş gibi durduğu yerde parlamaz , ama yine de uğruna savaşmaya değer.
İnanç arzu değildir . İnanç iradedir. Arzu tatmin edilmesi gereken bir şeydir. İrade ise güçtür.İrade çevremizdeki mekanı değiştirir . Ama bunun için arzuya da ihtiyacın vardır.
Mutluluk zaten sahip olduklarınla tatmin olma duygusudur. Hayatın zevki farklı olmaktadır.
İlginç yerler keşfetmenin en iyi yolu kaybolmaktır. Hayatına bir hayal katmaya çalış , bugüne kadar yıldızlar hakkında öğrendiğin ne varsa unut , bırak yıldızlar yeniden meleklere ya da çocuklara , ya da şu anda ne istiyorsan ona dönüşsünler . Korkma kimse sana aptal demez, ne de olsa bir oyun bu , tam tersine hayatını zenginleştirir.
Mutlu olmayı isteyemezsin , çünkü bu hem çok kolay hem de çok sıkıcı. Yalnızca aşık olmayı isteyemezsin çünkü bu olanaksız . Hayatını doğrulamak , hayatını elden geldiğince yoğun yaşamak istiyorsun . Bu hem bir tuzak , hem de bir coşku kaynağı. Hem bu tehlikeye karşı uyanık olmaya , hem de aynaya yansıyan o imgenin ötesindeki kadın olmanın coşkusu ve serüvenini yaşamaya çalış.
Hem bir insan , hem de bir tanrı olarak yaşamak. Gerilimden dinginliğe geçmek .Dinginlikten transa.Transtan başkaları ile daha yoğun bağlantıya geçmek.O bağlantıdan yeniden gerilime dönmek ve bunun böyle sürüp gitmesi , tıpkı kendi kuyruğunu yutan bir yılan gibi.
Bu sudan bir kez içen susuzluğunu başka pınarda dindiremez
"Hiç de kolay bir iş değildi , çünkü acı çekmekten , reddedilmekten , kaybetmekten korkmayan koşulsuz bir sevgi gerektiriyordu.
Mutluluğa giden tek yolun kölelik olduğu bir çağda yaşıyorduk. Özgür irade çok büyük sorumluluk istiyordu , zorlu bir çabayı gerektiriyor , acı ve keder getiriyordu ."
Daha dayanıklı dalların tutuşması için önce ateşin yanması gerekir. Gücümüzü gösterebilmemiz için önce zayıflığımızın kendi gösterebilmesi gerekir.
Birçoğumuz hiçbir işe yaramayan şeylerin peşine düşmek zorunda bırakıldığımız uzun bir yolculuktan dönüyoruz . Artık o peşine düştüğümüz şeylerin düzmece olduğunu fark ediyoruz. Ama bu geri dönüş acısız olamaz , çünkü uzun zamandır uzaklardaydık , kendi ülkemizde yabancı gibi hissediyoruz kendimizi. Bizim gibi gitmiş olan bazı dostları ve köklerimiz ve hazinelerimizin bulunduğu yerleri bulmak biraz zaman alacak. Ama bu mutlaka olacak.
“ Aya sofya’yım ben. Evrensel bilgeliğim . Ben dünyaya gelirken yanımda bir tek sevgi vardı. Ben her şeyin başlangıcıyım , benden önce yalnızca kargaşa vardı. O yüzden kargaşada hüküm süren güçleri denetim altına almak isteyen , Aya sofya’ya soru sormasın. Benim için her şeyde sevgi vardır.Sevgi istenemez , çünkü başlı başına bir amaçtır. Sevgi ihanet edemez , çünkü sahip olmayla bir ilgisi yoktur. Sevgi hapsedilemez , çünkü bir ırmaktır sevgi , taşar sel olur. Onu hapsetmeye kalkan , onu besleyen pınarın önünü keser , bir yere kapatılan su ise durgunlaşır , bozulur ve kokar. “
“Kader ölüp gitmiş olan bir evrende yaşamak isteyenlere aman tanımayacaktır. Başarısız olduğuna inanan herkes her zaman başarısız olacaktır. Farklı davranamayacağına karar veren herkes alışılmış olan tarafından yok edilecektir. Tüm değişiklikleri engellemeye karar veren herkes toza dönüşecektir. “
Burada aktarımı kesip bir yorumda bulunmak istiyorum. Bu kitapta yer alan ve tasavvuf , gnostism , kabala felsefeleri tarafından paylaşılan ortak düşünce sevgiyi merkez alır. Cennet ve cehennem , iyilik ve kötülük konusunda klasik dinlerin önermeleri ile birlik felsefesi arasında derin farklar var . Yine de eksi ve artı sunulmamış değil ..ödül olarak cennet yerine ışık ve aydınlanma , ceza olarak ise cehennem yerine toza dönüşme vaat ediliyor , yani sonsuz yok oluş. Bu hali ile belki cehennemden de katı bir ceza , çünkü klasik önermede insanlar bir süre cehennemde kalıp sonra bağışlanacaklarına ve sonra sonsuz cennete kabul edilebileceklerine inanırlar. Oysa aydınlanma felsefesi gereken cesareti göstermez, kendinizi koşulsuz sevgiye açmazsanız , bir çok hayatta üst üste sınanıp başarısızlığa uğrarsanız , artık sizinle uğraşılmak istenmez ve toza dönüşür..sonsuza dek kaybolursunuz diyor. Bu resti görmek ve değişme esini yakalamak insanın kendine kalmış . Ancak fikirlerin fırtınada sürüklenen bulutlar kadar çok olduğu düşünce evreninde bir yol seçmek ve bunun doğru olduğuna karar verebilmek hiç kolay değil. Her şeyi yöneten elin bizleri en iyiye kavuşturmasını dilemekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.
11 Ekim 2009 Pazar
Şeytan ve genç kadın - Paulo Coelho
“Herkes ne kadar kibirli , saf ve koyun gibi. Hiç kimse inanmaya alışmadığı şeylere inanmıyor. Herkes Tanrı’dan korkuyor. Hayatlarını değiştirme fırsatı çıktığı anda herkes – Chantal da – korkaklık ediyor. Oysa “iyilik” diye bir şey yoktur , ne korkakların yaşadığı yeryüzünde , ne de bizi kötülükten korusun diye ömür boyu kendisine yalvarabilmemiz için dünyayı düşüncesizce ıstırapla dolduran Tanrı’nın cennetinde. “
“ İnsanlar her şeyin değişmesini ister , hem de her şeyin hiç değişmeden sürüp gitmesini. “
“ Ötekiler hayatı “ saçma bir yarış “ olarak niteledikleri ve korkularını yüce gönüllülük sandıkları için korkaklığının farkına varan tek kişi Chantal olmuştu. “
“İyi yürekli adam rolü oynamak , yalnızca hayatta tavır almaktan korkanlara özgü bir şeydir. İnsanın , kendini iyi olduğuna inanması , başkalarına karşı çıkmaktan ve haklarını savunmak için savaşmaktan çok daha kolaydır. Üzerimize atılan taş bize isabet etmemiş gibi yapabiliriz , ama geceleri odamızda yalnız kaldığımızda , odamızı paylaştığımız karımız , kocamız ya da okul arkadaşımız uykuya daldığında -korkaklığımıza sessizce ağlarız. “
Din felsefesinin kadim sorunlarından biri ; iyilik ve kötülük.. Coelho bize konu hakkında söylenegelmiş ne varsa açıyor..özellikle de insanın özünün kötü olduğu iddiasını...
Dine bakışta kendimce ilginç noktalar yakaladım alegoriler içinden ..mesela caydırıcı bir unsur ( köy meydanında hep hazır bekleyen bir darağacı ) olmadıkça , toplumsal düzenin korunmasında güçlükler yaşanması . Dini suçların ( hırsızlık, öldürme, zina , ..) genelde topluma karşı işlenişinden hareketle , dar ağacının yerini her daim hazır bekleyen bir “cehennem “ fikrinin doldurmasının da toplumsal bir gereklilik olduğu düşünülebilir....ölüler toprağın altına gömüldüğü için ölüm ülkesinin karanlık , volkanlardan zaman zaman püsküren lavlar ile yer dibinde ateş bulunduğu bilindiği için cehenennem ateş barındıran bir ceza ülkesi olarak tasavvur edilmiş diyor bu tezlerden biri. Bu hali ile pek de mantıksız görünmüyor.
Leonordo Da Vincinin son yemek tablosunda Yahuda modeli olarak resmettiği ( kötülüğün timsali ) sarhoşun , hayatının bir döneminde ( işleri yolunda iken ) , kendisine aynı tabloda Mesih için ( iyiliğin timsali ) poz teklif edildiğini söylemesi de oldukça çarpıcı bir iç hikaye. Buradan yola çıkarak kötü ve iyinin yüzü aynıdır , ne zaman karşınıza çıktıklarına bağlı olarak ,diyor Coelho.
İlgimi çeken bir başka nokta normalde pek dindar olmayan köy halkının , bir suç işlemeye karar verip bunu bir şekilde mantığa bürümek istedikleri zaman kiliseye akın etmeleri..din ( diğer pek çok sebep gibi ) insanlara kötü olmanın bir bahenesini sunabiliyor istendiğinde .Özellikle hristiyanlıkta sanırım bu daha kolay , çünkü doğuştan asli günah diye bir kavram var .
Tanrı böyle olmasını istiyor - istedi , O böyle buyurmuş , vs. vs ..Tanrı adına söylenen her şey tartışmasız kabul edildiği için , anında bir kötülüğü aklayabilir, kötü oluşundan duyduğu vicdan azabını , dine uyuyor olmanın vicdan rahatlığına çevirebilir kişi. Çoğu zaman bir kılıfa uydurma söz konusu olan . Ve inancında samimi olanların , insanın kendi kendine oynadığı bu oyunlardan haberdar olması gerekiyor. Ne de olsa benlik kişiye yaptığını güzel gösterir .
Coelho şeytan senin beyninin içinde , aklının sağ yarısında akıl ve mantığın yaşadığı yerde diyor. Ben insanların melek ve şeytanlarını içlerinde gezdirdiklerine , dahası bunların kişinin bizzat kendisi olduğuna inanırım. Eli çatallı , boynuzlu bir yaratığın arkasına sığınmaya gerek yok..kötü bir iş yapılıyorsa bunu insan yapıyor ..ve iyi işleri de ..
Kötülüğün kendini bilmemekle ilgisi çok ..öykümüzde bu “yabancı”nın hayatta uğramış olduğu haksızlığın acısını diğer insanlara yansıtmak istemesi ile veriliyor.Bu kişi , insanların özünün kötü olduğunu ispatlayabilirse , kendi başına gelenler zaten beklenebilecek tek şey olduğundan acısı dinecektir. Kendisine yardımcı olması için seçtiği köylü kadın yabancıya , insanın kötülüğünün herkeste bulunduğunu ispatladığında bunun aynı zamanda Allah’ın adil olduğunun ispatı da olacağını söylüyor. Adalet kavramının kötülük üzerinden Tanrıya varması oldukça ilginç. Hikayedeki şeytanlar insanın kötülüğünün kendilerine yol vereceği hesabını yaparken kötülüğün insanlara eşit dağıtıldığı fikri Tanrıya yaklaşmasını sağlıyor yabancının . Kötülüğü açığa çıkaracak koşulları eli ile kurmuş olmasına karşın , içten içe insanların kendilerine sunduğu tercihler içinden iyi olanı seçeceği ümidini besliyor yabancı. Hikayenin bilgesi kötülükten iyilik çıkmaz diyerek reddediyor bu fikri. Keza Pederin , “Tanrı kötüye alet olarak iyiliğin değerini göstermemi istiyor “ sözleri de aynı yanıtı alıyor ; Sen ve yabancı aynısınız ..kendinize yapılan kötülük ile zehirlendiniz , kötülükten iyilik çıkacağını söylemeyin çünkü çıkmaz.
Chantal bir Japon dövüş sanatı kitabında rakibini zayıf düşürmek isteyen kişi onu , kendisinin onun tarafında olduğuna ikna eder diye okuyor öyküde. Kötülük de akıllı bir rakip gibi kendini iyiliğe ulaşmakta bir araç şeklinde gösterebilir bazen.
Bilinmesi gereken yeteri kadar kışkırtıldıklarında bütün insanların kötü olabileceği ve bunun iyiye çevrilmesinin ancak kışkırtan sebebin ortaya kalkması ile mümkün olabileceği..Bir kişinin bunu fark etmesi yetiyor ve içlerinden birini öldürmeleri karşılığında kazanacakları külçe altınları bir sorun yaşamadan paraya dönüştüremeyeceklerini söyleyerek ikna ediyor insanları. Buradan iyilik ve kötülüğün mücadelesinin ancak koşullara müdahale edilerek yapılabileceği, insanın bizatihi kendinin , dininin , içinde bulunduğu toplumun iyilik ya da kötülüğe referans oluşturamayacağı , kişi iyi ya da kötü konusunda seçimini yapmış ise bunu her türlü dini , etik , toplumsal boyutta mantığa bürüyecek gerekçeler bulabileceği sonuçlarına varılabilir.
Bir tek insan kötülüğü ortaya çıkararak bir köyü lanetleyebilir ve yine ona karşı çıkacak cesaret ve basireti bulunan bir tek kişi bu sonucu tersine çevirebilir.
İnsan özünde iyi midir yoksa kötü mü sorusunun cevabı Ahab ve Savinus’un yani haydut ve Azizin her ikisinin de insan olmasıdır ..konu bir irade ve karar sorunudur.
5 Ekim 2009 Pazartesi
Simyacı-Paulo Coelho
Kitaptan yanımda götürmek istediğim incileri bu yana koydum ;
"Gelecek Allah tarafından yazılmıştır ve Allah ne yazarsa insanların iyiliği içindir. "
( Gönülden katıldığım bu cümle bana bir arkadaşımın sözlerini anımsattı ; Allah söz dinleyen çocuklar olmamızı ister , kader onun şifa veren elidir )
" - Neden gelecekle bu kadar ilgileniyorsun ?
- Belki olacaklara kendimi hazırlamak için
- Bunlar iyi şeylerse hoş bir sürpriz olacaklar, kötü şeyler ise daha gerçekleşmeden acı çekeceksin
- Gizin kökü şimdidedir , şimdiye dikkat edecek olursan , onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır. Geleceği unut ve hayatının her gününü şeriat kurallarına uygun olarak ve Tanrı'nın evlatlarına bahşettiği inayete güvenerek yaşa . Her gün kendisiyle birlikte ebediyeti getirir."
" Öğrenmenin bir tek yöntemi vardır ; eylem yöntemi " ( Bu da arkadaşımın "bilgini hayata vurup sınamadan onun gerçek olduğunu bilemezsin , hayata dökülmemiş bilgi eşeğin sırtındaki yüke benzer" sözlerini anımsattı. )
"- Yüreğimizi neden dinlemeliyiz ?
- Çünkü yüreğin nerede ise hazinen oradadır
o her şeyi bilir çünkü Evrenin ruhundan gelmektedir ve bir gün ona geri dönecektir
- Yüreğim sıkıntılı , çalkantılı
- Ne ala , demek ki canlı
- Yüreğim bir hain , yola devam etmemi istemiyor
- Onu susturmayı hiç bir zaman başaramazsın. Dünya ve hayat hakkında düşündüklerini sana tekrarlamayı sürdürür. İhanet senin beklemediğin bir darbedir . Onu dinler , tanırsan , sana beklemediğin bir darbe indiremez.
- Yüreğim acı çekmekten korkuyor
- Yüreğine acı korkusunun acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiç bir yürek kesinlikle acı çekmez . Çünkü araştırmanın her anı , Tanrı ve sonsuzluk ile karşılaşma anıdır.
Yüreğin sözleri ;
- Yeryüzünde her insanın bir hazinesi vardır . Biz yürekler , insanlar artık bunları bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onları küçük çocuklara anlatırız. Sonra herkesi , kendi yazgısının yoluna göndermek işini hayata bırakırız. Ne yazık ki kendisine çizilmiş olan yolu çok az insan izliyor., oysa bu yol kişisel menkıbenin ve mutluluğun yoludur. İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir yer olarak görüyor ve yalnızca bu nedenden dolayı dünya gerçekten korkutucu bir yer oluyor. O zaman biz yürekler giderek daha alçak sesle konuşmaya başlıyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmaması için dilekte bulunuyoruz. Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.
- Peki yürekler insanlara düşlerinin peşinden gitmek zorunda olduklarını neden söylemiyorlar ?
- Çünkü bu durumda en çok yürek acı çeker . Ve yürekler acı çekmekten hoşlanmazlar."
" Biraz şikayet edecek olursam diyordu yüreği , bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insan yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar , olağanüstü olabilecek , ama olamayan anlar , keşfedilmesi gereken ama sonsuza kadar kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler , yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz. "
" Evrenin ruhu , bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye değer biçer. Aldığımız dersleri iyice öğrenmemiz içindir bu. Ama insanların çoğu işte bu anda vazgeçerler.
Araştırma her zaman acemi talihi ile başlar . Ve her zaman Fatihin sınavı ile sona erer. "
" Başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kendi kişisel menkıbesini asla bulamaz " ( Arkadaşımın "başkasının demini bozmam" dediği düştü aklıma )
" Yola çıkarken arkanda bıraktıklarını düşünme . Her şey evrenin ruhuna kazınmıştır ve ebediyyen orada kalacaktır " ( Gönül defterine yazılan bir daha silinmez , bakkal defteri değil ki bu der bilge de : )
"- Aşk nedir diye sordu çöl ?
- Aşk şahinin senin kumların üzerinde uçtuğu zamanki şeydir. Çünkü sen onun için yeşermiş bir kırsın ve hiç bir zaman avsız dönmedi senden . Senin kayalarını , kumullarını , dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen.
- Şahinin gagası parçalarımı kopartır . Avı yıllarca beslerim , sahip olduğum az bir su ile susuzluğunu gideririm , ona yiyeceklerin yerlerini gösteririm ve bir gün tam avın okşamalarını kumlarımda hissedeceğim sırada şahin gökyüzünden iner.
- Ama sen de kesinlikle bu son için büyütürsün avı , şahini beslemek için. Ve şahin de insanı besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarını besleyecektir ve oradan yeni bir av doğacaktır. Böyledir dünyanın düzeni.
- Aşk bu mudur ?
- Evet, budur. Avı şahine , şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir aşk. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir."
Rüzgara anlatılan aşk ;
" Buna aşk adı verilir. Sevdiğimiz zaman evrenin bir parçası oluruz. Sevdiğimiz zaman olanları anlamaya gereksinimimiz yoktur , çünkü o zaman onlar bizim içimizde olur ve insanlar rüzgara dönüşebilirler. "
Güneşe anlatılan ;
"Sen bir bilginsin ama aşkı tanımıyorsun. Altıncı gün olmasaydı insan yaratılmayacaktı. Bakır hep bakır olarak ve kurşun hep kurşun olarak kalacaktı. Herkesin kişisel menkıbesi kendine , çok doğru , ama bu kişisel menkıbe bir gün gerçekleşecek. Öyle ise daha iyi bir şeye dönüşmek ve Evrenin ruhu gerçekten bir ve tek şey oluncaya kadar yeni bir kişisel menkıbeye sahip olmak gerekmektedir. "
" Aşk ne çöl gibi devinimsiz durmaktan , ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk evrenin ruhunu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onu n içine girdiğim zaman , onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun , yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu , onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin ruhunu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya bizim daha iyi veya kötü olmamıza göre daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşkın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman , olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman "
1 Ekim 2009 Perşembe
Hac- Paulo Coelho
Hac , Coelho'nun ilk kitabı..yaptığı yolculuğu paylaşabilmek adına yazmış..gerçektende birlikte yürümek gibi okumak..mensubu olduğu "Gelenek"in bazı ritüel ve inançları aklımı karıştırsada çoğunlukla ne demek istediğini anladım. En sevdiğim bölüm Petrus'un duası oldu , biraz uzunca bir dua , nette ancak ingilizcesini bulabildim ..bana hatırlatması için buraya alıyorum.
The prayer of Petrus
At a certain point during my pilgrimage to Santiago de Compostela, we came to a flat, monotonous field of wheat stretching all the way to the horizon. The only thing breaking the dull landscape was a medieval column with a cross on top, marking the pilgrims' way. As we went up to it, Petrus - my guide - put down his backpack and knelt down. He asked me to do the same. - Let us pray so that, should you manage to find your sword, you always hold it with a firm grip. Petrus said that he admired the Brazilian poet Vinícius de Moraes, and that he wished to say a prayer based on his poetry. And so he began: - Have pity on those who pity themselves, and think life has been unjust to them - for they will never manage to engage in Good Combat. And have pity on those who are cruel to themselves, and can only see evil in their own acts, and who consider themselves guilty for the injustices of the world. For they know not Your law which says: "even the strands of hair on your head have been counted". "Have pity on those who command and those who serve many hours of work, and sacrifice themselves in exchange for a Sunday, when everything is closed and there is nowhere to go. But have pity on those who sanctify their work and go beyond the limits of their own madness, and end up in debt or nailed to the cross by their own brothers. For they know not Your law which says: "be as prudent as a serpent and as simple as the pigeons". "Have pity on those who eat, drink and are merry, but are unhappy and lonely in their abundance. But have more pity on those who fast, censure, forbid and feel saintly, and who preach Your name in public places. For they know not Your law which says: "if I testify about myself, my testimony is not true". "Have pity on those who fear Death and do not know the many kingdoms they have crossed and the many deaths they have died, and are unhappy because they think that everything will come to an end one day. But have more pity on those who have known their many deaths and think they are immortal, for they know not Your law which says: "he who is not born again may not see the kingdom of God." "Have pity on those who believe in nothing, for they will never hear the music of the spheres. But have more pity on those with blind faith, who in laboratories turn mercury into gold, and are surrounded by books about the secrets of the Tarot and the power of the pyramids. For they know not Your law which says: "to the children, the kingdom of the heavens". "Have pity on those who cannot see anyone but themselves, and are shut in their limousines, locked in their air conditioned penthouse offices, and suffer in silence the solitude of power. But have pity on those who go without everything, and are charitable, and seek to overcome evil with love only, for they know not Your law which says: "he who has no sword, may he sell his cloak and buy one". "Have pity on us, Lord. For we often think we are dressed when we are naked, we think we commit a crime and in reality save someone. Do not forget, in Your mercy, that we unsheathe the sword with the hand of an angel and the hand of a demon gripping the same hilt. For we are in the world, we continue in the world and need You. We always need Your law which says: "when I sent you without bag, pouch or sandals, you lacked nothing". Petrus stopped praying. The silence continued. He was gazing at the wheat field around us.
27 Eylül 2009 Pazar
Uçurtma avcısı - Halit Hüseyni
Afganistana uzandık bu öykü ile..fillerin tepiştiği yerde ezilen karıncaların öyküsü ..satır araları çınlıyor ; " yapan kadar bilip de susan da suçludur " diye.. iyi susmayalım o zaman , diyelim bu kitabın Amerikanın Afgan işgalini meşrulaştırma öyküsü olduğunu ..evet Taliban iyi bir şey değil..ama onu da kitapta kurtarıcı rolüne bürünmüş Abd yaratmamış mı idi ?
Kitabı elime tutuşturduklarında Abd'de yaşayan bir Afgan ne yazar diye sormuştum kendime..ve daha kapağından okumuştum diyeceklerini .
Dilerim bu acı dolu öykü insanlarda bilip de susmamanın bilincini uyandırır..büyük ülkelerin oyun sahası olan yerde minik çocukların ezildiğini hatırlatır..dilerim siyaseti filan boş geçip de gözünü zulme diker insanlar ..Sohrablar için hakiki bir şey yapma arzusu duyarlar.
17 Eylül 2009 Perşembe
Siyah Süt -Elif Şafak
Samimi bir dost beller gibi, çaya gelmiş , derdini döker gibi anlatıyor Elif.
Hayatı yazmak olan birinin sırdaşı da okurlarıdır elbette. Sevecenlikle karşılıyorum sözlerini. Onca öyküden sonra ruhuna , düşlerine bir parça yakın olmanın verdiği samimiyet ile dinliyorum.
İsmin siyahlığından ve depresyonun karanlığından çok azını buldum şimdilik kitapta. Gördüm ki kendini karabasanlara kaptırmamış , depresyonu bile bir tür sağ duyu ile yaşamış ve bize derdini anlatırken , hala akademik bir inceleme yapmaya çalışıyor kadın yazarlar , onların çocuk ve hayatla ilişkisi hakkında . Onu paramparça ve verimsiz bulamıyoruz..nice üzgün olsa da saçlarını toparlamaya ve bize bilgi , öykü derlemeleri ile ikramlar yapmaya çalışır buluyoruz. Ve ikramları sade ve samimi ve yine güzel.
16 Eylül 2009 Çarşamba
Mahrem-Elif Şafak
''İnsan ait olduğu resimde ya güçlü ya da zayıf, ya çirkin ya da güzel, ya biricik ya da sıradandır. Ama ait olmadığı bir resim içinde sıfatlarını kaybediverir.Bir de bakarsın ki,aslında o kadar güçlü değilmiş ya da o kadar zayıf .Ne o kadar çirkin ne de o kadar güzelmiş.Sen de dene .İnsanları en son ait olabilecekleri fotoğraf karelerine yerleştir ve bir de öyle bak onlara..''
“Geçmiş, geçip gitmez. hiçbir yere gitmez. geçmiş hep bugünün içinde akar. İşte bu yüzden unutmak bu kadar önemli, unutmak göz temizliği. Her bahar muhakkak yapılmalı. Unutmazsak yaşayamayız! Unutmasak yaşatmayız! “
Hikaye içinde hikaye ..kapı içinde kapı..dilediğini açar okur dilediğini bırakır demiş Şafak bu roman için . Gerçekten de öyle , zaman kırılıyor bu öykülerde , geçmiş bugüne , bugün geçmişe akıyor , bir hayal fenerinin önünde gölgeler dans ediyor. Zamanı , görüntüleri ve gölgeleri bambaşka bir gözle görmek için okumalı mahremi. Bakan gözün verdiği şekli , en çok görmeyi anlatan bu roman ile tecrübe etmeli. Görmenin ve görülmenin anlamlarını nazar sözlüğü ile yeniden keşfetmeli..
öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde
uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde
karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
camın kırılan yerindeki maviliğini de
yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar
ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
gözlerin perumdur benim golkondum, hindistan'ım
kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
gördüm denizin üzerinde parlarken elsa'nın
gözleri elsa'nın gözleri elsa'nın gözleri.
( Elsanın gözleri /Aragon)
11 Eylül 2009 Cuma
Suskunlar- İhsan Oktay Anar
6 Eylül 2009 Pazar
Pinhan-Elif Şafak
Pinhan da bu öykülerden biri..satırları görünmüyor okurken. Elif'in düşleri her daim ilginç , hep güzel..
3 Eylül 2009 Perşembe
Puslu kıtalar atlası -İhsan Oktay Anar
Bu kez zengin hayaller , içindeki felsefenin nüvesi Rendekar ‘dan ( Descartes ) alıyor. Düşünmek varlık sebebi olabiliyorsa düşündüğünü düşündüğümüz kişi gerçek olur gibi eğlenceli bir fikirden üretmiş Anar öyküsünü. Bu ilk romanı olmasına rağmen ben okumaya Amat ile başladığım için iki kitap arasındaki ortak yönleri buldukça aktarmayı Amat’tan diğerine doğru yaptım. Kalyonlar, humbaralar, yeniçeriler, Galata kulesi , hırsız maymun , kolomborne ve ejderdehanlar..Anar’ın hayal dünyasının değişmeyen dekorları . Ve sanırım okuduğum her yeni kitabı bu düşsel mekana açılacak bir kapı niteliği taşıyacak. Benzer atmosferlerde bambaşka maceralar felsefe arkaplanı ile sağlamlaştırılıp , tarih ve hayaller ile bezenecek. Bu lezzeti sevdiğim için şikayetim yok.
Ana temayı çıkarsamaya başladığımda aklıma hemen Borges’un “Öteki” isimli hikayesi geldi. Hulki Aktunç da benzer bir fikre kapılmış olacak , yazdığı önsözde Borges’u zikretmeden geçmemiş. Bu güzel masalda Borges’tan başka nice ayak izi de var , ama önemli olan Hulki Bey’in de bağladığı gibi kendi özel yordamını oluşturabilmiş olmak.
Öyküde en çok ilgimi çeken bölüm zamanın sonsuz hızlanmasının yaratacağı etkinin şemasal açıklaması oldu. Boşluk ve karşı hareket gibi modern fizikle ilgili kısımlar , hiçliğin tasavvufi çağrışımları ile birleşip bir masal içinde eriyor.
“Hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. Bu parça ikiye bölündü ve birisi boş bir levha olarak sana verildi. Senin gördüğün karanlık bu levhadır. Dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan karanlıktan sen düşler yaratıyorsun.
...
İkinci parça düşmanına verilen hediyeyi kıskanan Sabah’ın oğluna verildi. Fakat o düşler yaratmak yerine kendine verilen boşluktan bir para yaptı ve üzerine kendi suretini darbetti.
Sabahın oğlunun kurabildiği tek düş boşluktan yaratılan ve onun bizzat kendisi olan paranın bir düş olan dünyanın fiyatı ve değeri olmasıydı. Böylece Ademoğullarının o güne kadar zevkle seyrettiği dünyayı ve onun içindekileri bu para karşılığı tek tek satmalarını bekledi. "
Hayatı bir ağaçla özdeşleştiren ve bir kısa paragrafta özetleyiveren rüya da ayrı güzel ;
Bünyamin'in rüyası
“Artık yeryüzündeydi.Yıldızları gördü ve gecenin duru havasını ciğerlerine çekti.Ayışığında ağacın silueti seçiliyordu. Bünyamin dolunaya ulaşmak istedi.Ağaca tırmandı, sincapları uyandırıp yuvalarındaki kuşları ürküterek tepeye erişince , dolunay sandığı şeyin aslında ağacın yegane meyvası olduğunu gördü. Bu meyvayı tatmak için dayanılmaz bir istek duydu . Gümüş rengi meyvayı ısırdığında hazineleri koruyan ejderhaların alevlerini tattı , kanlı altınların , mavi azül taşlarının kızıl yakutların dayanılmaz lezzetini tattı , ateş ve suya hükmeden sultanların gazabını ve upirlerin hüznünü tattı, mezarlarında iki meleğin sorguya çektiği ölülerin azabını , günahkarların neşesini ve bu neşenin bedeli olan kara ateşin yakıcılığını tattı. Meyvesini yediği ağacın köklerinin uzandığı her yerden gelen binbir çeşniyi , binbir lezzeti, binbir hüznü ve kahkahayı tattı. Bu yeraltının tadıydı ve tanıdı. Babası uzun İhsan efendinin kendisine verdiği atlasın bütün sayfalarını bu tatla tanıdı ve onda , içinde bulunduğu dünyanın karanlık ayrıntılarını gördü. Görür görmez yer altı hazinelerinin arasına karıştı. "
Uzun ihsan efendinin rüyası ;
“Derken düşü bir sis kapladı. Gerek kendisi , gerek Arap İhsan , gerekse diğerleri bu karanlık sisin içinde yitip giderken , Bünyamin kararlı adımlarla ilerliyor ve ışığa doğru yaklaşıyordu. Zehirli bir yılan kadar uzun olan maceranın bitiminde , engereğin renklerini tek tek tanıdıktan sonra yılanın kafasını eziyor ve bir masal kahramanı oluyordu. O karanlık sisin içindeki yüzlerce ve binlerce kör , yılan ölür ölmez kahramanın çevresini sarıp sırtını sıvazlıyor , ellerini öperek dertlerine derman bulmasını istirham ediyorlardı. “
Öykümüz bu rüya ile takdimi yapıldığı üzre Bünyamin’in yılanın renklerini tek tek tanıyıp , onu yenmesi ile son buluyor .Bu maceraya girişmesi için babasının söylediği yüreklendirici sözleri hepimize söylenmiş varsayıyorum.
“Bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O’nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı seninde yapmana yol açmak istemiyorum , git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun , sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun binbir halinden korkma. “
1 Eylül 2009 Salı
Amat -İhsan Oktay Anar
27 Ağustos 2009 Perşembe
Bit Palas- Elif Şafak
Bit Palas'ı okurken bir değil on roman okumuş kadar oluyor insan. Çünkü öykü dıştan bir nar gibi derli toplu görünse de içinde onlarca tanenin benzerlik ve farklılıkları ile biçimleniyor. Bir roman okumak bir yaşam kesitine ortak olmak ise , bu romanda ortak olunacak birden fazla hikaye , içlerinden biri ya da ta kendisi olabildiğimiz karakterlerden yine birden fazla ( bolca ) var.
Bambaşka kişilerin bambaşka yaşamlarını ortak bir mekan ve koku ile bir araya toplayan "apartman roman" aslında hiç bir mekanın , hiç bir kokunun ve hiç bir şeyin farklılıklarımızı eritmeye yetmeyeceğini haykırdı bana . Hepimiz aynı suya farklı renk veren tabletler gibiyiz ve belki de görünürde farklı olan renklerimiz özünde aynılıktan başka bir şey değildir ama dışarıdan bakmak istersek bu renk karmaşasını görmezden gelmek olmaz.
Şafak'ın öykülerinde en sevdiğim özellikler hayalgücü ve felsefe. Satır aralarına sıkıştırdığı örtülü anlamları , herkesin kendince anlayacağı "sır"ları seviyorum.
İnsan olmaya dair hallerin bir çoğunu güzellikle anlatmış. Ellerine sağlık ..
16 Ağustos 2009 Pazar
Genç matematikçiye mektuplar - Ian Stewart
Bunun doğru olması hoş olurdu diyor , Ian Steward ; fakat daha az mistik , daha az tutucu , ve muhtemelen daha az ikna edici farklı bir açıklama daha var ; Differansiyel denklemler de saatler de "aletler"dir. Doğa her zaman senin düşündüğünden daha derin , daha zengin ,daha ilginçtir ve matematik sana bunu anlaman için çok güçlü bir yol sunar.
Stweard bilinemezci tutumunu açıklamak adına dahi olsa Tanrı'yı matematik bilimini anlattığı kitabının dışında tutmamış.
Matematiğin felsefe ile , fizik ile, biyoloji ile , aslında hemen her şey ile ilgilerini bulabiliyoruz sayfalar içinde. Bazı teoremleri anlamak için altyapım yeterli olmasa da genel hatları anlamak için gayret sarf ettim ve bana yabancı olan kavramları ders çalışırcasına araştırdım .
Algoritma, atarca , dört renk önermesi , notasyon , anoloji, topoloji , belit, okurken tanıştığım kelimelerden sadece bir kaçı .
Bunun dışında gök kuşaklarının kişiye özel olduğunu öğrendim. Gördüğümüz gökkuşakları farklı yağmur damlalarından oluşur ( muş ) Gözlerimiz farklı yerlerde olduğu için farklı damlaların oluşturduğu farklı konileri görürüyor ( muşuz ) .
Bilgilerin elektrik aracılığı ile taşınması çoktandır alıştığımız bir fikirdi ama bu verilerin ancak küçük bir kısmının gerçekten iletildiğini okumak ilgimi çekti. Steward bu konuda , " telekominikasyon hatlarındaki yoğunluk sebebi ile her görüşme binlerce küçük parçalara ayrılır, ve aslında her yüz parçadan sadece biri gerçekte iletililir. Diğer uçta , kaybolan 99 parça boşluklar mümkün olduğunca düzgün bir biçimde tamamlanarak yeniden oluşturulur. " diyor.
Pioneer ve Voyager uzay araçları herhangi bir yabancı ırkla bir gün karşılaşırlarsa diye , insanların oluşturduğu şifreli mesajları taşıyormuş. Pioneer aracı, hidrojen atomunun şeması , güneşimizin yerini gösteren yakındaki atarcaların bir şeması , ölçek olması açısından uzay aracının taslağının önünde duran çıplak bir erkek ve kadın ve yaşadığımız gezegeni göstermek için güneş sisteminin bulunduğu bir levha taşımış. İki voyager aracı ise , ses , müzik ve bilimsel görüntülerin bulunduğu kayıtları taşıyormuş.
Kitabın matematik felsefesi bölümünde Platon’a rastlamak mümkün. Yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış birinin fikirlerinin hala böyle canlı olabilmesi ve bütün bilim dallarında kendinden söz ettirmesi ne ilginç ve ne güzel bir başarıdır.
Aşka dahi isim veren Platon’un adının anlamı hayli ilginç ; geniş göğüslü demekmiş Platon , geniş omuzları ve atletik yapısı nedeni ile Platon olarak tanınmış. Bizim bildiğimiz Eflatun ismi ise Arapça’dan geliyor. Eflatun rengi Roma/Bizans dünyasında soyluluk ve otorite simgesi olduğu için Arapça'da filozof Eflatun'a atfedilmiş.
Platonun adı ile ilgili detayları Stewart'tan değil onun yazılarının çağrıştırdığı araştırma okumalarımı yaparken buldum . İyi bir öğretmen insana kendi yazmadıklarını da okutan kişi olmalı : ) ..
8 Ağustos 2009 Cumartesi
Dalgalar- Demir Özlü
Böyle düşünenler tabiata dahi öfkeyi, intikamı ve iradeyi yakıştırır da , bir yaratıcıya yakıştıramaz bu sıfatları. Çok yüce gördükleri akılları , bileklerini büken her fizik güç karşısında eğilir de sonsuz kudreti bilmezler.
Bu Demir Özlü'den okuduğum ilk kitap. Sanırım aslı Türkçe değil. 3. tekil şahıs zamirlerinin cinsiyet belirttiği bir avrupa dili ile yazmış olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bir paragraf içinde 3,4 ayrı kişiden 3. tekil şahıs olarak söz edilmiş, bu Türkçe bir karmaşaya sebep oluyor. Gitti, baktı, yaptı..kimin neyi yaptığını anlamak kolay değil..Türkçeye de kendi çevirdi sanırım ( öyküye fazlaca aşinalığından, cümleler içinde kimin kim olduğu konusuna dikkat etmemiş )
Hikayede haddinden fazla detay var , önceleri öykü içinde bir yer tutacağını , bir anlama karşılık geleceğini düşünerek , aklıma kazıyarak okudum bu detayları ..baktım fuzuli bir çabaymış..ayrıntılı fotoğraflar öykü içinde birleşmiyor..sıradan görüntülere gözlerimizi belerterek aşırı bir dikkatle bakmamızı istiyor sanki : ) yapmak istediği şeyi yazı ile değil , görsellik ile daha iyi gerçekleştirebileceğini düşündüm. Uzakdoğuda ( muhtemelen gezip görmüş olduğu yerleri ) bir belgesel tadında izleyebilirdik ve o zaman dilediği ayrıntıya zoom yapabilirdi. Bunlar niteliksiz bir otel koridoru, bir istasyon görevlisinin( yine sıradan) bir kostümü dahi olsa...ama bizi okuma zahmetine soktuğunda , onca kelimenin bir yere varmasını istiyor insan..cümleler bittiğinde eee ? dedirtecek bir tatminsizlik duygusu veriyor kitap baştanbaşa..
Böyle bir seyahati , aile ilişkilerini ya da anılarını "balla" anlatacak bir çok kişi biliyorum. Demek ki "yazmak" ile iyi bir anlatıcı, iyi bir öykücü olmak aynı şey değil. Bu sebep yazar etiketine sıkıca yapışmamalı kişiler , kendilerini müstağni görmemeye de faydası olur belki.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Kavim - Ahmet Ümit
Bu aykırı fikri samimi bir hayal içinde savunabilmek için nasıl bir sebebi var diye düşünüyordum ki , Kavim'in ilk bölümünde aradığım yanıtı buldum . Yazara göre "insan denen yaratığı kötülükten uzak tutabilecek ne bir güç vardır ne de bir yasa " .
O halde bırakalım gönüllerince, doyasıya suç işlesinler , vakitlerini çalmayalım mı diyor Ümit ? onun ütopyası toplum için büyük ihtimal bir kabus olurdu ...ve sırf bunu farzederek bile onun kitaplarından daha sürükleyici ve zengin suç hikayeleri hayal edilebilir..
Kavim'e gelince Sezarın hakkını Sezara , Ümitin hakkını Ümite verelim , fena roman olmamış. Anadolu kültüründen faydalanması güzel.Kendinin de satır aralarında kabul ettiği üzere bu topraklar bir yazara kullanmakla bitiremeyeceği denli zengin malzeme veriyor .Kullanmamak israf olur.
Kurgu da fena sayılmaz . Öykülere ben gibi alışkın zihinleri şaşırtabilmek artık çok güçleşti ,okurken ya da film izlerken şaşırmamaya alıştığım gibi , sonunu bilerek okumaya da devam ediyorum , sanırım genel durum bu ki kurguları ile insanları şaşırtabilmek isteyen yazarlar bunu başarabilmek için bütün illiyet bağlarını ve mantık örgüsünü paramparça ediyorlar. Zihinlerin istediği bilmece çözmek , onların yaptığı ise kuramadıkları ilginç bilmeceyi oyuncağını kıran bir çocuk gibi parçalayarak işte sürpriz demek. Neyse ki Ümit için bunu söylemek mümkün değil. Her ne kadar tahmin edilemez değilse de eli yüzü düzgün bir öykü.
İnsana ne verirsen ver fazlasını istermiş , ben de hem böyle düzgün mantık bağları olsa hem de sonunda çok şaşırsam ne güzel olur demekten alıkoyamadım kendimi : ) ..
31 Temmuz 2009 Cuma
Masal masal içinde - Ahmet Ümit
Ümitin masalında hüsnü zan , sabır , paylaşım , kanaat tavsiyeleri buldum. Renkli minyatürler de ayrı güzel..
26 Temmuz 2009 Pazar
Bir elma iki ayna -Taşkın Tuna
Ve tasavvuf büyüklerinin tasavvur edilen konuşmalarında konsantre şişelenmiş tasavvuf incileri buluyoruz..
20 Temmuz 2009 Pazartesi
Mevlana-Mesnevi'den seçmeler
Demiş ki Mevlana ;
Dünyanın değeri taklittir ama her mukallid sınanmada rüsva olur
Kimin aşka eğilimi yoksa o kanatsız kuş gibidir
İçinde altın olmayan kesenin ne değeri kalır ki..
Testi içinde ne var ise dışına da o sızar
Kötü adın çirkinliği harften deniz suyunun acılığı kaptan değildir
Gel de birbirimizin kıymetini bilelim çünkü ansızın öleceğiz ayrılacağız birbirimizden
İçinden gelmeyene dışarıdan verilen nasihatin faydası yoktur
Sen dost ol da sayısız dost gör , fakat dost olmazsan dostsuz , yardımsız kalırsın
Söz söylemek için önce duymak , dinlemek gerek. Sen söze dinlemek yolundan gir.
Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birinin ayıbını söylerse onu kendi üzerine almış olur.
Gizli olan şeyler zıttı ile ortaya çıkar
İlim akılla, amel irade ile olur. İlim aklın, ibadet kalbin gıdasıdır. İlim kalbe aksederse sahibine yar olur. Kalıpta kalırsa sahibine dert olur.
Yarın yaparım deme, nice yarınlar geçmiştir.
Can memesindeki süt gibidir söz. Emen olmazsa güzel akmaz. Söz geldi mi dile öz harcanır gider , az harca sen sözü ki öz elde kalsın.
Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
Herkesin doğruyu işitmeye gücü yoktur ( İsmet özelin bir mısrası geldi bunu okuyunca aklıma; Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar! )
Biri güzel bir söz söylese bu dinleyenin anlamasından ileri gelir
Şu dünyada yüzlerce ahmak , etek dolusu altın verir de şeytandan dert satın alır
Gözün bir an gördüğünü dil yıllarca söylese anlatamaz
Fare huylulara kedi bey olur
Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır
Aynı dili konuşanlar değil , aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler
Hiçbir mal sizin değil de neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?
İbadetlerin netice vermesi için zevk , tohumun ağaç vermesi için iç gerekir
Sahte altın ve gerçeği ayarda belli olur. Mihenge vurmadıkça tahmini olarak bilemezsiniz
İnsana aradığı şeye bakarak değer biçilir
Tohum toprağa düşse öldü denebilir mi ?
16 Temmuz 2009 Perşembe
Bir Yusuf Masalı- İsmet Özel
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek
hepimiz , herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.
( sebebi telif )
...
Genç kızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim.
Toprakta kar.
...
Var idiyse bir kuş
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırdıysa
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan
Arıyor.
Yusuf bir ayna mıdır acaba?
( birinci bab )
...
Hangimiz hazzın bize neler ettiğini bilmeyiz?
O cin hiç uğramamış olsaydı semtimize
Bize hiçbir şey yapmamış olsaydı o haz doğuran
Erişmek fikri asla doğmayacaktı içimizde
İyi olsun, kötü olsun neye yöneldiysek
Aklımız başımızdayken veya delirdiğimiz zaman
Canımız susmayı ve konuşmayı çektiğinde
Oraya hepimizden önce varmış olurdu Kızguran.
...
Kime göre güzellik?
Çağlar içinde konulmuş mu bir kanun?
Hem nerede görülmüş
Tek başına güzellik
Kendi ayakları üzerinde dursun?
...
Dünya ahalisinden hangisi
Kendini hazır saydı şimdiye kadar
Bitişmek için
Hakkı verilmiş bir anlamla?
...
Kaçmalı Yusuf, kaçırılmalı
Güzellik hissi mutlaka arıtmalı
Yoksa ben
Önce ben, sadece ben, hep ben
Diyerek nev'i beşer
Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken
Kendinden geçecek
Hamleler, darbeler, sarılışlarla binlerce yıl
Neleri çürüttüyse
Onlarla geçinecek.
..
Haz ve eylem
Bilinmez nerede eğleşecekler
Oysa yalnız nesneler değil duygular düşünceler
Ararlar ve bilmek isterler benzerleri arasındaki yerlerini
Bu yer bir yer olmaklığı yüzünden
Ödevini gösteriyor her nesneye
(Yusufun kaçırılışıdır)
...
Eskiler iz sürerdi
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği
...
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin haber olsa gerektir
(Şivekarın yolculuğudur )
...
Yağmadan, çapuldan, hazıra konmaktan uzak
Akları,karaları, bütün renkleri esirgeyip
Esirgenmeyi hak etmek
Ve dönenmek evrende arındırıcı
İtimada şayan bir rüzgar gibi.
(Bir Yusuf ,bir Şivekar )
Ben bu güzel şiirleri ancak şairin dizeleri ile yorumlayabilirim. Elimden sadece sözükleri saklamak gelir. Mehmet Solak ise çok güzel yorumlamış. Şiirlerle birlikte okudum. Yusuf'un mutlak güzellik ve sonsuzluğunu..arayışın ve iz sürmenin farkını ..bir de ondan dinledim ve dinlendim.
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Zar Adam- Luke Rhinehart
Okumaya devam etmek için üç sebebim var ; havanın yağmurlu olması , çıkıp başka kitap almaya üşenmek ve iki kitap için harcadığım paraya acımak..
Amerikalı bir psikyatristin zihin çöplüğü olarak tanımlayabileceğim bu sayfalarda işe yarar bir fikir bulma ümidim binde bir ihtimal : ) yine de 100 sayfa okudum bile..
Hayatı anlamsızlık olarak gören birinin içinde bulunduğu sonsuz sıkıntıyı gidermek için neler yapabileceğini anladım . Rhinehart , asıl adı ile George Cockcroft bize akıl hastalarının hezeyanları ile süslediği çirkin fikirlerinin albümünü sunuyor. Zarların gelişine göre tecavüz eden , tedavi olmamış hastaları salıveren , yine hastalarını tecavüze, cinayete, intihara yönlendiren , ve bunu sırf biraz neşelenmek için yapan birinin hikayesini , arka kapakta tavsiye edildiği üzere "keyifle" okumak ne mümkün..
Yıllar içinde biriktirdiği hastalıklı düşüncelerin bir kısmını sayfalarına doldurarak rahatlayan yazarı es geçelim , kitabı "olağanüstü eğlenceli, ve hayatı değitirecek kıştırtıcı fikirlerle dolu " bulanlar beni dehşete düşürüyor. Kitabın sloganı da bu , "bu roman hayatınızı değiştirecek" !..ne bekliyorlar acaba ? sırf aklını yitirmiş bir psikolog böyle bir şey hayal etti diye insanlar bütün manevi değerlerinden soyunup zar atıp tutarak gelen sayıların emri ile yaşamaya mı başlayacak ? bunu ummak herkesi anlamsızlıkta yitik sanmaktır..Abd 'de durum bu kadar kötü mü acaba gerçekten ?
Netice : Bu kitabı okumaktan vazgeçtim.
30 Haziran 2009 Salı
Aklındakini okuyabilirim-David J.Lieberman
Netice : Burada anlatılan testleri hiçbir zaman uygulamayacağımı düşünerek kendimi zorlaya zorlaya kitabın yarısına geldiğimde ego, ruh ve beden hakkında harikulade bir sayfa buldum..bilginin evrenselliği , adı ister "ego" ister "nefs" olsun temel dinamiklerin anlatılışı ile bir kez daha gözüme çarptı.
Lieberman diyor ki ;
İnsanların içinde , genellikle birbirleri ile çatışma halinde olan üç güç vardır ; Ruh (bilincimiz),ego ve beden .Ruh doğru olanı yapmaya çalışır , ego haklı olmak ister , beden ise hepsinden kaçmaya çalışır. Kolay veya rahat olanı yapmak bedenin istediği şeylerdir.Egomuzun etkisinde kaldığımızda doğru imajı yansıttığını düşündüğümüz şeyi yaparız.Bu tercihler iyi olana değil bizi iyi gösterene dayanır.Bir ruhun tercihi ise kendimizi nasıl hissettiğimize bağlı olmaksızın doğru olanı yapmaktır.
Gerçek özgürlük canımızın istediği herşeyi yapabilmek değildir , daha ziyade canımız ne isterse istesin gerçekte yapmak istediğimizi yapabilmektir.
Eğilimlerimize üzerinde yükselip, direnebildiğimizde içsel kontrolümüzü ele almış oluruz.Ancak sorumluluğu seçebildiğimizde ve seçtiğimizde özgüvenimiz güçlenir.Kendimizi kontrol edemez ve anlık zevklere kapılırsak veya bir imaj çizmek ve onu korumak için yaşarsak kendimizi zayıf hissederiz. Kontrol dışı dürtülerimizin kaprislerine bağlı halde veya başkalarının öz-imajımızı beslemelerine muhtaç halde yaşamak durumunda kalırız .Böyle bir kişi iradesini kullanamadığı için sürekli olarak hayata karşı öfkelidir.Beklentileri asla karşılanmaz. Sürekli bir arayış içindedir çünkü aradığını asla bulamaz.
Kendine odaklanmış bir kişinin psikolojisi , arzularıyla , uçucu dürtüleri ile , ve düşüncesini büküp çekiştiren şeylerle doludur. Tek başına iken "kendimden hoşlanmıyorum " deyip duran bilinçaltı sesini susturmak için , kendini iyi hissettiren herşeyi yapar.
Bu döngü sürekli olarak aşağı iner , çünkü kendinden hoşlanmayan kişi genellikle geçici, anlık tatminlere yönelir , dürtüleri üzerinde yükselmek yerine onlara teslim olur.
Kendimizi sevmediğimizde kendimize yatırım yapmak yerine aşaırı yeme, alkol, madde bağımlılığı gibi zevk görüntüsündeki yöntemlerle cezalandırır, sürekli olarak hayatlarımızı incelemekten kaçınırız. Kendimizi sevmek isteriz ama bunun yerine kendimizi kaybederiz. Bu yüzden sevginin yerine alacak illüzyonlara kapılırız.
Kendine odaklanmış kişi dönüştüğü kimliği sevmez , bu yüzden hayatta herşey ona zor gelir.Bu çaba tahammül edemediğiniz bir patron için çalışmaya benzer. Amaçsız şeylerle , sonsuz eğlencelerle onu susturmaya çalışabilir , sizi onunla yüzleşmekten kurtaracak herşeye evet dersiniz.
Kişinin özsaygısı olmadığında kendini gerçekten sevmesi mümkün değildir.Duygusal boşluğunu doldurmak amacı ile , onay almak için dünyaya döner.Açlığını çektiği takdir ve kabulllenme saygı paketi içinde gelir.Dünya ona saygı duyuyorsa o da kendine saygı duyabilir ve başkalarının hayranlık ve sevgilerini öz-sevgiye çevirir. Özdeğeri başkalarının onunla ilgili görüşlerinin doğrudan bir yansıması haline gelir. Daima başkalarının ilgi ve takdirini arar. Ama başkalarına dayanarak yaptığımız herşey bizi duygusal olarak tüketir.
Bu durumda nevrotik, endişeli, evhamlı , hatta bunalımlı olmamız hiç zor değildir.
Dünyayı bozuk bir objektiften görürüz, çok az gerçeklik algılarız ve gördüklerimizi alıkoyamayız çünkü içinde tutacağımız sağlam bir kabımız yoktur.
Saygı görmediğini hisseden bir kişide , özsaygı eksikliği herhangi bir duruma abartılı tepki vermeyi gerektirir.Öfke kırılganlık duygusuna bir savunma mekanizması olarak harekete geçer.Bazı insanlar öfkelerini dışa vurup sert,gürültücü, sevimsiz tiple rolurken , bazıları içe dönerek , sevgi ve takdir alma çabası ile dünyayı memnun etmeye çalışan kapı paspasları olurlar.
Düşünce olarak kabul edilen şey , genellikle aslında duygusal olarak önceden programlanmış tercihlere dayalı tepkilerdir. (Burada söz edilen mantıklı bir karar verme süreci değildir. ) Bu sebeple bir kişi duygusal olarak doğru programlandığında ona istediğiniz şeyi yaptırmanız kolaydır. Örnek : Bir dilekçe imzalamasını istediğimiz birine öncelikle , her zaman haksızlıklara karşı mücadele eden biri olduğu için kendisini takdir ettiğimizi söylersek , o teşekkür edip kendini bu imajla yeniden programlayacak ve istediğimiz dilekçeyi imzalamakta tereddüt göstermeyecektir.
Doktor Ernest Dichter insan davranışlarının yüzdedoksandokuzu mantıksızdır der. Yani bilinç ile düşünülmüş , özgür irade ile alınmış kararlar değildirler.
Geçici sonuçları olan durumlarda , kişinin davranışları öz-imajını ego yolu ile yeniden ve aniden biçimlendiren bir önerme ile kontrol edilebilir.
Ego mantıksızdır. Ama mantıksız olan tahmin edilemez değildir.
Kolay olanı yapma dürtümüzü aşabildiğimizde ve doğru olanı yapabildiğimizde , kendimizi iyi hissederiz. Dolayısı ile özgüven ve özsaygı kazanırız.
Ego ve özgüven genel olarak terstir. Özgüven ne kadar güçlü ise ego da o kadar küçüktür. Gerçekliği daha net görürüz çünkü ego bakış açımızı bozar. Dünya görüşümüzü filtreler , ziyanı dışarıda tutar ve hatta kendimizi görme şeklimizi , başkalarının bizi görmesini istediğimiz şekli belirler.
Kişinin özgüveni zayıfsa kendine bakmaz. Duygusal açıdan yanılmayı , kendini yetersiz görmeyi istemez. Bu sebeple bir hata yaptığında , müsebbibi "dünya"dır. "Dünya adil değildir , kendisine sürekli haksızlık yapılmaktadır. " Başına gelen sevimsiz işlerde , kişi kim olduğunu değiştirmek yerine , dünya görüşünü yeniden şekillendirir.
Özgüveni güçlü biri bilgiyi daha net değerlendirebilir. Zayıf biri ise dirençle karşılaşacağı biçimde düşünce sistemini büker.
Deneyimlediğimiz her şey bizi biçimlendirir. Bunu yaparken ya özgüvenimizi güçlendirir , ya da zayıflatır.
Özgüven zayıf olduğunda ilgi tipi şimdiye kayar. Kişi ihtiyaçlarına odaklanan ve hızlı tatmin sağlayan şeylere yönelir.Uzun vadede iyiliğini tehlikeye atsa daha şimdiye ve buraya odaklanır.Özgüven güçlendiğinde ilgi seviyesi uzun vadeli tatminlere yönelir. Uzun vadede yarar sağlayan şeylerden daha fazla zevk alır , bunun için anlık zevklerinden vazgeçebilir.
Özgüveni güçlü insanlar , zayıf olanların aksine doğru olanı yaparken acı veya çaba hissetmezler. Özgüven bize sınırsız bir enerji ve ilham kaynağı sunar.
15 Haziran 2009 Pazartesi
Babil'de ölüm , İstanbul'da aşk -İskender Pala
Bu kitap bir tevafuk sonucu elime geçti..doğrusu İskender Pala'nın aşkla haşır neşirliğini işitmiş ve bir eserini okumak istemiştim. Ama bu kitabından haberim yoktu. Elime geçti , okuyorum.
Biraz şaşırdım ilk başlıkta ; Leyla ile Mecnun L&M olarak kısaltılmış...ampersand adı ile bildiğimiz "&" sembolünü hep ingilizce "and" sözcüğü yerine okumaya alışığım ben de .. yazar "ile" yerine "and" kullanmış hem de Leyla ile Mecnun'un arasında diye pek hayıflandım , sonra sonra ampersand'ın zaten latin alfabesine ait olan bir sembol olduğunu idrak ettim ..araştırdım da ; M.S.1. yy 'dam beri kullanılagelmiş..latin alfabesi varyasyonlarını kullanan uluslarca kullanılmış , biz Türkçe'de kullanmıyoruz o ayrı...
Bu öyküden beklentim , vaad ettiği üzre "Aşkın derinliklerinde uzaya açılan yüksek kapının sırrını" vermesi..Oldukça yüksek bir beklenti : ) ..
Pala 'nın konuya ilişkin ilk ipucunu aşağıdaki cümlede buluyoruz;
"Aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır. Ona sahip olan dünyaya hakim olur "
Bazı satır araları çok hoşuma gitti , serpilen manalardan birazcığını anlayabildiğim için ..aşkta ilerlesem manalar sarhoş edecek denli güzel..şifreyi okuyacak ilim , güneşi görecek göz gerek..
Çileğin ilk öyküsü çok hoşuma gitti , kısaltarak da olsa birazını buraya almak istiyorum..aşık meyvenin güzel kokusu biraz da olsa benim kelimelerime karışsın diye.
"Dicle'nin serin yamaçlarında bir çilek idim ben.Bir gün kara kaşlı, kara gözlü bir arap kızı nazik elleri ile kopardı beni.Umuyordum ki al dudaklarına dokunacaktım.Hatta tam dudaklarına yaklaşmışken ..Olmadı..Olamadı..Olamadım, yarım kaldım "
İşte bu yarım kalmışlık aşk olup çileğimizi yakıyor ..Leyla'nın ellerinden bir kazana düşüp , kaynıyor , kağıt oluyor..çileğin serüveninin her anlamı aşkı çağrıştırdı.
" Yanıyordum , gül dudaklar umarken çöl dikenleri battı yüreğime , yanışım ateştenmiydi , aşktan mı anlamadım .Rengim solarken canıma batan liflerin ve dikenlerin hesabını soramadım kimselerden.Bir kaç gün sonraydı , yaralarım iyilişmeye , kaynayan kabarcıklarım kurumaya yüz tutmuştu.Leylanın ellerine değen mühreler , melankoli hastalarının başını okşar gibi okşamaya başladı bağrımı bir bahar ikindisinde.Parşömen oluyordum görünüşte , ama içimdeki kıpırdanışlardan haberi yoktu yüzümü okşayan ellerin.Ölüyor muydum yoksa diriliyor mu , kestiremiyordum.Varolmanın ayrımındaydım , nefes alıyor gibiydim. Leyla'nın elleri beni tutsun ve bırakmasın istiyordum.Ellerinin sıcaklığı ile her gün yanabilir , götürdüğü yere her gün gidebilirdim. Var idim ama ne idim , anlayamıyordum. İlk dadım , ilk aşkımın adı idi Leyla.Biliyor ama bildiremiyordum, fark ettiğimin fark edilmesini istiyordum , olmuyordu.Bunun "eşyanın ruhu" olduğunu ve doğulu uluslarda eşya'ya bakmanın gerçeği görmek ile eşdeğer tutulduğunu sonra öğrenecektim. Tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi , cansız varlıklarda birer hayat sürüyor , yerküre topyekün nefes alıyor , yaşıyor ve yaşatıyordu.Benki toprağın ve suyun çocuğu , ateşte nefes almış , serin esintilerden gıdalanmıştım.Varlığım bilgi ile yoğrulmuş gibiydi.Biliyordum, bildiğimi bilmenin bilinci ile biliyordum."
Gönül gözü ile gören ,hal dili ile okuyan, aşık çileğimiz parşömen olarak satılır , bu ayrılık çileği yani Kays'ı öyle üzer ki " keskin bıçaklarla yontulmuş çift dilli kalemler bağrını kanatsa "gözünde bile değildir .Yeterki bağrına Leyla yazılsın...
"Beni aşkın yağmur olup yağdığı , zamanın aşka kurulduğu , aşkın zekat olarak verildiği coğrafyalara götürsünler istiyordum.Aşk ile yoğrulmak , aşktan yorulmak istiyordum.Leylanın hasreti,hicranı,firkati içimi yaksın , yaksın ve ahımın kıvılcımından gökler tutuşsun istiyordum .İçimdeki aşk ateşini söndürmeye gözümden su serpeyim istiyordum , ama yangınım çok büyümüştü , gözyaşlarım söndürmeye yetmiyor , bilakis alevlerini çoğaltıyordu.Bir mum gibiydim .Başımda sevda ateşi , gözlerimde yaş bedenim durmadan eriyor , can ipliğim durmadan yanıyordu..."
Okurken kendimce bulduğum aşk sırlarını buraya not düşeceğim..yüzlerce kelime içinden benim çekip aldıklarım bunlar :
1.Sır: Aşk ile kınanmışlık bir arada bulunur ( Aşk ve sır gibi )
2.Sır: Emel ile elem arasında yalnız bir dizge fark vardır
3.Sır : Bir aşka ancak aşk olduğu için aşık olunabilir ( önemli olan sevgili değil bizzat aşkın kendisidir )
Mecnun Leyla'nın aşkında kaybolmuştur , Leyla ile karşılaşınca onu tanımaz ;
"Ger ben ben isem nesin sen ey yar / Ver sen sen isen neyim ben-i zar '
4.Sır :Bütün aşklar gizli olduğu gibi belalıdır da..belayı aramak , derdi zevk edinmek gerekir. Azab a-z-b kökünen türemiş bu da lezzet demektir. Aşkın azabında lezzet bulan aşık kavuşmayı ve mutluluğu dilemez.
5.Sır: Aklın olduğu yerde aşk olmaz . Fuzuli Sevda siyah etti rüzigarım/Aşk aldı inanı ihtiyarım ( Sevda günümü kararttı , aşk bilinç dizginlerimi elimden aldı ) dedirtmiş Mecnuna.
İyileşmesi için Kabe'ye dua etmeye götürüldüğünde ise duası ;
Endişe-i akıldan cüda kıl / Aşk ile hemişe aşina kıl ( Tanrım beni akıl endişesinden uzak eyle , her an aşk ile içli dışlı yap ) olmuş.
6.sır : Leylanın hayali iki gözüm arasında idi ve ben ilahi güzelliği bu hayalin içinde bulmuştum ( Mecazi aşkın ilahiye köprü olması şeklinde yorumladığım bu cümle üzerinde biraz daha düşünmeliyim )
7.sır:Aşk gibi iman da gizlidir.
bu arada yazarın tespit niteliğindeki bazı cümleleri de sepetime koymadan geçmedim , mesela diyor ki;
"mavera ile göbek bağı bulunmayanlar bilgiyi hazmedemiyordu"
"şeref bir örümcek ağı gibiydi. Büyük sinekler geçip, küçükler takılırdı"
"hatıraları unutmak olanaksızsa , hatıralarda unutulmak kader olur "
"tanıklık gerçeği , bilgi acıyı çoğaltır "
bir de edebi yönden lezzetli cümleleri var ;
"Günün yorgunluğunun karları karartması ", Güneşin batışını "karlar üzerine altın tozları serperek erimesi"ne benzetmesi , "Gün ışığının toz zerrelerini elemesi " gibi.. kitaba dönüşmüş çilek herhali ile her konuşması ile pek şeker , tereddütü dahi öyle ; "olacak olan olur diyordum ama olacak olan olmasın da istiyordum "..:)
Kendimize öykü içinden soracağımız çok şey var , galata mevlevihanesinde geçen bölümde soruyor;
dönmek mi atlamak mı ? atlamak mı düşmek mi ? kanatlanıp geçmek mi ?
ve.."benim için en gerçek Leyla idi, onlar için Buam "cümlesini okuyunca ya benim hayatımda en gerçek nedir diye sormadan edemedim. Hayatımın merkezine oturttuğum "en gerçeğim" ?
Mecnunun kalbi ile sorduğu; Ger ben ben isem nesin sen ey yar / Ver sen sen isen neyim ben-i zar ' sorusu çok düşünmek gerek..
Hüsn ile aşk arasındaki ilişkiyi , aşk ile varolmanın anlamını da ..
Bu düşündüren ve dinlendiren sözler , aşk ile şiir , tarih ile bugün, hayal ile gerçek , divan edebiyatı ile roman örgüsünde birleşmiş.Kitap bittiğinde daha önce hiç duymadığım bir şarkının ezgisi vardı zihnimde, sözleri de şöyle ; 'heves geçer sevda değil '.
12 Haziran 2009 Cuma
Bir çift yürek - Marlo Morgan
Kitaplar bizi ne kadar biz yapar , emeklerini kesitiremiyorum..ama artık daha dikkatle yoğuruyorum gözümün önünden akan sözcükleri. Buraya da ödevimi yapıyorum işte..unutsam da onları bana hatırlatacak ifadeler ile.
Bir çift yürek kızılderili sözleri ile başlıyor :
" Yaşamının örümcek ağını ören insan kendi değildir . O ağda sadece bir teldir. Bu ağa yaptığı her katkıyı , aslında kendi kendine yapmıştır "
Kızılderili reisi Seattle yukarıdaki sözleri ile külli ve cüz-i iradeyi ne güzel örneklemiş : ) !
Aborjinler de "daima" nın öneminden bahsediyor. Tasavvuftaki her an'a benzettim. Yazar aborjinlerin ağzından şunları söylüyor : Birlik içinde her şeyin bir amacı vardır. Yanılgılar, yanlışlar ya da kazalar yoktur. Sadece yanlış anlamalar ve ölümlü insana henüz açıklanmamış sırlar vardır .
Kitapta sık sık birlik vurgusu var. Morgan tevhid fikrini gerçekten Aborjinlerde mi gördü , yoksa mistik fikirler ile önceden ilgili olup , fikirlerini ütopik Aborjin ülkesi üzerinden mi anlatıyor bilemedim.
Mesela çölde kendi etrafında dönerken kendini bir dervişe benzetmesinde mistikler ile ilgili bilgi görünüyor..
Morgan önsözünde mesajın tadını çıkartmamızı, iyi geleni yudumlayıp gerisini tükürmemizi söylüyor , dünyanın yasası dediği bu eylemi bazı cümleleri seçerek gerçekleştirdim ;
Öncelikle seçtiğim kelime "birlik" ..Aborjinler nimetler için evrensel birliğe ( bunun adı her millette değişir deniyor , yalın bir Tanrı algısı ) teşekkür ediyor..Morgan gibi teslis inancı ortamında büyümüş birinin hayal gücü birlik fikrine vardığı için mi..yoksa ilkel çöl insanlarının birlik düşüncesi ile gerçekten haşır neşir olabileceği mi hoşuma giden bilmiyorum. Beğendim , aldım : )
Bir yerde şöyle diyor : " Gerçek insanlar ( aborjinler ) sesin varoluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak yürek ve akılla yapılır. Ses konuşma amacı ile kullanıldığı zaman ortaya çıkan boş sözlerdir , ruhsal içerikli olamazlar. "
Telepati ile anlaşmak için ise açık zihinli olmak gerekliymiş ve zihnini saklamaya ihtiyaç duymamak için en küçük yalana dahi alan bırakmamak..doğrusu Morgan'ın bu hayali güzel ve ütopik..
Bir başka sayfada , Aborjinler başkalarının inandıklarını yolu yaşamalarını kutsar deniyor . Yönlendirmemeyi kazanılması gereken bir haslet olarak düşünüyordum ben de son zamanda. Bu saygının edinimi bir gereklilikten ziyade bilgelik gibi..
Morgan modern yaşamı halı silker gibi çırpıyor her sayfada ..eleştirileri çok açık : ) ..haklı olarak diyor ki : Mutant ( yani modern insan ) gerçeği yaşamak yerine , koşulların ve durumların , evrensel yasayı , konfor , maddecilik ve güvensizlik karışımı altına gömmelerine izin verir.
Mutant kelimesine de zaten kadim anılarını ve evrensel gerçeklikleri yitirmiş ya da kapatmış kişi anlamı yüklenmiş.
Aborjinler yaş almayı kutlamıyor , bilgeleşmelerini kutluyor, bunun zamanını da kendileri biliyorlar..gözlerini kendi içine çevirebilmek ne iyi bir alışkanlık olurdu .
Kitaptan ilginç bir başka başlık doğum kontrolü..yerliler bitkisel formülünü biliyor..doğum dost ruha beden sağlamaktır ,buna hazır değilken yapılmamalı , o ruh nasılsa başka bir anne ve babayı araç edinecektir gibi bir fikir var.
Beden ve can her ruhun yakından tanıdığı, ilerlemek ve daha iyi olmak olarak açıklanan o plana uyum sağlamalı deniyor.
Şifa bölümünde olumlu imgelemeye vurgu var ; Kişinin iyileşeceğine inancı tam olunca iyileşir ..
Çember : Eğer yüreğinde başka insanlara karşı kötü duygularla yürüyüp gidersen ve çember tamamlanmamışsa bu yaşamın başka alanında yinelenecektir. Bir kez değil dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek , öğrenmek onlardan ders alarak bilgelik kazanmak iyidir.
Nesnelere karşı duyduğumuz heyecanlar onlar üzerinde etki yapar. Bedenin her hücresinde , kişiliğin özünde , zihinde ve sonsuza kadar yaşayan ben'de bu heyecanın izleri kayıtlıdır. İnsanoğlu bu varoluş düzeninden ayrılırken heyecanlarını an be an nasıl yaşadığının kayıtlarını da yanında götürür. Görünmez duygular bizlerin o sonsuz parçasını oluştururlar ve iyi ile iyi olmayan arasındaki farkı belirlerler. Eylem , duygunun niyetin dile getirilip , deneyimlenmesi için kullanılan bir kanaldan başka bir şey değildir.
Duygu izlerinin ruhumuzda dövme misali kalıyor olması bana levhi mahfuzu düşündürdü. Aborjinler İslama dair çok şey biliyor gibi : ) ..
Tabii ne kadarı Morgan ..ne kadarı Aborjin fikirleri bilmiyorum. İslama yaklaşan fikirler olduğu gibi uzaklaşanları da var .
Evren hala tasarlanmakta olan bir projedir fikri var mesela .
Tanrısal birlik bizi görüp yargılamaz , ne yaptığımızla neden yaptığımızla ilgilenmez..o niyetlerimizi hisseder demesi de bir örnek..belki de bu Morgan'ın kötülük sorununa bulduğu kendince bir çözümdür.
Sonuç olarak birlik özdür , yaratıcılıktır , saflıktır , sevgidir , enerjidir ve sınırsızdır deniyor. İnsan yaratılmıştır ama bedeni sadece bir sonsuzluk parçasını barındırmaya yarar. Ruhlar saf sevgi ve barışla doludurlar , bu gezegen bizlere heyecanlarımızı sınamamız için verilmiştir...
Hayvanlar dünyasına bakışları ; " hepimiz bir bütünüz , güçsüzlükten güç dersi alıyoruz !"
İnsana bakışları :
"Karşımızdaki insan bizim yansımamızdır. Onda gördüğümüz iyi nitelikler bizde de olan ve daha gelişmesini istediklerimizdir.Hoşlanmadığımız tavırları da bizim üzerinde durmamız gereken yönlerimizdir. Kendi varlığımızda aynı gücü ya da güçsüzlüğü hissetmezsek karşıdaki kişinin iyi veya kötü niteliklerini yargılamamız olanaksızdır.Farkeden sadece öz disiplin ve öz ifadelendirme derecesidir "
Bir başkası üzerinde etki yapmanın tek yolu kendi davranışlarımızdan ve eylemlerimizden geçer.
Herkese özel bir nitelik verilmiştir ve bunu geliştirerek ömür boyu işe yarayacak yetenekler oluşturur. Aborjinler yeteneklerini kendileri farkedip sevdikleri ve becerili oldukları konuyu meslek ediniyor..hatta isimleri de bu yenekleri ile eş anlamlı. Biz bebekken aldığımız isimle bir ömrü deviriyor , gerçek yeteneklerimizi farketme imkanı bulamadığımız telaşlı bir hayat koşusu içinde "gereklilik"lerimiz ile uğraşıp duruyoruz. Şöyle bir durup düşündüm , benim hayata anlam katacak hangi yeteneğim var ? ?
İleriki sayfalarda tevhid fikri bir de yaprak örneği ile verilmiş..vahdeti vucud'a benziyor..yaprağı minik parçalara ayırıp yap boz oyunuyor ve oyuna yaratılış diyorlar..hepimiz ayrı gözüksek de bir bütünüz mesajın özeti..
Bir olmak hepimizin aynı olması anlamına gelmez. Her varlık biriciktir ve özgündür. İki varlık asla aynı mekanı kaplamaz. Yaprağın bir bütüne varabilmek için tüm parçalarına ihtiyacı olması gibi her ruhun varacağı özel bir yeri vardır. İnsanlar çeşitli hileler yapabilirler ama sonunda her şey doğru yerine gelecektir. Bazılarımız düz , bazılarımız dolambaçlı yolları tercih eder.
Bizler birlik içinde düz bir yolda yürüyoruz. Mutantlar pek çok değişik inançlara sahiptir. Senin yolun benimkinden değişik derler , senin kurtarıcın benim kurtarıcım değildir , senin daiman benimkinden farklıdır derler. Oysa gerçek şudur ki yaşam tek bir yaşamdır. İlerleme yolunda sadece bir tek oyun vardır. Sadece tek bir ırk , değişik gölgeler vardır. Sen birinin canını acıtırsan kendi canını acıtırsın , birine yardım edersen kendine yardım edersin . Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur . Farklı olan yürek ve niyettir. Atalarımız , doğmamış torunlarımız , her yerdeki tüm yaşam , bunların tümü birdir.
Birlik fikri içinde Tanrıyı da O herşeydir diye tanımlıyorlar .
Öfke , üzüntü ve korku yaşama dahil sayılmıyor bu felsefeye göre , soluk almak canlı olmayı belirlemiyor ... yaşam hareket, ilerleme ve değişimdir. Olumsuz heyecanları deneyimlemek de iyidir ama bu hal bilge bir insanın içinde kalmak istemeyeceği bir durumdur .
Fiziksel sağlığı iyileştirmek için de içimizdeki kanayan , yaralı sonsuz varlığı iyileştirmek gerekir.
Almaya ve vermeye açık olup , izin verirsek yaşamlarımızı bize dayanak olacak insanlar ( ruhsal rehberler ) ile paylaşabiliriz diyor Morgan.
Kaygı , hırs , şehvet ve güç gibi duyguları geliştirmeye çalışmak boşa zaman harcamaktır. Bunun kanıtı olarak ilk insanlar yok oldular. Onların yerini bir kaya kütlesi , bir şelale , ve herneyse benzeri bir şey aldı . Bunlar dünyada hala yerlerini korumaktadırlar ve onlardan öğrenmeyi bilebilen bilge kişile riçin birer tefekkür yeridirler. Bu bana Neml suresi 69. ayeti hatırlattı.
Aborjinlerin gökkuşağı yılanı , mutlak barış olarak başlayan , titreşim değiştirip ses , renk ve form halini alan enerji ya da bilinç çizgisinin dokunmasının sembolüymüş. Bu da bana kuantum bilgisi ile hayatın açıklanmasını anımsattı .
"Gerçekliğe formunu veren biçimsizliktir "ifadesini anlamadım , rüya zamanının 3. bölümü şimdidir , düşler hala sürmektedir , bilinçsizlik dünyayı yaratmayı sürdürmektedir deniyor.
Hakim hayat tarzı mı acaba kast edilen ?
Korkudan da söz ediliyor kitapta , hayvanlar dünyasına ait bir duygu olduğundan ..İnsanlar Tanrısal birliği tanısa korku duymaz deniyor.Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar , insanlar ne kadar fazla nesneye sahipse o kadar çok korkar. Ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.
Gerçek insanlar kabilesinin yenidoğan bebeklerine ilk sözleri : seni seviyoruz ve yolculuğunda sana destek olacağız ..ölüme hazırlanan kişiye de aynını söylüyorlar..( kişinin dünyadan kendi arzusu ile ayrılmasını doğal buluyorlar )
Dua'ya yaklaşımları çok ilginç. Mutant dua ederken konuşur , biz dinleriz..zihnimize boşaltıp evrensel mesajı bekleriz diyor Aborjin roman kahramanları. Kayda değer bir fikir olduğuna kuşku yok . Doğrusu tefekkür ya da meditasyon hangi isim ile anılıyorsa denemek gibi bir arzum var . Eğer hayrıma ise : ) ..
Aborjinlere isnat edilen en hoş dualardan biri de bu..her işten önce evrenden izin alıp ..kendileri ve diğer yaşam formlarının hayrına ise bu işin gerçekleşmesini diliyorlar..bizim inşaallahımızdan pek farkı yok ..hatta fazlası var .
Kitap bitti .. kendimiz ( sonsuz varlığımız ) ve doğaya karşı sorumluluklarımızın hatırlatılmasını temel mesaj olarak aldım ben. Diğer okuyanlar neler düşünmüş diye de bakındım internette ..beğenenler olduğu gibi "Morgan üfürmüş" diyen mutant torunları da var ..ha biz mutant değil miyiz , tabiki öyleyiz .. ama bunca yapıp ettiklerimizden birazcık mahcubiyet gösterenlerimiz daha latif..Morgan hayal kurmuş olabilir ..kitabı edebi yönden bir sanat eseri olmayabilir ..ama mesajı üzerine alınmayan kişi herhangi bir şeye değer atfedemeyecek kadar öz-değer yoksunudur derim ben .
15 Mayıs 2009 Cuma
Kuantum teorisi , felsefe ve Tanrı- Caner Taslaman
" Bilim de din gibi yoruma açıktır "
Gelişi güzel notlar :
Belli noktalarda kesişen bilimin ve dinin , bu noktalarında çelişmediği bir anlayış oluşturmak insan psikolojisinin bir gereğidir, teoloji de bu ihtiyacı görmezden gelemez.
Modern bilimin makro düzeydeki en önemli teorisi izafiyet teorisi , mikro dünyanın en önemli teorisi ise quantum'dur.
" Quantum teorisi ile şok olmayan kişi , bu teoriyi anlamamıştır " - Niels Bohr ( Bu söz kendi şokumu sevecenlikle kucaklamama yol açtı : ) ..
Eski Yunanlıların "atom" u biliyor olması da beni aynı ölçüde şaşırtıyor .
İlk çağ felsefesinde atomculuk ; Varolan her şey boşluğa dağılmış atomlardan ibarettir. Değişim denen şey yalnızca atomların ayrılması ve birleşmeleridir.
Ortaçağ ve sonrasında bilimsel yaklaşımların "realist " olması ortak epistemolojik özelliktir. ( Fiziksel teorilerden dünyadaki gerçekliğin olduğu gibi tarif edilmesinin beklenmesi ) - ta ki Quantuma kadar .
Aristotales'e göre değişim varlıklarda olan doğal potansiyelin gerçekleşmesidir. Gayesel nedeni bilmek bilimin işidir. Gelileo ise değişimin, maddenin uzay ve mekandaki , kütle ve hızı ile ilgili olduğunu düşünüyordu. Newton da Galileo gibi evrendeki değişimin parçacıkların hareketlerine indirgenebileceğini öngördü.
Quantum teorisi determinizme , indirgemeciliğe ve realizme , matematiksel ve deneysel ispatlar ile karşı çıkar.
Heisenberg'e göre , ışığın aynı anda hem tanecik hem de dalga olarak hareket etmesi , mantığın 3. halin imkansızlığı ilkesinin değişmesi gerektirir.
Bilimsel realizm ; bilimsel teorilerin bize çizdiği dünyanın ontolojik bir gerçeklik olduğunu savunur.
Quantum teorisinin ispatlamış olduğu belirsizlikler ve kendinde şey 'e müdahale edilmeksizin gözlem yapmanın imkansızlığı , realistlerce bilgimizin henüz sınırlı olduğu ve gelecekte teorinin eksiklerinin giderilmesi ile sorunun çözüleceği şeklinde yorumlanıyor.
Aynı belirsizlik Yeni Berkeleyciler tarafından zihinden ayrı bir maddenin bulunmadığı tezlerine destek olarak alınıyor .
Yazar pek çok sonuçlar ve yorumlara neden olan kuantum teorisine ve doğal teolojilere sağlıklı bakış açısı olarak , bilime mutlak otorite veren ile mutlak izafi kabul eden yaklaşımlar arasında bir orta yol olan , kritikçi realizmi önermiş ; Tanrı'nın gönderdiği din ve Tanrı'nın yarattığı doğa çatışmaz , ikisi arasında bir çatışma görünüyorsa bu insanın vahyi , ya da doğayı ya da her ikisini birden yanlış veya eksik algılamasından kaynaklanır.
Newton bildiklerinden yola çıkarak "ontolojik determinist " bir evrenin varlığına inanmıştır . Heisenberg ise bilmediklerinden ( belirsizliklerden ) yola çıkarak indeterminist bir evreni öngörmüştür.
Klasik fizikte herhangi bir maddenin konumunu ve hızını bilirsek , daha sonra nerede olacağını rahatlıkla hesaplayabiliriz. Atom seviyesindeki parçacıkların ise Heisenberg'in ispatladığı üzere
konum ve hızını aynı anda tam olarak hesaplamamız imkansızdır. Heisenbergin belirsizlik ilkesi , cehaletimizden kaynaklı , deneysel ve kavramsal sınırlılıklarımızdan kaynaklı ve ontolojik indeterminizm kaynaklı olarak farklı yorumlara tabii. Kritikçi realist bakışa göre belirsizliklerin epistomolojik ya da ontolojik olduğu konusunda bir yargıya varamayız.
Evrenin yapısını bilemediğimiz bir durumda , bu bilememe durumunu kabul etmenin , sanki biliyormuşçasına temkinsiz bir şekilde Tanrı-Evren ilişkisi hakkında yargılara varmaktan daha doğru olduğunu düşünüyoruz diyor Taslaman.
Yerellik ilkesi : Yerellik ilkesi fiziksel olayların önce yakın çevresini etkilediğini söyler. Örnek bir orman yangınında ateşin sadece hemen yanıbaşındaki ağaçlara sıçrayarak dağılıp , büyümesi. Fizikte karşılaşılan hemen bütün kanunlar yerellik ilkesine uygundur. ( Quantum hariç : )
Yerel olmayan nedensellik : Uzaktan etki
EPR deneyleri : Einstein , Podolsky ve Rosenin birlikte yayınladıkları bir makale üzerine , ispat için kurgulanmış hayali deneylerdir. Bu deneylerde iki parçacığın birbirinden ayrıldığını düşünmemiz istenir. Kuantum teorisine göre bu parçacıklar ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsınlar ayrılmanın izlerini taşır. Örneğin bunlardan birinin spini ( eksen etrafında dönüş ) saat yönüne ise diğerinin ki tersine olmalıdır. Kopenhagen yorumuna göre A parçacığı ile ilgili yapacağımız ölçüm uzakta olsa da B parçacığını etkiler. Einstein yerel olmayan nedenselliği uzaktan hayalet etki tabir ederek reddetmiş. Yerel olmayan nedenselliğin fiziksel gerçekliği betimleyemeyeceği , dolayısı ile kuantum teorisinin eksik olduğunu göstermek için Epr deneylerini kurgulamış . Eisntein'ın teorisine göre hiç bir şey ışıktan hızlı hareket edemeyeceğine göre iki parçacığın arasında bundan hızlı bir iletişim olduğuna dair bir iddia fizik ile örtüşemez.
Kopenhag yorumunun babası Bohr ise Einstein'ın fiziksel gerçeklik ile ilgili yaklaşımını eleştirmiş.
Epr deneyini daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki bilgileri popüler fizik sitesinden aldım :
Kuantum kuramının üstüste gelme ilkesine göre herhangi bir fiziksel sistem olası durumlardan sadece birinde değil, birçoğunda birden aynı anda bulunabilir. Örneğin hidrojen atomu çevresinde dolaşan bir elektron aynı anda her yerde bulu-nur. Bu gibi garip durumları, bizim günlük hayatımızda tanıdık olduğumuz kavramlarla bağdaştırmak için başta Niels Bohr olmak üzere fizikçiler kuantum kuramının ölçme postülasını ortaya attılar. Bohr’a göre bu elektronun nerede olduğunu bulmak istediğimiz zaman ölçme aletimiz “bu elektron her yerdedir” gibi garip cevap vermez, aksine elektronun bulunduğu yerlerden bir tanesini rastgele seçer. Bu olaya kısaca çökme (collapse) denir. Başta Albert Einstein olmak üzere bir çok kişi, kuantum kuramının bu garip ölçme postülasından dolayı rahatsızlık duyuyorlardı. Özellikle ölçüm sonucunun rastlantısallık içermesi, ölçmeden önce parçacık hakkında tüm bilmemiz gereken şeyi bilsek bile, ölçmenin hangi sonucu vereceğini, ve ölçümden sonra parçacığın hangi durumda bulunacağını bilemememiz bu rahatsızlığı yaratıyordu. Ölçüm sonucu, tam ölçme anında doğal olarak takip edilemiyecek bir süreç sonunda ortaya çıkıyordu. Ölçme postülasının bu şekilde belirlenimciliğe (determinizm, gerekircilik) aykırı durumu, Einstein’a “Tanrı zar atmaz” dedirtmiş ve kuantum kuramı içinde çelişkiler bulmaya yöneltmişti.
Epr deneyinde , ölçümden önce her iki parçacık bir çok farklı momentumda birden bulunur. Bu anlamda momentum belirsizdir. Birinci parçacığın momentumu ölçüldüğünde olası sonuçlardan birisi rastgele seçilir (Tanrı zarını atar) , çökme dediğimiz olay gerçekleşir ve belirsizlik ortadan kalkar. Artık her iki parçacığın momentumu bellidir. Bundan sonra ikinci parçacığın momentumu ölçüldüğünde birinci ölçümle uyumlu bir sonuç verecektir. Ölçümün sonucu ilk ölçüm yapıldığı anda belli olduğu için (daha önce değil), ve ikinci parçacık bunu o anda öğrendiği için iki parçacık arasında sonsuz hızla bir mesaj gidiyor olmalı. Bu olaya kuantum telepatisi deniyor.
Konu ile ilgili bir diğer yaklaşım yerel nedenselliği koruyan bir gizli değişken ihtimalini göz önünde tutar. Yani parçacıkların arasındaki etkileşimi bir gizli değişkene bağlar.
Hangi kuramın doğru olduğu konusunda deneysel testler 1970′lerden itibaren yapılmaya başlandı. Epr hayali deneylerini labaratuvar ortamında gerçekleştiren Aspect parçacıkların uzaktan etkileşimini doğruladı.
Deneylerin gösterdiği sonuç kuantum kuramının zaferi anlamına geliyor. Yani parçacıklar hile değil telepati yapıyorlar!
İndirgemeci anlayış : Bütünün parçaların özelliklerininin toplamından oluşması . Maddenin kendisine indirgenmesi ile fenomenlerin açıklanabileceği sanılan atomun , kendi parçacıkları ile açıklanmasının mümkün olmadığı kuantum teorisi ile anlaşılmış. Atomun yasaları elektron , proton ve nötronları betimleyen yasalardan çıkarsanamıyor . Atom altı dünyada bütünsellikler önemli.
Kuantum teorisi ile ilgili yapılan deneyler ve teorinin matematik yapısı , indirgemeci fizikalizmin , evrenin ontolojisi ile çelişkili olduğu ve evrende parçaların ilişki içinde bulunduğu "ilişkili bütünselliğin " ontolojik bir gerçeklik olarak bulunduğunu gösterir.
Bilim buraya kadar , ontolojik indeterminizme kadar getiriyor konuyu , bu denkleme Tanrı'yı dahil etmek , Tanrı'nın bu ontolojik olasılıklardan birini seçmek sureti ile evrene etkide bulunduğunu savunmak ya da indeterminizmi kendi haline bırakmak..bundan sonrası kişilerin inançları ile ilgili tercihler.
Kitapta kaos teorisinden de söz ediliyor kısaca . Kaos teorisinin ortaya konmasında meteoroloji konusundaki çalışmaların özel yeri olmuş. 1960 yılında Edward Lorenz , eğer hava durumunu belirleyen tüm fenomenleri ayrıntılı şekilde bilebilirsek mükemmel hava tahmini yapılabilir düşüncesini bir bilgisayar modeli ile sınadı. Bilgisayara girdi olarak verilen sayısal değerlerin küsurlarındaki ufak bir yuvarlama dahi çıktılarda büyük değişikliklere yol açıyordu .
Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık başka deyişle "kelebek etkisi " , kaos teorisinin en önemli özelliklerindendir.Buna göre Şam'da kanat çırpan bir kelebeğin yapacağı değişiklik bile İstanbul'da bir fırtınaya sebep olabilir. Kaos teorisi ile ortaya yeni bir formül konmamışsa da "periyodik olmayan davranışlar" fizik biliminin ilgi alanına girmiş.Kaos teorisi determinist yasalar çervesinde hareket eden sistemlerin periyodik olmayan ve öngörülemeyen davranışlarını inceleyen teori olarak tarif ediliyor. Kaos teorisi deterministik denklemler sonucunda kaotik süreçler oluştuğunu söyler ( uzun süreçte tek bir atomun bile konum ve hızını yüzde yüz doğru belirleyemezsek geleceği tahmin etmek imkansızdır ) buradaki determinizmi Tanrısal etkinliğe izin verecek ölçüde esneten fikirler olmuştur , örnek Polkinghorne , Tanrının sisteme bilgi dahil ederek fakat enerji dahil etmeyerek etkinlikte bulunduğunu savunur. Kaos sürecinde olası bir çok alternatif olmalıdır ki bilgi eklenmesi bir değişiklik oluştursun . Yazar Caner Taslaman , kuantum teorisinin ispatladığı ontolojik indeterminizm ile doğa yasalarında görünen kaotik determinizmin birbirleri ile çatışmak zorunda olmadıkları sonucuna geliyor. Atomun mikro dünyası ile atomlardan oluşan makro dünya arasında bir duvar olmadığına göre , kuantum teorisi ile kaos teorisini birleştiren yaklaşımların ortaya konmasını beklemek safça bir ümitten çok sağduyuya uygun bir beklentinin gereğidir demiş.
Kuantum teorisi ve Tanrısal etkinlik konusuna geriş dönecek olursak , kitapta George Elllis'in ilginç bir tezi var. Ellis beyinde olan kuantum olayları ile düşünce ve duyguların etkilendiği , vahiy ve dinsel tecrübenin de bu vasıta ile gerçekleştiğini savunuyor. Ellis'e göre zihin aracılığı ile bedende , beden aracılığı ile evrende makro değişiklikler meydana gelir.
Kuantum olayları ile zihin arasında bir kaç şekilde ilinti kurulabiliyor , Ellis gibi kuantum boşluklarını Tanrının doldurduğu , ya da insanın zihindeki objektif olasılıklar içinden özgür bir seçim yaptığı , ya da zihnin indirgemenezliği gibi tezler var .
Mucizeler ile ilgili bölümde Arkeoloji biliminin gelişmesinde dini metinlerde geçen şehir ve kalıntıları bulma arzusunun itici güç olduğundan bahsediliyor , bu bana ilginç geldi .
Mucize konusunda Taslaman'ın görüşü ; eğer doğa yasaları ihlal edilmeksizin mucizelerin gerçekleşeceği gösterilebilirse dinin bilimle çeliştiği tezleri son bulur . Taslaman bu" imkanı " işaret etmekle gerçeğin böyle "olduğunu iddia etmek "arasındaki farka da dikkat çekiyor.
Doğa yasalarını çözmüş olduğumuz yanılgısı kuantum teorisi ile bozulmuştur. Tanrı yasaları ise doğa yasalarından daha geniş yasalardır ve hakkında bilgimiz yoktur.
Taslaman gerek mucizeler ( baştan müdahale , doğa yasalarını ihlal ya da kuantum boşlukları ile ihlalsiz müdahale ) gerekse evrim ve insanın iki ya da tek cevherden oluşup oluşmadığı konularında teolojik agnostik bir tavır takınmayı tavsiye ediyor.
Bunun sebebi gerek bilimsel gerekse teolojik olarak elimizde bir seçeneğin daha rasyonel olduğuna dair bir kanıt bulunmaması. Tanrı mucizeyi baştan müdahale ile de gerçekleştiriyor da olabilir , doğa yasalarını ihlal ederek de . Tanrısal hikmetin bu alternatiflerden hangisini gerektirdiğini bilemiyoruz ve bildiğini iddia edenlerim argümanlarını da tatmin edici bulmuyoruz diyor Taslaman . Ve bu kitapta yapılan da halihazırda konu ile ilgili mevcut bulunan tezleri inceleyerek yetersizliklerini ortaya koymak ve bunu yaparken de kuantum'dan faydalanmak.
Natüralistlerin ve bilimcilerin , bilimi doğa yasaları ile eşitlemesini
Teologların Newtoncu yasalar ile Tanrı yasalarını eşitlemesini ( mucize doğa yasalarını ihlaldir tezi )
Spinoza gibi pantesitlerin ise mekanik yasalar ile Tnarının doğasını eşitlemelerini eleştiriyor Taslaman.
Bilimin içinde insan unsuru bulunmaktadır ve insanların toplumsal şartlanmalar , ön yargılar , apriori kabuller , kavramsal ve kapasite yetersizlikleri gibi sınırlılıkları vardır . Din de Tanrısal vahyin bir ürünü olsa da vahiyden sonuçlar çıkaran teolojiler insanların ürünüdür. Bilim için sözkonusu sınırlılıklar teoloji adına da geçerlidir. Bunları göz önüne alan Taslaman hem dine hem de teolojiye kritikçi realist bir bakış açısı öneriyor. Kanıtları bulunmamış , bulunabileceği de belirsiz olan dini ve bilimsel konular hakkında agnostik tutum sergilenmesini ben de mantıklı buldum.